“Dolayısıyla dünya benden daha güçlü onun gücüne karşı gerçekten hiçbir şey olmayan kendim dışında karşı çıkacak hiçbir şeyim yok, kendime boğulma izni vermediğim sürece ben de bir gücüm ve gücüm dünyanınkine karşı koymak için sözlerimin gücüne sahip olduğum sürece korkunç. Hapishaneleri inşa edenler özgürlük inşa edenler kadar kendilerini iyi ifade etmezler.”
Film bu kötü çeviri ifadeyle başlıyor. Ve bize olacaklar konusunda ipucu veriyor.
Kitapların, içine düşürdüğü yazma sevdasına kapılan her insan Jack London’ın MartinEden adlı romanınıokur, okumalıdır. 2019’da çekilen film ise Napoli’yi görmek, dönem filmi izlemek isteyenler için uygundur. Kitabın dünyasına götürür mü bilinmez ama yıllar önce okuduğum kitabın bıraktığı hissin heyecanıyla başladığım filmin pek akıcı olmadığını söylemeliyim.Zaten kitap uyarlamaları kitap tutkunları için çoğu zaman hayal kırıklığıdır.Çünkü yazı ile sinemanın anlatım araçları ve tarzları farklıdır.Sinema görüntülerle bizi kısıtlar ama kitap hayal dünyamızın uçsuz bucaksız diyarlarında gezdirir. O yüzden kitabı okumanızı ısrarla tavsiye ediyorum.
Filme dönelim ve kısa bir özet geçelim: Martin Eden bir gün tesadüfen tanıştığı üst sınıftan bir genç kadına âşık olur. Ancak kendisi ilkokulu bırakmak zorunda kalmıştır. Annesi babasını çocuk yaşta kaybetmiş, tek akrabası ablasının yanında paragöz eniştesine kira ödeyerek kalan bahtsız bir gençtir. On bir yaşından itibaren denizcilik yaparak eve para getirmektedir. Dolayısıyla âşık olduğu güzel kız için ailesinin layık görebileceği eğitimli bir insan değildir. Onların evine ilk kez gittiğinde duvarları kaplayan büyük kütüphaneden çok etkilenir. Kitapların dünyasıyla daha önce tanışmıştır ancak içinde başka bir ateş yanmaya başlar. O kütüphanede yerini alacak saygın bir yazar olursa ilk gördüğü anda âşık olduğu kız için uygun bir eş olabilecektir. Tabi o zaman çok heveslidir, ne kadar çetin bir yola çıktığının farkında da değildir.
Yaşamak için çalışmak zorunda olan Martin mecburen tekrar gemilere döner ve bütün parasını kitaplara vererek kendini yetiştirmeye çalışır. Ancak diploma alabilecek düzeye gelemez. Ayrı kaldığı süreçte sevdiği kızla mektuplaşır. Hatta ona yazdıklarını gönderir ve her yazan insan gibi nasıl olduklarını değerlendirmesini ister. Kızda sadece anlattığın şeylere çok uzağım ama gerçek olduğu anlaşılıyor der. Bu yorumlardan tatmin olmadığı için daha da hırslanır.
Yazma ve okuma sevdasında o kadar fazla ilerler ki artık onu destekleyen sevdiği kız bile bundan rahatsız olur.Çünkü o bir statü kazanması için okuması gerektiğini düşündüğünden teşvik etmiştir ama Martin yazmak için okumaya, bütün dünyaya kim olduğunu göstermenin hırsıyla çalışmaya başlamıştır. Okuduğu her hikâyenin içine girdikçe birilerinin de onun hikâyelerine dönüşler yapmasını, onların kalplerine nasıl ulaştığını anlatmasını, beğenilmeyi ve sevilmeyi ister. Aslında ona âşık ve aynı sınıftan bir başka kadın vardır, yakınındadır ama gönlü bir kere uzaktakine kaymıştır.
Bütün hevesi insanların dünyayı benim yazdıklarımla benim gözümden görsünler isteğidir.Ancak sadece sevgilisine okutabilmektedir. Lakin gönderdiği mektuplarda yazdıklarının çok hüzünlü olduğunu söyleyen sevgilisi “ben okumazdım böyle şeyler, insanlar neşeli şeyler okumak istiyor.” Der. Ona alt tabaka insanların neşeli şeylere vakti olmayacağını, üst sınıfın da onları hiçbir zaman anlamayacağını ve sınıf çatışmasının devam edeceğini, hatta bunun evrimin bir ürünü olduğu anlatır. Ama kızın umurunda değildir. “Babam sana bir büro işi ayarlasın,”diye teklif eder. Ancak Martin “Ben seyahat adamıyım, şehri terk etmiyorsam sebebi tek” diyerek aşkını ilan ederken yardım teklifini reddeder.
Her yazı sevdalısının geçtiği kıymetli yollardan biri usta çırak ilişkisidir. Yine sevdiği kızın ailesinin bir davetinde tanıştığı, ölmek üzere olan bir üstadın himayesinde ilerlemeye başlar.
Gündüzleri çalışıp geceleri okuyan, yazan, sürekli üreten Martin’in her öyküsü dergilerden geri döner.Bu yolda çok emek sarf edip sevdiği her şeyden ve herkesten vazgeçmişken bir dergide yayınlanan yazısına ödenentelifle tekrar dirilip yazmaya başlar.
Onu himayesine alan dertleştiği yaşlı dostu bu duruma karşıdır.
“Bırak dergileri, nüfuzlu birinin sana el uzatması lazım, dergilerden bir şey olmaz,” diye uyarır.
Dergi konusunda ısrar edince de “Umarım yayınlamazlar, bugünlerde dergilerin yayınladıkları çok uyduruk, dergilere kalmadın sen,” der.
Budiyaloğunyaşanmasının üzerinden yüz yılı aşkın bir zaman geçmiş olmasına rağmen hâlâ her genç yazar adayı sesini duyurmak için çareyi dergilerde arar. Ama günümüzde dergiler tıpkı o zaman olduğu gibi kendi aralarında gruplaşmıştır ve ‘bizden’ saymadıkları yazarları yok sayarlar. Bu nedenle yazarlar var olabilmek adınabir aidiyet şemsiyesi ararlar. Ancak zamanla anlaşılır ki gerçek yazarlar sadece yazıya aittir. Yeteneklerini geliştirecek okumalar yapmalı ve sadece yazmalıdırlar.
Martin Eden de aşka ve onun hizmetkârı güzelliğe inanarak koyulduğu yazı yolunda tutunabilmek için çok uzun zaman insanüstü gayret sarfeder. Mentoru “kendisini ileride bekleyen hayal kırıklığından tek koruyacak şeyin yazılarına derinlik katacak olan sosyalizm” olduğunu söylediğinden okumalarını sınıfsal sorunlar ve sosyalizm üzerine kaydırır. Bir anda gazetelere çıkar ve aslında tam olarak savunmadığı hâlde siyasi mevzular yüzünden farkedilir. Bu sırada mentoru ölür ve Martin yalnız başına kaldığı dünyada birden çok ünlü olur. Kitapları çok satar ve çok kazanmaya başlar.Üniversitelerde sayısızkonferansa davet edilir. Ancak giderek alkole verir kendini ve yaptıklarından zevk alamazhâle gelir. Ününün keyfini sürmek yerine bütün dünyaya karşı nefret doludur.
Zaten yetiştiği ortam itibariyle hoyratlık ve zulüm görmüş, bunu öğrenmiştir. Ancak daha ilk öykülerini yazdığında bile kibirli,cüretkâr ve kavgacıdır. Ünlü olduktan sonra da bu hâli sürer.Herkesi hakir görmeye devam eder. Buna rağmen aynı yazıları gönderdiğinde onu umursamayan dergiler, yayınevleri şimdi peşinden koşmaktadır. Bu ikiyüzlülükten tiksinir. Daha fazla alkole verir kendini. Yayıncısının Oblomov’ a benzettiği bir karakter olur çıkar.
Yıllardır peşinden koştuğu sevgilisi annesinin baskısıyla Martin’den uzak dururken ünlü olmasından sonra konferanslarında takipçisi olur. Hatta bizzat annesi tarafından yazarın evine getirilir. Yıllardır özlediği kadını karşısında görünce hasretle sarılır. Ama kendine gelmesi uzun sürmez ve ona şöyle der:
“Evet hayattan iğrenir oldum Elena, hayatı o kadar yoğun yaşadım ki artık hiçbir şeyi arzulamıyorum. Eğer arzulayabilseydim benim ol isterdim ama biliyorum ki artık olmaz ve sen bugüne kadar bana hiç güvenmedin benden hep utandın. Şimdi de defol git.”
Martin ünlü olduktan sonra derbeder bir hayat yaşadığından, ona değer verenleri de kendinden uzaklaştırdığındanhayatı anlamsızlaşır. Ömrünce deliler gibi yazmış, anlaşılmak, sevilmek istemiştir. Ama buraya gelene kadar yüzüne kapanan kapılar yüzünden yorulmuş, ünlü olduktan sonra çok alkışlanır çok sevilir olsa da bunların hiçbiri onu tatmin etmemiştir. Vardığı yerde yaşadığı tek gerçek duygu hayal kırıklığıdır ve mentorunun dediği gibi sosyalizm onu bundan koruyacak bir sağlam inanç hâli sağlamamıştır. Başkaca herhangi bir maddi manevi zırha da sahip değildir.Hayat giderek anlamsızlaşmıştır ve artık yazmak bile önemini kaybetmiştir.Daha fazla yaşamanın da anlamı yoktur. Ve Martin çok genç yaşında hayata veda eder.
Filmin bende bıraktığı his, “Yeni dünyanın, modern dünyanın dini sanat, yeni peygamberleri de sanatçılardır,”diyen, edebiyatla tüm boşlukların dolacağını zannedenler için zirveden kötü haberin olmasıdır.
İnsanın gerçek bir amaç bularak hayatını anlamlandırması gerektiğini,edebiyatın, kelimelerin amaç değil araç olduğunu bize acı sonuyla en iyi anlatan Martin Eden karakteri olmuştur.
Edebiyatsız kalmayalım ama edebiyata da tapmayalım.