
Nedeni biraz uzun… Lise son sınıfa geçmiştim. Okulun ilk günü koyun seçer gibi kılık kıyafete uymayanları ayırdılar. Duvarın önüne dizdiler. “Gri pantolon, lacivert ceket olmalı, bu şartlara uyup da gelin.” deyip dışarı attılar benle beraber yirmi beş kişiyi. Ceketim vardı. Büyüyoruz Komiser Bey, hâliyle dar geliyordu. Her zamanki gibi komşunun çocuğunun eskilerini giyiyordum. Garip anam da babamın huyunu bildiğinden komşunun çocuğundan çuval gibi bir kahverengi ceket bulmuştu. Olmaz desem de ne değişecek Komiser Bey alınacak mıydı sanki bana ceket? Benim gibi olanlara, “Bir senemiz kalmış idare edemediler.” dedim. Aklıma ilçeye yeni açılan TV kanalı gelmişti. “Gelin gidelim derdimizi onlara anlatalım.” Önce tereddüt ettiler. Sonuçta benden pek hazzetmezlerdi. Ama yine de uydular bana. Ne bileyim olayın bu kadar büyüyeceğini. Adamlara derdimizi anlatır anlatmaz, bizi de yanlarına alıp kameralarıyla okula geldiler. Müdürle konuştular, kapıdan çıktıklarında muhabir elini omzuma atıp,
” Sayende haber yakaladık akşam izlersin koçum”
“Eee, biz ne olacağız, girebilecek miyiz okula?”
“Onu okul bilir,” diyerek arkasını dönüp gitti. Yayımlanmadı haber. Sonraki gün kahverengi ceketimi giyip okula gittim. Diğerleri almış ya da bulmuştu lacivert ceket. Okulda tek başıma sırıtıyordum. İçeri girerken bir şey demediler. Girdim sınıfa oturdum. İlk ders nöbetçi geldi, “Müdürün odasına çağrılıyorsun,” dedi. Gittim kapısına, dünkü yaverlerim orada. Beşer beşer aldılar onları odaya. Beni tek başıma en sona bıraktılar.
“Gel bakalım provokatör anlat, derdin nedir senin?” dedi müdür. Evet! Bu olaydan sonra lakabım provokatör kaldı. Müdür hiç yerinden kalkmadı. Dayağını çok iyi bildiğim müdür yardımcısı derdimi dinlemeden bir güzel dövdü beni. Bir ay uzaklaştırdılar okuldan. Diğerleri mi? Onlara bir şey olmadı. Benmişim elebaşı. Nereden mi biliyorum? Bizim matematik derslerine giriyor. Haklısınız normalde müdür yardımcısı girmez derslere. Ben de anlamıyordum Komiser Bey. Kızı bizim sınıftaydı. Matematik dersinde kimseye emanet edemiyordu herhâlde. Beni sevmez Komiser Bey. Okulda sadece o değil edebiyat hocam hariç hiçbir öğretmen sevmez beni. Maraş Olaylarında evimiz yakılmış, ailem kaçıp buraya sığınmış. Ceketini giydiğim ağabeyin dedesi benim dedemin askerden arkadaşıymış. Sahip çıkmışlar bize, sağ olsunlar. Ama mahalleli bir türlü kabullenememiş bu durumu. Ondandır diye düşünüyorum.
İkinci sınıfta hasta olmuştum. Bir hafta gidememiştim. Kırgın ve yorgun hâlimle okula geldim. Tahtaya bir soru yazdı, “Gel lan şair bozuntusu şu soruyu yap bakalım” dedi. Zaten bu cümle enkaza uğrayacağımın habercisiydi. Bir hafta yoktum nasıl yapabilirdim ki? Elimde tebeşir öylece baktım ben de. Arkama geçti, kocaman elleriyle küçücük yüzümü avuçladı. Defalarca vurdu. Gözyaşlarım nasıl dayansın ki bu şiddete? Arkadaşlarım mı? Bazılarının sevinç hırıltılarını duydum. Sırama giderken, yüzümün yandığını hissediyordum. Başımı eğdim haliyle. Bakamadım kimseye. Ama üzülen bir kişi vardı biliyordum. Kim olacak Komiser Bey, Mavim, bizim elleri büyük olan adamın kızı. Seviyordum tabii niye sevmeyeyim. Güzelliğiyle beni büyülüyordu. Masmavi gözlerine, beyaz tenine, kadife yanağına baktığımda derinliğinde kayboluyordum. Ateşten bir parça koparıp yüzüne tutardım. Gamzelerinin emaresini yoklardım. Utancından bakamazdı bana. Ama severdi bilirdim. Ben de bakamazdım uzun süre ona. Çekindiğimden değil Komiser Bey kıyamadığımdan. Olmayacak bir sevginin girdabında boğulmak istemedim.
Yok! Sanmam. Mavi ile çaktırmıyorduk okulda uzak duruyorduk. Aslında dışarıda da pek görüşmedik. Akşamları bazen evlerinin arkasına gider odasının camına taş atardım, beş on dakika dışarı çıkardı. Hepsi o kadar yani. Korkmadım Komiser Bey, seven adamın gözü kararıyor korksam da ne değişecek ki, sonu olmayan bir sevda işte. Bu sevdaya şiirler yazıp yüreğimi öyle rahatlatıyordum. Olur! Okuyayım size bir bölüm, ‘maviliklerin güzelliği midir beni sana bağlayan / maviliklerin derinliği midir seni bana unutturmayan/ merhaba diye başlayan söz dizinleri midir / beni senin içinde boğan” diye devam eden bir şiir işte. Teşekkürler Komiser Bey. Adam takmıştı bana. Farkındaydım. Ama önemsemiyordum. Dayanmak zorundaydım bu zorbalığa. Bir keresinde sırama yazılı kâğıdının ters yüzünü koydu. Kâğıdın altında silgi ve kalemim kalmıştı. Ben de kâğıdı hafifçe kaldırarak silgi ve kalemi alırken ‘şak’ diye ensemde bir tokat. Neymiş? Kâğıda bakıyormuşum. Anlatsam ne değişecek ki Komiser Bey ne dinlerdi beni ne de anlardı.
Edebiyat hocam mı? İyi adam ya da beni sevdiğini düşündüğüm için iyi diyorum. Benim yazdıklarımı her zaman merakla ve istekle okurdu. Bana okumam için kitaplar verirdi. Derdimi dinlerdi. Aramızda kalsın harçlık verdiği bile olurdu. O olmasa belki de hiç gitmezdim okula. Yok! Sadece şiir yazmıyorum. Günlük tutuyorum, öykü yazıyorum ama kendimce. Ailem bilmez yazdıklarımı. Annemin okuma yazması yok zaten, babamı da haftada bir anca görüyorum. Çalışıyor gece yarılarına kadar.
Sonra mı? Aslında bundan sonra başlıyor olay. Okuldan uzaklaştırıldıktan sonra evde kendi hâlimdeydim. Hayallerim vardı aslında yazar olmak gibi küçücük bir hayal. Edebiyat öğretmenim her ümitsizliğe düştüğümde “Biraz daha dayan, üniversite sınavına gir edebiyat oku” derdi. Aldığım ceza ile bütün hayallerimin suya düştüğünü düşündüm. Bizim fakirhanenin bir akşam kapısı çalındı. Annem kapıyı açtı. Bir de ne göreyim. Edebiyat hocası karşımda… İçeriye girmeden “Seninle özel konuşalım,” dedi bana. Avluya çıktık. Bir şiir yarışması varmış. Mutlaka katılmam gerekiyormuş. Ülke çapında derece yaparsam, adım duyulur, şanım yayılırmış, hayallerime ulaşabilirmişim. Sevinmiş, içim içime sığmamıştı. Gökyüzüne kafamı kaldırdığımda yıldızlar sanki bana gülümsüyordu. Kısa bir zaman kaldığını hazırda şiirimin olup olmadığını sordu. Ben de ağzım kulaklarımda,
” Bu boş zamanda ne yapılır ki hocam, şiir yazdım, yattım, okudum”
“Yarın şiirlerini bana getir, inceleyelim en iyisini kurula verelim”
Teksir kâğıdına yazdığım şiirleri aldığım gibi gittim hocamın evine. Oturduk masaya inceledik. En iyisini seçti, zaten benim aklımda da o şiir vardı. Yarışmanın temasına da uygunmuş. “Hocam ben cezalıyım kabul ederler mi ki bu şiiri? Etseler de beni seçmezler” dedim düşünceli bir hâlde. “Bilemeyiz” diye karşılık verdi. Seçilirsem sevinirdim tabi. Seçmezlerse de üzülmezdim açıkçası. Ama en sevdiğim şiirdi, kendimi yazmıştım o şiirde Komiser Bey.
UFAK HAYALLER
Hayaller ufak, istekler hiçti
Büyük dertlerin yanında
Ama mutluluklar yeşertirdik
Çıplak ayaklarımızda
Gözyaşlarıyla sulasak da kökleri
Çiçekler ekerdik topraksız saksılara.
Yaralı kanadında hüzündük kuşun,
Kayalar arasında kalan
Boynu kırık fidan,
Sevmediğimiz meyvelere hırsız olup
Mundar ederdik sahibine inat
Kuşun ahını alan
Gururlu küllerinden doğan zaferler
Kazanırdık
Yasak olsa da ateş
Şölenimiz kadar yer yakardık zaten
Sevmez olur muyduk Leylaları
Mecnun’un körlüğü, Ferhat’ın yiğitliğinden
Alırdık feyz
Utangaç boyunlara lekesiz izler bırakmak
En büyük ayıbımızdı.
Kaçaktık yasaktık âşıktık
Sebebini bilmediğimiz
Bir haylazdık belki de
Silinir miydi acaba
Basiretsiz günahlarımız
Minnetsiz sevaplarımızla
Beğenmenize sevindim. Gelin görün ki, şiirimi okulda birinci seçmişler. Ama cezalı olmam nedeniyle şiir sahibinin yerine, okulun en çalışkan öğrencisinin ismini yazıp göndermişler. Ülke çapında da şiirim birinci olmuş. Benim olmaktan çıktı hâliyle. Düşünsenize, emek verdiğiniz bir şiir başkası tarafından kullanılıyor ve ülke çapında derece yapıyor. Cezam bittikten sonra okulda edebiyat hocam mahcup bir hâlde anlattı bana olanları. Müdür yardımcısının ve müdürün kararı olduğunu belirtti. Hayatımda hiç bu kadar mutsuz olmamıştım. Değersiz ve hor görüldüm, dışlandım, damga vuruldu ama hiç mutluluğumdan taviz vermemiştim. Hayallerime çomak sokulacağına kellem kesilseydi daha iyiydi. Mavimi kaybedeceğimi bile bile aldım elime bıçağı bir gece yarısı, çok sevdiği ve de yeni aldığı arabasının her tarafını çizdim. Hıncımı alamadım dört lastiğini de parçaladım. Arabanın kaputuna da “şair bozuntusu” yazdım.