https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Romain Gary Kimdir?

Romain Gary, 20.yy. Fransız edebiyatının önemli yazarlarından biridir.1914 yılında Litvanya’da Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Eserlerinde ailesinin kökeni, çocukluğu ve yazarlık serüveniyle ilgili bilgiler sıkça yer alır. Örneğin Yahudilik, Polonya’ da ki yaşamı, babasız büyümesi ve beyin sklerozu.

1956 yılında yayımlanan Cennetin Kökleri adlı eseriyle Goncourt Ödülü’nü kazanır. Bu ödülden sonra da edebi eserlerine devam eder. Kendini tekrar ettiğini öne süren Fransız eleştirmenlerinin söylemleri üzerine Romain Gary, Emile Ajar mahlasıyla – Jung’un Personası gibi- kendine yeni bir kimlik yaratır. Emile Ajar mahlasıyla yazdığı “Onca Yoksulluk Varken” 1975 yılında Goncourt Ödülü’ne layık görülür. En prestijli edebiyat ödüllerinden Goncourt Ödülü’nü iki kez kazanan tek yazardır Romain Gary. Yazar 1980 yılında Paris’te intihar etmiştir. Emile Ajar’ın kendisinin takma adı olduğunu da açıkladığı intihar mektubunda şöyle yazmıştır : “ Çok eğlendim, teşekkür ederim. Hoşça kalın.”   Edebiyat tarihine “ Ajar Olayı” diye geçen bu oyun, yazarın kendini yok ederek sil baştan yeniden var edişinin romanına – ‘Yalan-Roman’a- konu edilmiştir.

 

Emile Ajar Yalan-Roman’ı Üzerine

Bu yapıt, Romain Gary’nin Emile Ajar mahlasıyla yazdığıOnca Yoksulluk Varken adlı eserinin tamamlayıcısıdır ve Ajar’ı kurtarma girişimi olarak ortaya çıkmıştır. Romain Gary’nin yarattığı yazınsal personasının adını temizlemek için bu eseri ortaya koyduğu söylenir. Eserinde içinde bulunduğu edebiyat dünyasının kirliliğini, sistemin kaypaklığını, eleştirmenlerin yanlış yargılarını, toplumsal baskıyı, bireyin toplum içinde kendi olma arayışını ve tüm arayışına rağmen olamamasını felsefe, psikoloji ve sosyoloji disiplinlerine değinerek çok güzel anlatır.

Yaratıcı tüm eylemler,kendi gerçeğini arar; arayışını özgün bir dille anlatan, sunduğu temayı kavramsallaştırmayı başaranlar, ancak eylemlerini bir esere dönüştürebilir.Sanatsalyapıtlar,üretildiği sürecin bireysel, toplumsal, ulusal görüşlerini hiç kuşkusuz ki içeriğinde taşır. Edebi eserleri yaratan yazarların bakış açısıyla gerçekliği algılayış biçimlerinin,o muhteşem yapıtları biçimlendiren temel koşul olduğu kanaatindeyim. Romain Gary’nin Yalan – Roman adlı eserinde de yazarın ana yöneliminin bu olduğu görülüyor.

  1. yüzyılda bilimsel anlamda değişen gerçeklik algılayışı, zaman içinde sanatı, psikoloji, psikiyatri disiplinlerini de etkilemiştir.Gerçek, artık Newton fiziğinin öne sürdüğü kadar somut, mantıklı ve ölçülebilir değil.Zamanın doğrusal olmadığını, ışık hızına göre değiştiğini kanıtlayan Einstein fiziği ile mekâna, maddeye gözlemcinin çabasıyla bağıntılı aşkınlık, çokça belirsizlik katanHeisenberg’in fiziği neticesinde, zaman,mekân ve madde oldukça göreceleşmiştir.Zaten psikolojinin, felsefenin alt grubundan ayrılıp otonom bir bilim dalı olarak ortaya çıkması da19. yüzyılın sonu 20. yüzyılın başlarıdır.Psikolojiye tüm bu kazanımı sağlayan üç önemli bilim adamı: Sigmund Freud, Alfred Adler ve Carl Gustav Jung’dur.Jung’un Psişe olarak adlandırdığı insan zihninin içinde Persona, Ben, Gölge, Anima ve Animus gibi işlevleri farklı, pek çok katman vardır.Okumalarımı analitik olarak düşündüğümde Jung’un İçe Dönük Duyumsal Psikolojik Tipolojisine Romain Gary’ipekâla koyabiliriz.

Romain Gary, bu romanda ‘kendi olma sorununu’ çoklu kimlikle yaşadığı içsel çatışmalardan yola çıkarak ironik, akıcı, usta bir dille okura sunuyor. Dolayısıyla çokça otobiyografik özellikler taşıyor roman.Gizli olmanın ona sunduğu rahatlıkla kendini yok ederek kendi gerçeğine ulaşan bir sanatçının iç dünyasına sızıyoruz. Kendini onu tanıyanların gözlerinden uzakta özgür istemiyle yeniden tasarlıyor yazar.Bu süreç kitapta o kadar ustaca işleniyor ki sanki yeniden yeniden tasarlanan bir karakterin dönüşüm hikayesinin içinde buluveriyoruzkendimizi.

Roman kahramanı yazarımız, Paul Pavlowitch, kendi olmak için gerçeklik illüzyonunu bile isteye kırarken,elleriyle yarattığı EmileAjar personasının ona sunduğu özgürlüğün de ancak bir yanılsama olmaktan ileriye gidemediğini fark ediyor. Şöyle ki toplumsal yaşam içinde yaratılan her ben kimliğinin,bir diğer bene bağlı olduğu gerçeğiyle yüzleşiyor ana karakter yazar Paul.Macoutedayı’nınyazara, yazarın Macoute dayıya olan ihtiyacı ya da romandaki diğer karakterDoktor Christianssen’in yazara ve yazarın Doktora olan ihtiyacı gibi. Yazar burada biraz da Hegel’in felsefesine işaret ediyor:Kendilik bilinci ile ötekinin arasındaki ilişki, insanın kendilik yolculuğunu tamamlamasına müsaade etmez. Kendini ötekinde gören birey, kendi çabasını da kullanarak kendilik bilincine kavuşsa bile hem kendini ötekinin gözüyle gördüğü bakış açısı hem de kişinin kendi bakış açısı sürekli değiştiğinden ucu açık asla tamamlanmayan bir sürecin sarmalına girer. Üstelik yalnızca öteki ve kişinin idraki değildir bu. Genel sistemde de kişinin kendiliği dikkate alındığı gibi aynı zamanda içinde yaşadığı toplumda kişinin özelliklerini, ürettiği yapıtları, eylemlerini sürekli eleştirir, acımasızca yargılar.İşte bu kitapta Romain Gary, modernizmin ortaya çıkışıyla beraber edebiyat dünyasında da artan rekabetin sanatçıyı ya da insanı ne kadar yalnızlaştırdığını, topluma ve kendine nasıl yabancılaştırdığını ironik bir dille eleştiriyor.Gary, kendi olma yolunu kendini tekrar etme olarak sertçe eleştiren bir sistemeinat, kendini yok ederek kendindenyepyeni bir persona yaratmıştır. Yarattığı bu persona zamanla kendi gerçeğinin o kadar önüne geçmiş ve inandırıcı olmuş ki yazar ölene kadar Emile Ajar’ın o olduğu fark edilmemiş.

Var olan düzenin bir parçası olmaya direnen bir yazardır Gary. Eserlere dayatılan ödülleri bir nesne olarak var sayarsak nesnelerin gerçek insanlardan daha önemli hâle geldiği bir yapıya başkaldırıdır.Edebiyat dünyasını aldatan bu temel eylem, zamanla yazar için farklı bir boyuta evrilir: Kendini yeniden yaratma / yaratamama sorunsalına. Bu bitimsiz, büyük bir varoluş çabasıdır aynı zamanda. Romanın derin felsefi boyutu buradan gelmektedir.Bir solukta okunan bu kitap, bireyde gerçeklik arayan toplumun,bireyi nasılda kendine yabancılaştırdığını oldukça mizahi bir dille vurguluyor.

İçinde yaşadığı benlik çığlıkları altında şiirler yazan yirmi yaşında biridir Paul Pavlowitch. Ne yazarsa yazsın ruhunda hep bir çığlık kalıyor, şiştikçe şişiyor, sonra gerçeği kıran yazarın düş gücünde bazen bir piton, bazen And’larda yaşayan dev bir Akbaba oluyor ve yükseklere çıkıyor. İşte yazarın başı ilk kez orada belaya giriyor, çünkü yükseğe bir kez ulaştığından bir daha inmek istemiyor. Burada yazar, ilk aldığı ödülle toplum nazarında sahip olduğu prestiji kaybetmek istemediğini metaforik öğelerle çok güzel işliyor. Sonra yazar yarattığı imgelerle gerçekliği kırıyor ve sebzelerden bir enginar oluveriyor. Gel gör enginar olarak da kalmasına müsaade etmiyor toplum. Enginarın yaprakları bir bir yolunduğundan, tadı çıkarıla çıkarılayenildiğinden, yazar için bir enginar olmanın şair olmaktan pek farkı yoktur. Nitekim şiir de öyledir, yavaş yavaş tüketilmesi okurundan talep edilir.Eleştirmenler, bir kez yükseğe erişen Akbaba’nın enginar olma yolculuğunu da rekabetçi yeni dünyanın ziyafet masasına konu etmiş, yazarın yeni bir kimlik yaratmasına sebep olmuşlardır. Romanda çoklu kişilik bozukluğu ve şizofreniden, bir ruh çöküntüsünden bahsedilse de ana izlekte, yazarın içindeçatıştığı iki kişilik var: olmadığı kişilik ile olmak istediği kişilik. Sürekli iki benlik arasında geçen çeşitli, farklı ve asla bütüncül olamayan bir çatışma. Aslında Gary’nin tüm meselesi toplum tarafından yeniden kabul edilip o tepeden hiç inmemek değil. Onun esas meselesi,kendini, kendi faydasına yeniden yeniden kabul edebilmek. Yazar kendi deyişiyle, bunu bir varoluş zaferi olarak görüyor.

Romandan aldığım bir alıntıda şöyle diyor yazar: “Hepimiz çaktırmadan yapılan çocuklarız, hiçbirimizin olaydan haberi olmamış.”

Emile Ajar’ın uydurma olduğunu yazmış o dönemdeki gazeteler…Peki hepimiz Gary’nin dediği gibi çaktırmadan yaratılan, doğumundan haberi olmayan sonra da toplum ve aile tarafından süslenip püslenen estetize edilenbireyler değil miyiz?İnsan, sisteme zorunlu olarak boyun eğdirilen, sistemin doğurduğu çocuktur bir nevi de. İçine doğduğu habitatın gözlerini takınan, onun sunduğu koşullarda yaşayan, onun renkleriyle dünyaya bakan çocuklar…

Kendi iradesini, yazarlığını yaşadığı dönemin üst sistemine, edebiyat bilirkişilerine teslim etmemek için üzerine giydirilen deli gömleğini giymeye razı bir yazar. Tüm olanaksızlığına rağmen kendi olmak için çabalayan ve ancak parçalanmış bir kimlikle var olan, nihayetinde de kendi yarattığı kurmaca karakteri fiziki bedeninin ölümünü kurgulayarak yok eden cesur, oyunbaz bir dehadır Romain Gary.

Ruhuna saygıyla