
“Ama, zorba zorbalığından geçer mi?
Bir zorba, gerçekte, sana zarar verdiği için değil yalnızca,
zorbalığından geçmediği için zorbadır.
Bu nedenle zorbadan ya savaşarak kurtuluş vardır ya da Yusuf,
Yusuf olmaklığıyla böyle kaçıp duracak.
Ama Alageyik bunu hepimizden daha iyi bilir.”
Binlerce yıllık bir gelenek olan hikâye anlatıcılığı zamanla yerini roman, öykü gibi anlatı türlerine bırakmıştır. Ancak halk kendi içinde bu geleneği barakamamış, devam ettirerek günümüze kadar getirmiştir. Göçebe hayat kültüründe kam, baksı, şaman adı verilen anlatıcılar ateş etrafında toplanan oba halkına destanlar, efsaneler ve yapılan savaşlarda kahramanlık gösteren yiğitlerin hikâyelerini anlatır halkı eğlendirmişlerdir. Aynı zamanda hikâye şifacılık görevi de üstlenerek hastaları tedavi etmişlerdir. Şamanlar arasında en önemli isim Dede Korkut’tur. Dede Korkut Hikâyelerinde, Dede Korkut için “Oğuzların tamam bilicisiydi.” ifadesi yer alır. İslamiyet’in kabulünden sonra bu gelenek yerini halk ozanlarına bırakmıştır. Ancak şifacılık ve bilgelik vasıfları yok olarak sadece hikâye anlatıcılığı kimlikleriyle yolculuklarına devam etmişlerdir. Günümüzde bu gelenek çok az da olsa devam etmektedir. Hatta Halk hikâyeciliği alanında yapmış olduğum bitirme tezimde yer alan Osmaniye’nin Kadirli ilçesinin Bekereci köyünde yaşayan Yusuf Sıra bunlardan birisidir. (1995-1996 yıllarında yapmış olduğum bu çalışma Cumhuriyet Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Halk Edebiyatı dersi için hazırlanmış ama basılmamış lisans tezidir.)
Binlerce yıllık gelenek süredursun 19. yüzyılda Batı’dan edebiyatımıza giren roman ve öykü yavaş yavaş halk hikâyeciliği geleneğinin önüne geçmeye başlamıştır. Roman ve öyküde görülen gelişmeler ne olursa olsun anonim halk ürünleri her zaman dillerde yaşamaya devam etmiştir: anneanne ve babaannelerin anlattığı masallar; dedelerden dinlenen efsaneler…
Yazarımız Faruk Duman da bu geleneğin içinde doğmuş ve büyümüştür. Memleketi olan Ardahan (Kars ) hikâye anlatıcılığının hatta Dede Korkut Hikâyeleri’nin merkezidir. Başta annesinden olmak üzere büyüklerinden dinlediği masallar, efsaneler ve destanlarla büyüyen yazarımız çocukluk ve gençlik yıllarında yaşamış olduğu demiryolu lojmanında da kendini beslemiştir. Özellikle Tom Sawyer’ın Maceraları ve Define Adası’nı okuyarak maceracı kimliğini beslerken Karagöz gösterileri yaparak halk hikâyecisi olma yolunda ilerlemiştir. Böylece anlatılarının temelini atmıştır diyebiliriz.
İncir Tarihi romanı halk hikâyesi özelliği taşır. Binbir Gece Masalları, Dede Korkut Hikâyeleri veya Kelile ve Dimne gibi bir anlatımı vardır. Roman bir nevi pastiş olarak yazılmıştır. İç içe girmiş masal, efsane, destan hatta kıssalardan oluşmuştur. Özellikle Binbir Gece Masalları’na bir gönderme vardır. Şehrazat’ın ölümden kurtulmak için anlatmaya başladığı masalları bin bir gün devam ettirirken İncir Tarihi’nde de Zeyrek öldürmediği bir kızın katili olarak suçlandığı için kaçarken atıldığı macerayı anlatmıştır. Sonunda her ikisi de ölümden kurtulmuşlardır. Her iki eserin ortaya çıkış sebebi ölüm korkusundan kaynaklanmıştır.
Roman elli sekiz bölüm ve on beş zeylden oluşur. Her bölüm kendi içinde farklı bir masal, efsane veya kıssadır. Zeyl bölümünde ise bazı yerlerde okura telmihlerde bulunduğu hikâyelerin açıklamasını dip not biçiminde yansıtmıştır. Yazarımız halk hikâyecisi kimliğiyle zeyl bölümlerini de romanın içine yedirmiş olsaydı okuyucu konudan kopmadan Zeyrek’le yolculuğunu yapabilirdi. Bu olumsuzluğa rağmen okur, anlatılanların içerisinde büyülenmiş gibi gezmeye devam eder.
Büyülü gerçekçilikle kaleme alınan roman, üst kurmaca ve metinlerarasılıkla beslenmiştir. Fantastik ve büyülü bir dünyaya giriş yapmadan önce Zeyrek bize her halk hikâyesinde olduğu gibi bir fasıl ile giriş yapmıştır. Bu bölümde okuyucuyu yazar büyülü bir dünyada gezinti yapacağını göstermiştir. Döşeme bölümünde bize Hz. Süleyman’ın İstanbul’u fethetmesi bölümüyle okuru yavaş yavaş anlattığı hikâyenin ana karakterleri olan Zeyrek ve Ümmik’le tanıştırır ve hikâyenin geçtiği mekânları anlatır. Bu bölüm, on ikinci hikâyede yerini asıl konuya bırakır ve böylece Birbir Gece Masalları tadında bir macera başlamıştır. Masal dediysek öyle çocuklar için anlatılanlardan değil bu anlatılar. Ölüm korkusu yaşayan Zeyrek ve Ümmik anlattıkları her hikâyede bu korkunun da etkisiyle olağanüstü olaylara yer vermişlerdir. Yazarımız Faruk Duman kodlarında yer alan hikâye anlatma genini mükemmel bir biçimde kullanarak okuru merak unsuruyla sürekli zinde tutmuştur. “Acaba bir sonraki bölümde ne olacak?” sorusu sık sık akıllara gelmektedir.
Romanın postmodern bir alayışla kaleme alındığını söylemeden geçmemek gerek. Postmodernizm “Belirsizliğe, farklılığa, alt kültürlere, kültürel çoğulculuğa, bilgiye yönelik çoğulcu bakış açısına, özgünlük ve özgürlüklere ayrıcalık tanıyan bir harekettir ve edebiyat hayal, rüya, sır, metafizik, şuuraltı gibi pozitivizmin yasakladığı alanlara yönelmiştir.” Diye tanımlanabilir. Romanın bütününde de bu özellikleri görmemiz mümkündür.
Mitolojik ögelere de rastlamamız mümkündür eserde. Özellikle Türk mitolojisinde yer alan motifler romana yedirilerek verilmiştir. İslamiyet öncesi kültürel özelliklerle İslamiyet etkisinde gelişen edebiyatın özelliklerini görmemiz mümkündür. Geyik, mağara, rüya, hançer gibi unsurlar en dikkat çekenleridir. Özellikle mağara ve geyik önemli bir kültürel ögedir. Mağara mitolojide ana rahmidir ve bir insanın en güvende olduğu yerdir. Ayrıca Platona göre idealar âlemidir. Gerçek dünyaya çıkıldığında yaşamın zor olacağı anlamına gelir ki Zeyrek ve Ümmik mağaradan çıktıktan sonra gerçekle yüzleşip kaçmaya devam devam ederler. Mağara motifi ilk olarak on dokuzuncu bölümde Zeyrek ve Ümmik köylülerden kaçarken karşıma çıkar. “Ümmik karanlıkta ışıldağı söndürmüş, omzunda Tas olduğu halde beni bekliyordu. – Bu taraftan, diye bağırarak beni bir çırpıda acayip, sessiz, karanlık, benim daha önce hiç görmediğim bir mağaraya götürdü.” (s.76) Mağara motifi İslamiyet Öncesi sözlü gelenekte de İslamiyet etkisinde görülen ürünlerde de yer. Göktürklerin Bozkurt Destanı, Sakaların Alp Er Tunga Destanı’nda da sığınak, korunaklı alandır. İslamiyet’le birlikte ise Yedi Uyuyanlar çıkar karşımıza. Üç yüz yıl bir mağarada uyuyan yedi bilge kişi ve köpekleri.
Geyik motifine gelince, İslamiyet öncesi kültürde de sonrasında da hep önemli bir motiftir. Geyik âşığı sevgiliye götürür. Ayrıca Türklerin atalarından bir diğeri olarak kabul edilir. Türk mitolojisinde geyik, “kut” yani kutsal bir ruhun sembolü olarak algılanır ve bazı durumlarda ataların ruhlarının ya da rehber ruhların geyik suretinde geldiğine inanılır. Duman, geyik motifini hem sevgiliye götüren hem de kutsal bir varlık olarak ele almıştır. Geyikli Dede Hikâyesi, Geyikli Baba efsanesinin pastişidir. Anadolu’da hemen her yerde bir geyik efsanesi karşımıza çıkar.
Rüyaya gelince; romanda Zeyrek gördüğü cellat rüyasını annesine anlatarak başlar. Bu rüya pek hayra alamet değildir. İşte bundan sonra maceraları başlar. Oğuz Kağan Destanı’nda Oğuz Kağan’ın gördüğü bir rüyayla çocuklarını ok ve yay aramaya göndermesi, Hz. Yusuf’un rüyaları yorumlaması ve gördüğü rüyaların çıkması, Türklerde ve İslam dininde rüyanın önemi belirtilmiştir. Bunlar aynı zamanda metinlerarasılık için de örnek verilebilir.
Duman romanını Zeyrek ve Ümmik’in ağzından kahraman bakış açısıyla anlatırken birçok yerde karşımıza ilahi bakış açısını çıkartmıştır. İlahi bakış açısı yazarların rahat hareket ettiği bir anlatıcı bakış açısıdır.
Bu roman anı türünde yazılmıştır. İlk sayfalarda yer alan Zeyrek’in “Görüp geçirdiğim olayları anlatmaya başlamamın tek ve ikincil nedeni, bir kere, kaza eseri de olsa kaleme elime almış olmamdır.” sözlerinden anlaşılmaktadır. Ayrıca iç içe girmiş çerçeve roman tekniği uygulanmıştır. Yazar sesini emanet ettiği Zeyrek’i akıllı, zeki ve kurnaz olduğu için seçmiştir. Ümmik ise pratik zekâya sahiptir ve her halk hikâyesinde var olan ve başkahramana yardım eden o iyi kalpli yan karakterdir.
Yazarın sözcükler hakkındaki düşüncelerini eserde görmemiz mümkün. On yedinci bölümde Genceli Mesut, Şair Nizami’yi bize hatırlatır ve onu “Sen kelimelere ne yapıyorsun böyle, deyince o da şöyle yanıt verdi:
– Kelimelere bir şey yaptığım yok benim, doğrusu bir şey yapılıyorsa, yapılan bir şey varsa o da onlara, yani kelimelere aittir. Kelimeler bana ne yapıyor öyleyse, bunu soruyorsan İnan ki bilmiyorum.” S(68) sözlerinde görmekteyiz.
Şiir hakkındaki düşüncelerini yine aynı bölümde görmemiz mümkündür. Genceli Mesud’un “Öyleyse Zeyrek Yani daha açıklayıcı olmamı istiyorsan sana şiirden söz edemeyeceğim demektir Çünkü şiir dediğimiz şey açıklanamaz ve açıklama dediğimiz şey de şiirin düşmanıdır.”(s. 69) Sözleri bunu gösterir. Yazar Ahmet Haşim’in şiir poetikasını da bize hatırlatır.
Bunun yanı sıra sözcüklerin gücünü kadın kahramanın adını “Kelime” koyarak göstermiştir. Sözcükler bağlam içerisinde farklı anlamlarla karşımıza çıktığını belirtmiştir. Yoğun bir anlatıma sahip olan yazarımızın dili günlük konuşma dilinden uzak değildir ancak ilk defa Faruk Duman okuyan biri için anlaşılmazdır. Çünkü o dil ve üslubunu konuşma dilinde nasıl konuşuluyorsa, hikâye anlatıcısı nasıl hareket ediyorsa öyle yapmıştır. Sık sık kelime tekrarları yapması, kesik cümle kullanımı ve arada kendi yazar kimliğini Zeyrekle göstererek araya girmesi bunu gösterir. “Meğer efendim, Velhasıl epey, derken bu gümrah ateş, böylece” gibi söz grupları ve bağlaçlar sözlü anlatımın örneklerindendir. Bu dile hâkim olmayanlar tek bir eserle yazarımızı tanıması mümkün değildir.
Romanda cinsellik de yer yer görülse de insanı rahatsız etmeyen bir söylemle yapılmıştır. Özellikle kaplanla cinselliğin bağdaştırılması çok güzel bir benzetme olarak karşımıza çıkar. Kapan geceleri tek başına avlanan bir hayvandır. Ayrıca efsanelerde kaplan gücün ve benlik duygusunun sembolüdür. Roman da bir diğer metafor burundur. Zeyrek her şeye burnunu soktuğu için başına gelmeyen kalmamıştır. Tıpkı Midas’ın kulakları gibi…
İncir tarihi bir cellat rüyası ile başlamıştır demiştik işte o celladın Zeyrek tarafından kurtarılmasıyla hayra yorulmayan rüyanın hayırla bitmesiyle maceralar sona erer.
Faruk Duman ödüllere doymayan bir yazar, İncir Tarihi romanı da 2010 yılı Yunus Nadi Ödülü’ne layık görülmüştür. Ödüllere doymayan yazarımız, girdiği hemen hemen tüm yarışmalardan ödül alarak dönmüştür.
Kaynak: İncir Tarihi Faruk Duman, Yapı Kredi yayınları 2. Baskı
You Tube Kitap Dünyam Kanalı
You Tube, Trt 2 Edebiyat Söyleşileri