https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Mutsuzluğun dibinde, güneşin içinde, yatağımın en kenarına kıvrılmışken uyanıyorum. Emaneten yatıyor gibiyim bu yatağa, canım istemiyor geniş yatağın tadını çıkarmayı. Başucumdaki sehpaya tutunarak kalkıyorum, biraz daha dinç uyanabilmek için neler vermezdim ki. Yemek masasının üzerindeki kadehlere bakıyorum, yalnızca bir tanesi senin. Diğerlerini günün değişik saatlerinde ben bitirip koymuştum. Senin kadehinde birkaç yudumluk şarap kalmış, daha güzel bir sarhoş kahvaltısı olabilir mi? Şarap hemencecik bitiyor, midem ekşiyor. Yorgunum ama yine de şu şarap, üzerinde izin kalmış diye belki, bana iyi hissettiriyor.

Bugün ne yapacağını düşünüyorum. Uyanınca hemen aklına gelecek mi dün yaşananlar? İyi hissedecek misin? Sonunda yüklerinden kurtulmuş gibi rahatladığını fark edecek misin? Belki de elini en son tuttuğum anı, hani ben koltuktan uzanıp da seni durdurduğumda, işte o anı hatırlayıp biraz hüzünlenirsin. Bilemiyorum şimdi. Kadehini mutfağa gidip suyla çalkalıyorum hemen. Öfke basıyor vücudumu. O an, uzanıp elini tuttuğumda gitmezsin sanmıştım. Daha önce de bitmesini istemiştik; zordu, oluru yoktu. Ama bitirememiştik işte. Şimdi böyle pat diye, her şey tamamken, ilk kez tam olabilmişken gitmenin de anlamı yoktu.

Kapı çalıyor. Sabahlığımı giyip kendimi sürüklüyorum, kimin geldiğini zerre merak etmiyorum. Bir an, içime bir his düşüyor ve gözetleme deliğinden bakıyorum. Tabii ya! Dün gecenin ardından, Zerrin’in gelmesinden daha doğal ne olabilir ki? Kapıyı açıyorum. Korkunun ecele faydası olmuş mu hiç? Zerrin biliyor. Ben de biliyorum. Aramızda sen duruyorsun olanca yokluğunla. İkimiz için de varsın ve ikimize de yoksun. Zerrin seni kaybetti çoktan, benim de ellerimin arasından dün kayıp gittin. Artık eşitiz. İki eşit, birbirine daha fazla zarar veremeyecek iki sürüngen gibiyiz. Kimse diğerinden daha güçlü değil, çünkü artık ikimiz de sana sahip değiliz.

Zerrin gülümsüyor. Haber vermişsindir tabii hemen, şaşırmıyorum. Zerrinciğin daha fazla üzülmesin diye, mutsuzluğumu hemen müjdelemişsindir ona. Neyse, saklanabilecek bir şey değil; dahası, saklamak artık anlamlı da değil. Zerrin’i içeriye davet ediyorum. Türk kahvesi yapmaya gidiyorum hemen, sabah kahvesini içmeden buraya damladığını biliyorum çünkü. İki orta kahve; Zerrin bir de soda ister kahvesinin yanında. Salondaki dağınıklığı süzerken yakalıyorum onu.Bir şey demesine gerek yok, ikimiz de biliyoruz ortalığın nasıl bu hâle geldiğini.

“Çok erken gelmedim umarım.”

“Daha da erken gelmeni beklerdim.” Gülüyor, artık böyle sözlere incinmeyecek kadar çok şey yaşadık birlikte.

“Bizim evde bir tek iğnesi bile kalmamıştı giderken, burada da farklı bir manzara yok.”

Ben de dönüp salona bakıyorum ilk kez görüyormuş gibi; kurulu bir sofranın altından masa örtüsünü çekip almışsın sanki, hem dağılmış, hem de bomboş.

“Hiçbir şeyini geride bırakmaz biliyorsun, istifçilik var biraz.”

Zerrin kahkaha atıyor. “Babasından kalma o huyu, yaşlandıkça daha da kötülüyor.”

Biz yaşlandık en azından, sen ne yapabildin onunla? demek ister gibi sanki. O kadar haklı ki, işte o yüzden aldırmıyorum.

“İstersen sen de bir kolaçan et ortalığı, bir eşyanız kalmış olmasın.”

“Aman neyimiz kalmış ki ortak, bir de burada bırakacak. Evdeki çocuğunu bile merak etmeyen bir adam.O bile ikimize ait değil sanki.”

Söylesem mi acaba? Dün ağzımı açıp da tek kelime edemedim; sırf bunun için zorla, mahkum edilmişcesine burada kalmasını istemedim. Ama anlatmam, duyurmam lazım birilerine. Zerrin ne der duyarsa? Şaşırmaz ama gücenir mi acaba? Dün gece içtiğim şarapların suçluluğu var üzerimde zaten, bir de Zerrin’in yükünü taşırım, ne olacak ki?

“Zerrin, diyorum yavaşça, ben hamileyim.”

Şaşırmıyor.

“Gitti yine de, değil mi?”

“Söylemedim ona.” Nedense bu kadar yüklenmesini istemiyorum sana. “Belki de hiç söylemem.”

“Ha, doğuracaksın yani?” Zerrin iyice keyiflenerek Türk kahvesinin dibini görüyor. “Doğur canım, bakarız birlikte. İyice kumaya bağladık zaten.”

Alınıyorum. “Öyle deme Zerrin.”

“Ne demeyeyim mesela? Lise aşkındı, ben araya girdim, evlendim, sonra sana döndü diye, ilk sevgilisi sendin diye susayım mı?”

“Hiçbir zaman susmadın Zerrin, anlattırma şimdi.”

Zerrin sigarasını yakıyor, hamile olduğumu bile dumanı üzerime üflemek hoşuna gidiyor.

“Bırakalım geçmişi. Doğuracaksın da ne olacak? Nüfusundaki çocuğa bile bakmayan bir adam. Çok zorlanacaksın.”

Biliyorum. Belki de bu yüzden şarap içip duruyorum; benim bırakmaya cesaretim yok, o benim işe yaramazlığımı farkedip beni terk etsin diye.

Zerrin anlıyor.

“Eğer istemiyorsan, bir şey yaptırmaktan korkuyorsan, gelirim yanında. Merak etme. Sırf bu korkudan, o adamın peşine takılma çocuğunla. Bırak artık. Onu da, çocuğunu da.”

Dudaklarımı ısırıyorum. Anne olmak aklımda bile yokken, onun çocuğunu taşıma fikrine tutulmuştum birden. Ama şimdi, öyle birdenbire gidince sen, tek kişilik bu yalnızlığa iki kişi sığamayacağımızı çok iyi biliyorum. Zerrin sığamıyor işte. Senin bıraktığın boşluk, bir tek iğneni bile geride bırakmadan açtığın o boşluk, Zerrin’i ve oğlunu sıkıştırıp duruyor. Bunalıyorum.

“Ben bir tuvalete gideyim.”

“Git, yüzünü yıka, açıl biraz. Ben bir kahve daha yaparım kendime.Sen doğuracaksın madem, içip durma bu kadar.”

Ya sana benzerse? Sana benzeyen küçücük suratıyla kucağımda yatmasına dayanabilir miyim? Sana haber uçurmadan durabilir miyim peki? Ona sahip olduğum her an, kapı çalacak, içeriye dalacaksın, bebeğimizi kucağına alıp beni öpücüklere boğacaksın sanacağım. Bu hayallerle geçecek ömrüm. Yaşlanıp pencere kenarında hiç gelmeyecek o adamı bekleyen kadınlardan olacağım. Her gün çocuğuma o vefasız babasını anlatıp, adını karalayacağım. Karnım ağrıyor, canım yanıyor. Tuvalete oturup, sakinleşiyorum. İşte o an, bebeğimin de pat diye gittiğini farkediyorum. Bu defa elimi uzatmıyorum. Onun da beni terk etmesine izin veriyorum.