BİLLUR KÖŞK MASALLARI TAHİR ALANGU (1916-1973)
Bir varmış bir yokmuş, bir ülkenin birinde, bir padişahın doğan çocukları, hiç yaşamaz, hemen ölürlermiş. Bir gün yine bir kızı olmuş. “Nasıl yaşatacağız?” diye derde düşmüşler. Nihayet yeraltında güngörmez, küçücük bir penceresi olan bir mağara yapıp, yanına sütninesi ve diğer yardımcılarım koyarak, kapatmışlar.
Günler, aylar, yıllar hızla gelip geçmiş. Kız on beş yaşına gelince, güzel mi güzel bir kız olmuş. Sadece yanakları solgunmuş. Yaşı ilerleyen kızın canı çok sıkılıyormuş. Bir gün yatakları üst üste koyarak, mağaranın üstündeki camı kırmış. Dadısı bakmış ki olmayacak, gitmiş Padişah’tan yalvar, yakar kızın gezmesi için izin almış. Kız, artık dadısı ile beraber sarayın bahçesinde gezip dolaşabiliyormuş. Kız, bir gün babasından “Kendisi için, billurdan bir köşk yaptırmasını” istemiş. Babası da, denizin tam ortasına, dünya üzerinde benzeri olmayan bir “Billur Köşk”ü yaptırmış. Kız da cariyeleri ile birlikte köşke yerleşmiş.
Billur Köşk’ün namı dünyanın dört bir yanına yayılmış. Yemen Padişahının oğlu da bu köşkü çok merak ediyormuş. Babasından izin alıp bir gemi ile yola çıkmış. Billur Köşk’ün önüne varmış. Burada, kız oğlanı, oğlanı kızı görünce birbirlerine deli gibi aşık olmuşlar. Delikanlı, kıza beraberce Yemen’e gitmeyi teklif etmiş. Kız bunu kabul etmemiş, en azından delikanlının ona daha güzel bir şekilde sormasını dilemiş. Bunun üzerine delikanlı gururuna yedirememiş ve “İşte gemi, -pupa yelken- doğru Yemen” demiş ve gemisine atlayarak doğru memleketine gelmiş.
Bu arada, kız da babasından yakut, elmas ve incilerle donatılmış bir gemi yaptırmasını istemiş. Babası da yaptırmış. Kız gemiye binerek Yemen’e gelmiş. Gemi limana girince herkes başına toplanmış. Kısa bir sürede bu geminin ünü tüm Yemen diyarına yayılmış. Gemi, şehzadenin de dikkatini çekmiş. Hayatında daha önce böyle bir şey görmemiştir. Geminin genç kaptanı ile tanışan şehzade, kaptandan şüphelenmiş. Kaptan bir kız kadar güzelmiş. Ertesi gün şehzade, geminin yerinde olmadığını fark edince telaşlanmış. Çevresinden gemi eşrafının sarayın karşısında bir konağa taşındığını öğrenmiş. Bir gün konağı gözetlerken pencerede güzeller güzeli bir kız görmüş ve kıza aşık olmuş. Oğlan hemen anasını kızı istemesi için göndermiş. Kadıncağız, biricik oğlu için kalkmış, kızın oturduğu konağa gelmiş. Kız da oğlanın anasına hep tepeden bakmış. Kadıncağız, sinirli sinirli gelip oğluna anlatmış. Oğlan, anasına yalvarmış. Kadın, kıza gitmiş. Kız her seferinde, yapılması zor olan işler ister, oğlan yaptırırmış. Ancak kız, bir türlü “evet” demezmiş. O evet demedikçe, oğlanın içindeki yangın da büyümüş. Kız, oğlandan son olarak tabutta bir ölü gibi yatarak onu beklemesini istemiş. Kız, oğlanın başına gelmiş ve: “İşte gemi, işte yelken,-yolum İstanbul- Pupa yelken” demiş ve gitmiş. Oğlan, zamanında kıza söylediği sözü hatırlayarak hatasını anlamış. Kız gittikten sonra hemen gemisine atlamış ve kızı bulmuş. Kırk gün kırk gece, düğün yapılmış. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine…