https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Bazı zamanlar vardır, insan ruhunun çıplak bırakıldığı, içindeki en derin çatlaktan sızan ışığın ya da karanlığın bütün varlığını ele verdiği zamanlar… İşte o anlarda, insanın ne olduğu değil, neye dönüştüğü belirler geride ne kalacağını. Çünkü zor zamanlar, bir terazidir; insanın vicdanını, cesaretini, korkularını ve zaaflarını tartar. Kiminin yüreği taş gibi ağırlaşır, kiminin ise tüy gibi hafifler, bir rüzgârın savurmasına razı olur.

Tarih, felaketleri anlatırken, içindeki küçük zaferleri çoğu zaman unutur. Oysa en büyük zaferler, bir savaş meydanında değil, insanın iç dünyasında kazanılır. Açlığa, korkuya, yalnızlığa, ihanete rağmen merhameti diri tutmak; güce tapmadan, zalime öykünmeden, sürünün içinde kaybolmadan ayakta kalabilmek… İşte asıl direniş budur.

Zor zamanlar, insanı ikiye böler: Biri, hayatta kalabilmek için insanlığından vazgeçenlerdir; vicdanını susturan, gözlerini kaçıran, kendi kurtuluşu için başkasının felaketine razı olanlar… Diğeri ise, bedeli ne olursa olsun, içindeki özü korumaya çalışanlar. Onlar, eğilmeyen bir ağaç gibi fırtınaya direnir, ama dallarında hâlâ kuşların konacağı bir yer bırakır.

Bazı kapılar vardır ki açıldığında insanın içindeki ışığı söndürür. Bazıları ise açılmasa bile, ardında hâlâ bir bahçenin var olduğunu hatırlatır. Zor zamanlarda insan kalmak, o kapının önünde durup hangi tarafa bakacağını seçmektir. Kimileri içerideki karanlığı kabullenip ona uyum sağlar, kimileri ise kapıyı açmasa bile bahçenin kokusunu hatırlamaya devam eder.

İnsan en çok, aynaya baktığında gördüğüyle sınanır. Açlık, korku, baskı, yalnızlık—bunlar yalnızca dışarıdan gelen darbeler değildir. Bazen en büyük yıkım, insanın içindedir. Zor zamanlar, yalnızca insanın neye karşı koyduğuyla değil, neye boyun eğdiğiyle de ölçülür.

Kimi insanlar, karanlığı yok sayarak aydın kalacağını sanır, oysa karanlığı fark etmek ve ona rağmen ışığı seçmek gerekir. İnsan kalabilmek, kendi gölgesine bakabilmek, onunla yüzleşebilmek ve yine de ışığa yönelme cesaretini gösterebilmektir.

Bir mum alevini düşün. Küçüktür, tek başına bir odayı aydınlatamaz belki ama karanlıkta bir işarettir. İnsan kalabilmek de böyledir; büyük değişimler yaratamayabilirsin ama bir başka insanın karanlığını bir anlığına bile olsa aydınlatabilirsin.

Bazı insanlar vardır, en çetin zamanlarda bile bir çiçek yetiştirir, bir çocuğun elini tutar, bir yabancıya tebessüm eder. Onların yaptıkları şey küçük görünür, ama aslında en büyük direniş budur. Çünkü dünya, en çok da iyiliğin sıradanlaşmasını bekler; zalimliğin norm haline gelmesini, sessizliğin bir alışkanlığa dönüşmesini ister.

Bir taşın içine kök salan çiçeği düşün. Hiçbir şey onu beslemiyor gibi görünür ama o, varlığını sürdürebilmek için kayayı bile delmeye razıdır. İşte insan kalabilmek de böyledir. Bazen bir kayaya dönüşen dünyanın içinde, kırılma pahasına da olsa filiz vermeye çalışmaktır.

Zor zamanlarda insan kalmak, büyük kahramanlıklar istemez. Bazen bir ekmeği bölüşmek, bazen bir şarkıyı hatırlamak, bazen de unutulmuş bir hikâyeyi anlatmaktır. Çünkü insan, hatırladığı sürece insandır. Hatırladığı ve hatırlattığı sürece.

Ve belki de en büyük insanlık sınavı şudur: Güçsüzken zalimleşmemek, güçlü olduğunda da merhameti unutmamak. Fırtına diner, zaman geçer, tarih yeniden yazılır… Ama geriye yalnızca, o zor zamanlarda nasıl biri olduğun kalır.