https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Hulki Aktunç’un gençlik günlüklerinin toplandığı Sen Buranın Kışındasın’a devam. Aktunç bir yerde Maeterlinck’ten alıntı yapıyor: “Söyleyecek şeyi olanlar klasik yöntemlerle yazıyor. Olmayanlarsa romantik yöntemlerle.”O ilkgençlik yıllarında Aktunç, bizim klasik toplumcu edebiyatımızı okuyor, onları önemli buluyor. Bir dönem Kemal Tahir’in romanlarını tamamlıyor. Bu sıralar yirmi yaşında; Kemal Tahir’in, sosyal çözümlemeleri roman yoluyla yapması etkiliyor onu. Bir de Orhan Kemal var. Orhan Kemal’i çok önemsiyor. Bu yazarlar, toplumumuzu gözlemleyen, doğal olarak “söyleyecek bir şeyleri” olan yazarlar. Toplum büyük dönüşümler geçiriyor, bunu saptamak ve analiz etmek de aydın sınıfına düşüyor. Ama elbette yazar bunu kendi aracıyla yapıyor: Hikâye anlatarak. Bu romanlarda artık yavaş yavaş öz niteliğini ve ahlaki yapısını yitirmeye başlayan köylü sınıfı tüm çıplaklığıyla görünmeye başlıyor. Elbette, bakış açıları da değişiyor. Köy gerçekliğini anlamaya, bir zaman sonra sınıfsal bakış açısı yetmemeye başlıyor.

Ben bu konuya, o yılların tartışmalarının içinden bakmayı denemiştim. Sus Barbatus!’ta Mustafa Öğretmen, Köy Enstitüsü idealizmiyle gerçeklik arasında kalıyor. Ama o bilinçte ki; köylüyü tanımanın yaşamsal önemini kavrıyor. Bu yaşamsallık özellikle o dönemin aydınları için gerçekten büyük önem taşıyor, çünkü aydın, köylü ve işçi sınıfıyla iletişim kurmaya çalışıyor. Bu da doğal olarak bir dil sorunudur. Böylece, Maeterlinck’in sözünün, Aktunç’un neden ilgisini çektiği anlaşılıyor. Dil, sizin onu kullanma biçiminizle anlam kazanıyor ya da yitiriyor. Bu durumda “romantizm” belki de gerçekliği kapatmanın ve yazınsal iletişimi yok etmenin -ya da tek yanlı hale getirmenin- bir yolu oluyor.

Daha önce de değindiğim gibi, Van Gogh, resim anlatısını ikiye bölüyordu: Toplumun hareketli, çalışan kesimini anlatmak ve mahremiyet. Çalışan insanı betimlemek hem resme hareket -dolayısıyla çağa uygun bir biçim- kazandırıyordu. Hem de sanatçının bir düşünsel seçimi olarak, halktan, emekçi insanları sanata getiriyordu. Sanatı demokratikleştiriyordu. “Mahremiyet”i de sanatçının özgün anlatım biçimi, üslup olarak yorumluyorduk.

Aktunç’un sonraki yapıtlarında, yani Kurtarılmış Haziran, Ten ve Gölge gibi öykü kitaplarında ve sonrakilerde bu yönde bir çalışmanın izlerini görüyoruz. Halk sınıflarının anlatılması -bunu toplumcu yazarlarımızın yazdıklarının bir devamı olarak görüyoruz- ve kişisel üslup. Bu da o dönem için ortaya yeni bir şeyler çıkarıyordu. Yani hem “söyleyecek şeyleri” vardı hem de bir yenilik olarak, onları “kendisi gibi” söylemek istemişti.