https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Gençleştiren Elmaların ve İyileştiren Suyun Masalı

 

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal, pireler berber iken, bilinmeyen bir yerde bilinmeyen bir ülke, bu ülkeyi yöneten bir çar ve çarın da üç oğlu varmış. Büyüğün adı Fyodr, ortancasının adı Vasiliy, küçüğünün adı ise İvan imiş.

Çar, yiğit adammış, ülkesini adaletle yönetmiş, halkını mutlu etmiş. Gel zaman git zaman o da yaşlanmış, güçten düşmüş, gözleri göremez olmuş. Haline çok üzülüyormuş. Sonra duymuş ki, kırk dağın ardındaki kırkıncı çarlıkta bir ağaç, o ağacın dibinde de bir kuyu varmış. O ağacın elmasını yerse yeniden gençleşecek, kuyunun suyuyla gözlerini yıkarsa yeniden görecekmiş. Çar, bir şölen düzenlemiş, çarlığında yaşayan herkesi davet etmiş. Şölenin ortasında konuklarına demiş ki:

“Savaşçılardan, sipahilerden, avcılardan her kim, kırk dağın ardındaki kırkıncı çarlığa giderse, oradaki gençleştiren ağacı, iyileştiren kuyuyu bulursa, ağacın elmasından, kuyunun suyundan getirirse o yiğide çarlığımın yarısını vereceğim.”

Büyük ortancanın arkasına saklanmış, ortanca küçüğün arkasına. Küçükten de cevap gelmemiş. O zaman Fyodröne çıkmış,

“Babam, çarlığımızı yabancıya vermeye razı değilim. Ben o yola düşeceğim, kırk dağı aşacağım, kırkıncı çarlığa gideceğim, ağacı, kuyuyu bulacağım. Sana ağacın elmasından, kuyunun suyundan getireceğim,” demiş.

Fyodr, ahırlara gitmiş, hiç binilmemiş atı, hiç dizginlememiş dizgini, hiç kamçılamamış kamçıyı seçmiş. Yola koyulmuş. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Yol üçe ayrılmış. Yolun ayrımında bir taş varmış. Taşın üstünde “Sağa gidersen kendini kurtarırsın, atını kaybedersin. Sola gidersen atını kurtarırsın, kendini kaybedersin. Ortadan gidersen eşini bulursun,” yazıyormuş. Fyodr, düşünmüş, taşınmış, eşini bulacağı yere gitmeye karar vermiş. Gitmiş, gitmiş, gitmiş, sonunda altın kubbenin altındaki kuleye varmış. Kuleden güzeller güzeli bir kız çıkmış, Fyodr’a demiş ki:

“Çarın Oğlu, seni eyerinden indireceğim. Benimle gel, yiyecek ekmek, tuz vereyim, yatacak yatak vereyim.”

“Olmaz, Güzeller Güzeli, ekmek, tuz istemem, yatak istemem. Bir an evvel yoluma gitmem gerek.”

“Çarın Oğlu, ne acele edersin? Yolda sana ne var ki?”

Sonra güzeller güzeli, Fyodr’ı eyerinden indirmiş, kuleye götürmüş, yemek vermiş, yatağa yatırmış. Fyodr, tam uzanmış ki, Güzeller Güzeli, yatağı ters döndürüvermiş. Fyodr, yerin altına derin çukura düşmüş.

Gel zaman git zaman bakmış, Fyodr dönmüyor, çar, yeni bir şölen daha düzenlemiş. Beylerine, komutanlarına demiş ki:

“Savaşçılardan, sipahilerden, avcılardan her kim, kırk dağın ardındaki kırkıncı çarlığa giderse, oradaki gençleştiren ağacı, iyileştiren kuyuyu bulursa, ağacın elmasından, kuyunun suyundan getirirse o yiğide çarlığımın yarısını vereceğim.”

Gene büyük ortancanın arkasına saklanmış, ortanca küçüğün arkasına. Küçükten de cevap gelmemiş. Bu kez Vasiliyöne çıkmış,

“Babam, çarlığımızın başka ellere düşmesine razı değilim. Ben, o yola çıkacağım, elmayı, suyu bulup sana kendi ellerimle getireceğim,” demiş.

Vasiliy de ahırlara gitmiş, hiç binilmemiş atı, hiç dizginlememiş dizgini, hiç kamçılamamış kamçıyı seçmiş. Yola koyulmuş. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, yol ayrımına gelmiş. Ne yöne gideceğini bilememiş. Yolun ayrımında bir taş varmış. Taşın üstünde “Sağa gidersen kendini kurtarırsın, atını kaybedersin. Sola gidersen atını kurtarırsın, kendini kaybedersin. Ortadan gidersen eşini bulursun.” yazıyormuş. Vasiliy de eşini bulacağı yere gitmeye karar vermiş. Gitmiş, gitmiş, gitmiş, sonunda altın kubbeli kuleye varmış. Kuleden güzeller güzeli bir kız çıkmış, Vasiliy’e demiş ki:

“Çarın Oğlu, gitmek için acele etme. Yolda sana ne var ki?”

Sonra Güzeller Güzeli, Vasiliy’i eyerinden indirmiş, kuleye götürmüş, yedirmiş, içirmiş, uykuya yatırmış. Vasiliy, tam uzanmış ki, Güzeller Güzeli, yatağı ders döndürmüş, Vasiliy, yerin altına derin çukura uçmuş. Biri sormuş:

“Kim düşüyor?”

“Vasiliy. Peki, kim oturuyor?”

“Fyodr.”

“Bak işte, kardeş, buluştuk!”

Gel zaman, git zaman, Çar, üçüncü kez bir şölen düzenlemiş, çarlığında yaşayan herkesi davet etmiş. Şölenin ortasında konuklarına demiş ki:

“Savaşçılardan, sipahilerden, avcılardan her kim, kırk dağın ardındaki kırkıncı beyliğe giderse, oradaki gençleştiren ağacı, iyileştiren kuyuyu bulursa, ağacın elmasından, kuyunun suyundan getirirse o yiğide çarlığımın yarısını vereceğim.”

Gene büyük ortancanın arkasına saklanmış, ortanca küçüğün arkasına. Küçükten de cevap gelmemiş. Bu kez İvan öne çıkmış ve demiş ki:

“Baba, bana hayır duanı et, deli kanımla gideyim, kırk dağı aşıp, kırkıncı beyliği bulayım, orada senin için elmayı, suyu arayayım.”

Çar, oğluna hayır duası etmiş. İvan, ahırlara gitmiş. Aklı başında bir at seçmek istemiş, ama bir türlü karar verememiş. Tam o sırada sarayın emektar ninesi ile karşılaşmış:

“Merhaba, oğlum İvan! Ne demeye üzgün üzgün oturursun?”

“Ninem, ben üzülmeyeyim de kim üzülsün? Aklı başında bir at ararım, bulamam.”

“Ah oğul, niye daha önce bana sormadın ki? Güzel bir at, mahzende demir zincirle duvara bağlanmış duruyor. Onu alabilirsen senin aklı başında atın olur.”

İvan, mahzene inmiş, kapısını tekmeleyip açmış. Güzel ata gitmiş. At ayaklarını İvan’ın omuzlarına koymuş ve artık onun atı olmuş. Duvara bağlı demir zincirini çekip sökmüş, İvan ile avluya çıkmış. İvan, dizginlememiş dizgini, oturulmamış eyeri ata vurmuş. Yola çıkmışlar. Taş levhanın olduğu yol ayrımına gelince İvan düşünmüş:

“Sağa dönersem atımı kaybedeceğim. Atsız nereye giderim ki? Düz gidersem eşimi bulurum. Ama ben bunun için yola çıkmadım ki… Sola gidersem atımı kurtaracağım. Bana en iyi yol, bu yol.”

Atını sol tarafa sürmüş. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, yeşil çayırlardan, kayalık tepelerden gitmiş, günden geceye kadar gitmiş, sonunda bir kulübeye varmış. Tek pencereli kulübe bir tavuk ayağının üzerinde duruyormuş. (Çevirenin Notu: Rus mitolojisinde tavuk ayağı üzerinde duran kulübe yeryüzü dünyası ile görünmez âlem arasındaki geçişi sağlar. Kulübe dönerek kapısını bir canlıların bir ölülerin dünyasına açar. Kulübeyi ormanın cadısı ‘Baba-Yaga’ korur.)

“Kulübe, kulübe, ormana arkanı dön, bana yüzünü dön. İçine bakıp çıkacağım.”

Kulübe, arkasını ormana, yüzünü İvan’a dönmüş. İvan, kulübenin içine girmiş, içeride ormanın yaşlı cadısı Baba-Yaga oturuyor, ipek eğirip iplikleri bahçeye atıyormuş.

“Tü… Tü… Tü… Daha önce görülmemiş, duyulmamış, Rus canı geldi şimdi.”

İvan, ona demiş ki:

“Baba-Yaga, kemik ayak, dereyi görmeden paçaları sıvama, yiğidi tanımadan kötüleme. (Çevirenin Notu: Baba-Yaga’nın bir ayağı kemiktir.)Sen şimdi bana, iyi yürekli yiğide, yolcuya bak. Yedir, içir, döşeği ser. Ben yatayım, sen başucuma gel, sana anlatayım: Kimim? Nereden gelirim? Nereye giderim?”

Baba-Yaga, İvan’ın bütün dediklerini yapmış, Çarın Oğlu’nu yedirmiş, içirmiş, yatağına yatırmış, başucuna oturmuş ve başlamış sormaya:

“Nerelisin, yolcu, iyi yürekli yiğit? Anan, baban kim?”

“Nineciğim, ben, bilinmeyen yerdeki bilinmeyen ülkeninçarının oğlu İvan’ım. Kırk dağın ardındaki kırkıncı çarlığa, gençleştiren ağacı, iyileştiren suyu bulmaya gidiyorum.”

“Yolun uzun, oğul. Gençleştiren ağaç ve iyileştiren kuyu,güçlü kuvvetli bahadır Mavi Çiçek’in ülkesindendir. Mavi Çiçek, benim yeğenimdir. Bilmem ki, izin verir mi?”

“Ah, nineciğim, bana akıl ver, doğru yolu göster, nasıl edeyim?”

“Buradan çok yiğit geçti, ama çok azı benimle böyle saygılı konuştu. Oğulcuğum, benim atımı al, daha çeviktir.Seni ortanca ablama götürür. O sana doğru yolu gösterir.”

İvan, sabah şafak vakti uyanmış, tertemiz yıkanmış, Baba-Yaga’ya teşekkür etmiş. Baba-Yaga’nın atına atlamış ve yola koyulmuş.

Birden atına demiş ki:

“Dur! Eldivenimi düşürdüm.”

At cevap vermiş:

“Daha sen konuşurken iki yüzversti geçtim bile…”

İvan, az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Gün, geceye dönmüş. Tam önünde tavuk ayağının üstünde duran, tek pencereli bir kulübe karşısına çıkmış.

“Kulübe, kulübe, ormana arkanı dön, bana yüzünü dön. İçine bakıp çıkacağım.”

Kulübe, ormana arkasını dönmüş, İvan’a yüzünü.

Aniden bir kişneme sesi duyulmuş. İvan’ın atı bu sese karşılık vermiş. Ardından öncekinden yaşlı Baba-Yaga’nın sesi duyulmuş. Demiş ki:

“Galiba küçük kardeşim bana misafirliğe gelmiş.”

Sundurmaya çıkmış.

“Tü… Tü… Tü… Daha önce görülmemiş, duyulmamış, Rus canı geldi şimdi.”

İvan, ona demiş ki:

“Baba-Yaga, kemik ayak, misafiri elbise ile karşıla, akıl ile uğurla. Atımı tımarlasan, beni, yürekli yiğidi, yolcuyu yedirsen, içirsen, yatırsan…”

Baba-Yaga, İvan’ın bütün dediklerini yapmış. Atını tımarlamış, İvan’ı yedirmiş, içirmiş, yatağa yatırmış ve başlamış sormaya, nereden gelir, nereye gider, diye.

“Nineciğim, ben, bilinmeyen yerdeki bilinmeyen ülkenin çarının oğlu İvan’ım. Gençleştiren ağacı, iyileştiren suyu bulmaya güçlü kuvvetli bahadır Mavi Çiçek’e gidiyorum.”

“Oğul, bilmem ki, sana izin verir mi? Mavi Çiçek’e ulaşmak için sana bilgelik gerek.”

“Ah, nineciğim, bana akıl ver, doğru yolu göster, nasıl edeyim?”

“Buradan çok yiğit geçti ama çok azı benimle böyle saygılı konuştu. Oğulcuğum, benim atımı al, seni büyük ablama götürsün. O sana doğru yolu gösterir.”

İvan, sabah şafak vakti uyanmış, tertemiz yıkanmış, Baba-Yaga’ya teşekkür etmiş. Baba-Yaga’nın atına atlamış ve yola koyulmuş.

Birden atına demiş ki:

“Dur! Eldivenimi düşürdüm.”

At cevap vermiş:

“Daha sen konuşurken üç yüz versti geçtim bile…”

İvan, günden geceye, tan yerinin ağarmasından kırmızı güneşin batmasına kadar yol gitmiş. Tam önünde tavuk ayağının üstünde duran, tek pencereli bir kulübe karşısına çıkmış.

“Kulübe, kulübe, ormana arkanı dön, bana yüzünü dön. Bir asır kalmayacağım, bir gece kalacağım.”

Aniden bir at kişnemiş, İvan’ın atı ona cevap vermiş. Sundurmaya, çok yaşlı, hepsinden yaşlı Baba-Yaga çıkmış. Bakmış, at kardeşinin atı, binicisi başka ülkenin yakışıklı yiğidi… İvan, onun önünde saygıyla diz çökmüş ve orada geceyi geçirmek için izin istemiş. Yapacak bir şey yok! Yatacak yer yanında taşınmaz ya… Gece yatmak herkese gerek; yayaya da, atlıya da, fakire de, zengine de.

Baba-Yaga yapılması gerekeni yapmış, atını almış, tımarlamış, İvan’ı yedirmiş, içirmiş ve başlamış ona sorular sormaya: Kimdir? Nereden gelir? Nereye gider?

“Nineciğim, ben, bilinmeyen yerdeki bilinmeyen ülkenin çarının oğlu İvan’ım. Küçük kardeşine gittim, ortancaya yolladı. Ortancaya gittim, sana yolladı. Bana akıl ver, doğru yolu göster. Gençleştiren elmanın, iyileştiren suyun sahibi Mavi Çiçek’e nasıl gideyim?”

“Sana yardım edeceğim. Mavi Çiçek, benim yeğenimdir, güçlü kudretli bahadırdır. Çarlığının çevresinde üç kulaç yüksekliğinde, bir kulaç genişliğinde duvar vardır. Duvarın kapısında otuz bahardır nöbet tutar. Seni kapıdan bırakmazlar. Gecenin yarısı benim atımla gitmen gerek. Duvara kadar atı sür. Orada atın sağrısına hiç kamçılamamış kamçıyla vur. At, duvarın üzerinden atlar. Onu bağla. Bahçeye gir. Gençleştiren elmaların ağacını ve ağacın altında kuyuyu göreceksin. Üç elma al, daha fazla alma. Sonra da kuyudan su çek, on iki boynuzlu güğüme koy. Mavi Çiçek uyuyor olacak. Sakın kuleye girme. Atına bin, sağrısına vur. O seni duvarın üzerinden geçirir.”

İvan, yaşlı ninede konaklamamış, iyi atına binmiş ve gece vakti yola çıkmış. At, bataklıklardan sıçrayarak geçmiş, kuyruğu nehirleri, gölleri süpürmüş.

Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, gecenin yarısında İvan, yüksek duvarın önüne gelmiş. Kapıda otuz kudretli yiğit nöbette uyuyormuş. Güzel atına hiç kamçılamamış kamçı ile vurmuş. At, kızgınlıkla atılmış, duvarın üzerinden atlamış. İvan atından inmiş, bahçeye girmiş ve görmüş ki, gümüş yapraklı elma ağacı altın elmalarıyla karşısında duruyor, altında da bir kuyu var. İvan, üç elmayı koparmış, su çekmiş, on iki boynuzlu güğüme koymuş. İşi bitince güçlü kudretli bahadır Mavi Çiçek’i görmeyi çok istemiş.

Dayanamamış, kuleye girmiş. Bakmış ki, bir tarafta yedi bahadır kız, diğer tarafta da yedi bahadır kız uyuyor, ortalarında da Mavi Çiçek yatıyor. İvan, sessizce Mavi Çiçek’in yanına gelmiş, onu öpmüş ve dışarı çıkmış. Güzel atına binmiş. At, ona insan sesiyle:

“Söz dinlemedin, Çarın Oğlu İvan, Mavi Çiçek’in kulesine girdin. Ben de duvardan atlamayacağım.” demiş.

İvan, ata kamçıyla vurmuş:

“Güzel at, kurtları doyuran, otla doyan, burada gece kalamayız, kalırsak kellemizi kaybederiz.”

At, bu sözleri duyunca duvarı atlamış, ama duvara bir nalı değmiş, nalın sesine muhafızlar uyanmış, çanları çalmışlar.

Güzel Mavi Çiçek de uyanmış, hırsızlığı görmüş:

“Uyanın, hırsız var!”

Atının eyerlenmesini emretmiş. On dört bahadır kız ile İvan’ı takibe koyulmuş.

İvan, dörtnala atını sürmüş, Mavi Çiçek de onu takip etmiş. En yaşlı Baba-Yaga’ya kadar gitmiş. Orada atı hazırmış bile. Yeni ata atlamış, kaçmaya devam etmiş. Tam kapıdan çıkmış, kapıya Mavi Çiçek gelmiş, Baba-Yaga’ya sormuş:

“Nineciğim, buradan bir düşman geçti mi?”

“Hayır, çocuğum.”

“Nineciğim, buradan bir yiğit geçti mi?”

“Hayır, çocuğum. Yola çıkmadan süt içmek ister misin?”

“İçerdim, nineciğim, ama ineği sağmak uzun sürer.”

“Sen merak etme, hemencecik sağarım.”

Baba-Yaga, ineğin yanına gitmiş, sütü sağmak için de hiç acele etmemiş. Mavi Çiçek sütten içmiş, sonra gene İvan’ın peşine düşmüş.

İvan, ortanca Baba-Yaga’ya ulaşmış, atını değiştirmiş ve yeniden yola düşmüş. O kapıdan çıkmış, kapıya Mavi Çiçek gelmiş.

“Nineciğim, buradan bir düşman, bir yiğit geçti mi?”

“Hayır, çocuğum. Yola çıkmadan çörek yemek ister misin?”

“Ama pişirmesi uzun sürer.”

“Sen merak etme, hemencecik pişiririm.”

Baba-Yaga çörekleri hazırlamış, pişirmek için de hiç acele etmemiş. Mavi Çiçek, onlardan yemiş ve yeniden İvan’ın peşine düşmüş.

İvan, en genç Baba-Yaga’ya ulaşmış, atından inmiş, kendi atına binmiş, tam kapıdan çıkmış, kapıya Mavi Çiçek gelmiş. Baba-Yaga’ya oradan bir yiğidin geçip geçmediğini sormuş:

“Hayır, çocuğum. Yola çıkmadan yıkanmak ister misin?”

“Ama suyu ısıtması uzun sürer.”

“Sen merak etme, hemencecik ısıtırım.”

Baba-Yaga, suyu ısıtmış, her şeyi hazırlamış. Mavi Çiçek yıkanmış, kurulanmış ve tekrar takibe koyulmuş. Atı tepelerden tepelere atlamış, nehirleri, gölleri kuyruğuyla süpürmüş, İvan’a yetişmiş.

İvan arkasına bakmış, görmüş ki, on dört bahadır kız ve on beşincisi Mavi Çiçek ona yetişmişler, kellesini almaya geliyorlar. Atını durdurmuş. Mavi Çiçek bağırmış:

“Ey hırsız, izinsiz kuyumdan içtin, üstelik de ağzını kapamadın.”

İvan da kıza:

“Vuruşalım. Üç kere atımızı birbirine sürelim. Güçlerimizi sınayalım,” demiş.

Mavi Çiçek kabul etmiş. Üç silah almışlar: Demir topuz, uzun mızrak, keskin kılıç. Üç kere atlarını birbirine sürmüşler. Topuz vurmuşlar, mızrak atmışlar, kılıç sallamışlar. Ama ikisi de atının üstünde kalmış.

Sabahtan akşama, tan yerinin ağarmasından kızıl güneşin batmasına kadar vuruşmuşlar. Sonunda İvan atından düşmüş. Mavi Çiçek, dizini İvan’ın göğsüne koymuş, hançerini çekmiş. İvan, ona demiş ki:

“Güzel Mavi Çiçek, kıyma bana. Beni beyaz ellerine al, yerden kaldır, dudaklarımdan öp.”

Mavi Çiçek, İvan’ı yerden kaldırmış ve tatlı dudaklarından öpmüş. Orada temiz tarlada, uçsuz bucaksız açıklıkta, yemyeşil çayırların üzerinde çadır kurmuşlar, üç gün üç gece kalmışlar. Nişanlanmışlar, birbirlerine yüzük vermişler. Mavi Çiçek, İvan’a demiş ki:

“Ben evime gideyim, sen evine git. Hiç başka yere bakma, yolundan ayrılma. Kendi çarlığında beni üç yıl bekle.”

Atlarına binmişler ve ayrılmışlar… İvan, az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, taş levhanın olduğu üç yolun ayrımına kadar gelmiş ve düşünmüş ki:

“Böyle olmaz! Ben eve gidiyorum, ağabeylerimden ise haber yok.”

Mavi Çiçek’in sözünden çıkarak eşin bulunacağı yola gitmiş. Altın kubbenin altındaki kuleye gelmiş. İvan’ın atı kişnemiş, ağabeylerinin atları cevap vermiş. Çünkü bu atların hepsi aynı sürüdenmiş.

İvan eşiğe gelmiş, kapıyı çalmış. Kulenin kubbesi titremiş, pencereleri bükülmüş. Güzeller güzeli bir kız dışarı çıkmış.

“Ah, Çarın Oğlu İvan, seni çok uzun zamandır bekliyorum. Benimle gel, sana yemek için ekmek, tuz, yatmak için döşek vereyim. İvan, yemekten yememiş, içecekten içmemiş, hepsini masanın altına dökmüş. Sonra Güzeller Güzeli onu yatak odasına götürmüş.

“Uyu, İvan, uyu.”

İvan ise onu karyolaya itmiş, karyolayı döndürmüş, kız, derin kuyunun içine uçmuş.

İvan, kuyunun yanına diz çökmüş, içine bağırmış:

“Orada biri var mı?”

Kuyudan cevap vermişler:

“Fyodr ve Vasiliy burada.”

İvan, kardeşlerini kuyudan çıkarmış. Yüzleri simsiyahmış, derilerinden toprak büyüyormuş. İvan, iyileştiren suyla yüzlerini yıkamış. Gene eskisi gibi olmuşlar.

Hep birlikte atlarına binmişler ve yola koyulmuşlar. Az gitmişler, uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler, yol ayrımına gelmişler. İvan, kardeşlerine demiş ki:

“Siz benim atıma bakın, ben biraz uyuyayım.”

İpek çayırlara bahadır uykusuna yatmış. Fyodr, Vasiliy’e dönmüş:

“Gençleştiren elmalar ve iyileştiren su olmadan dönersek, onurumuz kalmaz, babam bize kaz güttürür.” demiş.

Vasiliy cevap vermiş:

“Haydi, İvan’ı uçurumdan yuvarlayalım, elmaları ve suyu alalım, babamın ellerine biz verelim.”

İvan’ın çantasından elmaları ve suyu almışlar, onu da uçurumdan aşağı yuvarlamışlar. İvan, uçurumdan aşağı üç gün üç gece uçmuş.

Sonunda, tam denizin kıyısına düşmüş. Kendine gelince, bakmış ki, ne görsün: Sadece gökyüzü ve deniz var. Bir de yaşlı bir meşenin altında kuş yavruları. Kuvvetli rüzgâr üstlerine üstlerine esiyor.

İvan, kaftanını çıkarmış, yavruların üzerine örtmüş, kendisi de meşeye sığınmış.

Bir süre sonra rüzgâr yatışmış. Büyük kuş Nagay uzaklardan uçarak gelmiş, meşenin altına oturmuş ve yavrularına sormuş:

“Yavrularım, rüzgâr sizi öldürmedi mi?”

“Üzülme, anne. Bu Rus bizi kurtardı, kendi kaftanını bize örttü.”

Kuş Nagay, İvan’a sormuş:

“Ne demeye buraya düştün, iyi insan?”

“Gençleştiren elmalar ve iyileştiren su yüzünden öz kardeşlerim beni bu uçuruma attılar.”

“Sen benim yavrularımı kurtardın, dile benden ne dilersen: Altınlar mı, gümüşler mi, değerli taşlar mı?”

“Hiçbiri gerekmez bana, Nagay Kuş, altınlar da, gümüşler de, değerli taşlar da… Beni ülkeme götüremez misin?”

Nagay Kuş cevap vermiş:

“Bana iki fıçıyı etle doldur.”

İvan, deniz kıyısında kazlara, kuğulara, ördeklere ok atmış, iki fıçıyı etle doldurmuş. Birini Nagay Kuş’un sol omzuna, diğerini sağ omzuna yerleştirmiş, kendisi de sırtına oturmuş. Nagay Kuş, yükselmiş, yukarı uçmuş. İvan da kuşu beslemeye başlamış.

Kuş uçtukça, İvan et vermiş. Az gitmişler, uz gitmişler, İvan, iki fıçı eti de bitirmiş. Nagay Kuş yeniden başını çevirmiş. İvan, bıçağını almış, bir ayağından bir lokma kesmiş, kuşa vermiş. Kuş uçmuş, uçmuş, gene başını çevirmiş. İvan da diğer bacağından bir lokma kesmiş, Nagay’a vermiş. Artık uçacak çok yol kalmamış. Nagay Kuş, bir kez daha kafasını çevirince İvan, göğsünden bir lokma kesip, Nagay’a vermiş.

Nagay Kuş, İvan’ı ülkesine kadar getirmiş.

“Bütün yol boyu beni çok güzel besledin. Hele son verdiğin lokma kadar tatlı eti ben hayatımda yemedim.”

O zaman, İvan, yaralarını kuşa göstermiş. Nagay Kuş, geğirmiş, geğirmiş ve üç lokma eti geri çıkarmış.

“Bu etleri yerlerine yerleştir.”

İvan, kuşun dediğini yapmış ve etler kemiğe kaynayıvermiş.

“Şimdi, sırtımdan in. Artık evime döneyim.”

Nagay Kuş, yükseklere uçmuş, İvan da evinin yolunu tutmuş.

Başkente gelmiş ve öğrenmiş ki, Fyodr ve Vasiliy, babasına gençleştiren elmaları ve iyileştiren suyu götürmüş. Çar iyileşmiş, demir gibi sağlıklı, kartal gibi görür olmuş. İvan, anasına babasına gitmemiş…

Bu sırada kırk dağın ardındaki kırkıncı çarlıkta güçlü bahadır Mavi Çiçek iki oğlan doğurmuş. Bu oğlanlar, günlerle değil, saatlerle büyüyormuş. Üç koca yıl geçmiş. Mavi Çiçek, oğullarını almış, askerlerini toplamış ve İvan’ı aramaya yola çıkmış.

İvan’ın çarlığına gelmiş ve temiz tarlada, uçsuz bucaksız açıklıkta, yemyeşil çayırların üzerinde ak çadırını kurmuş. Çadıra giden yola çuha çiçekleri döşemiş. Sonra da başkente, çara habercilerini yollamış:

“Çar, oğlunu gönder. Göndermezsen bütün çarlığını yıkarım, yakarım, seni de esir ederim.”

Çar korkmuş ve büyük oğlu Fyodr’ı göndermiş. Fyodr, çuha çiçekleri boyunca yürümüş, ak çadıra yaklaşmış. İki çocuk dışarı koşmuş:

“Anacığım, bu gelen babamız mıdır?”

“Hayır, yavrularım, o sizin amcanız.”

“Öyleyse ona ne yapalım?”

“Yavrularım, onu güzelce ağırlayın.”

O zaman ikisi sopaları almışlar ve Fyodr’ın sırtına vurmaya başlamışlar. Öyle çok dövmüşler ki, Fyodr sonunda tabanları yağlamak zorunda kalmış.

Mavi Çiçek, Çar’a yeniden haber yollamış:

“Oğlunu gönder…”

Çar bu sefer daha çok korkmuş, ortanca oğlunu göndermiş. Vasiliy çadıra yaklaşmış. İki oğlan çadırdan koşarak çıkmışlar:

“Anacığım, bu gelen babamız mıdır?”

“Hayır, yavrularım, o sizin amcanız. Onu güzelce ağırlayın.”

İkisi amcalarına sopalarla gene bir temiz dayak atmışlar. Öyle çok dövmüşler ki, Vasiliy de tabanları yağlamak zorunda kalmış. Mavi Çiçek, Çar’a üçüncü kez haber göndermiş:

“Üçüncü oğlunu ara, Çar. Bulamazsan, bütün çarlığını yıkarım, yakarım.”

Çar, daha da çok korkmuş. Kardeşleri İvan’ı bulsunlar, diye Fyodrve Vasiliy’i göndermek istemiş. O zaman iki kardeş, babalarının ayağına kapanmış ve gerçeği itiraf etmişler. İvan’dan gençleştiren elmaları ve iyileştiren suyu alıp, onu nasıl uçurumdan aşağı attıklarını anlatmışlar.

Olanı biteni duyan Çar, gözyaşlarına boğulmuş.

Bunlar olurken İvan, Mavi Çiçek’e kendisi gitmiş. Ak çadıra yaklaşmış. İki çocuk dışarı koşmuş:

“Anacığım, anacığım, biri bize geliyor.”

Mavi Çiçek, onlara demiş ki:

“Ak ellerinden tutun, onu çadıra getirin. O sizin babanızdır. Suçsuz yere tam üç yıl acı çekti.”

O zaman İvan’ı ak ellerinden tutmuşlar, çadıra getirmişler. Mavi Çiçek, İvan’ı yıkamış, saçlarını kesmiş, ona güzel elbiseler giydirmiş ve uykuya yatırmış…

Ertesi gün Mavi Çiçek ve İvan saraya gitmişler. Herkes için büyük bir şölen düzenlenmiş, düğün yemeği verilmiş. Fyodr ve Vasiliy’nin yaptıklarından sonra hiç itibarları kalmamış, onları saraydan sürmüşler. Nerede akşam, orada sabah yaşamaya başlamışlar.

İvan, ülkesinden ayrılmış, Mavi Çiçek’in çarlığına göçmüş.

Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.