Özenerek baktı yıldızlara. Çocukken de onları izlemek güzeldi. Bir yıldız olup gökyüzünde asılı kalabilmeyi hayal ederdi. Belki de bu acımasız yeryüzünde saklanmanın bu kadar zor olabileceğini ta o günlerde görmüştü. Saklambaç oynadığı yüz hep aynı. Sobe derken ona bakıyor yine. Eee! Kurtulamıyorum senden! Bırak peşimi artık. Rahat bırak beni. Yanındaki, sen de az değilsin yani. Onun sözünden bir gün bile çıkabildiğini görmedim. O, imparator sanki. İkiniz de dünyamı karartıyorsunuz. Tutkulu adımlar gözü kapalı ilerliyor o eski püskü sokakta. Kalp şeklindeki ışıklı kapı onu nasıl da mıknatıs gibi çekiyor kendisine. Koridoru geçerken aynı davetkâr melodi. Gitar ve sen, iki sevgili. Ne kadar da yakışıyorsunuz birbirinize. Bir de ben katılsam aranıza. Sahneyi rahatça görebileceği yüksek, koyu yeşil taburelerden birine ilişti. Gitaristin coşkulu sesi yükseldikçe notalar kırmızı duvarlarda yankılandı. Duvarlar hoşnut. Bu sefer onunla tanışabilecek miyim? Geçen defa geldiğimde, programı biter bitmez gitmişti. Hemen gitmese. İçeri girdiğimde beni gördü mü acaba? Evet! Evet! Görmüş olmalı. Tufan’ın eli kaşındaki dikişte, düşünceli.Unutmak için içki ne güne duruyor? Hemen kocaman bir yudum aldı kadehinden.
Gitarist sahne arkasına geçtiğinde o tatlı bekleme süreci başladı. On dakika geçti, kimse yok. On beş dakika geçti, gelen yok. Kendine gel!Ne oldu sana? Elektrik mi çarptı? Diyelim ki bu gece de tanışamadın. Bunun yarını, öbür günü de var, daha öbür günü de var. Kırkıncı dakika! Ve… sonunda geldi.Kalbi avuçlarında. Aralarında iki tabure var sadece. Yakından daha da hoş. Alnına düşen saçlar çocuksu bir hava veriyor. Mor saten gömleğin sarı saçlarlaoluşturduğu zıtlık onun aykırı ruhunu çekinmeden, pervasızca sergiliyor.Bakmaya korkuyor mu ne? Hadi artık bir kerecik bak bana. Gözlerin ne kadar güzel. Dudakların sanki hiç öpülmemiş.Yine mi sen! Tam zamanında gösteriyorsun kendini. Benden uzak durmanı kaç defa söyledim. Çekil git başımdan. Bu gece bana karışmayacaksın. Defol! Gitarist, sana kızdığımı düşünme sakın. Sana neden kızayım ki… Benim derdim başkasıyla. Yakalasamartık gözlerini…Göz bebekleri hadi artık, hadi. Oh! Buluştuk sonunda. Ne güzel gülümsüyorsun. Sen hep gülümseama bana, sadece bana.
İçkisi elinde onun yanındaki tabureye geçti. “Merhaba.”
“Merhaba, sanıyorum buraya ilk gelişin.”
“Hayır, geçen hafta kazara yolum düştü. Gitarına da sesine de bayıldım.”
“Sağ ol. Desene bu gece sayemde buradasın.”
“Aynen.”
“Bunu duymak ne hoş. Bundan sonra sık sık bekliyorum seni.”
Tam cevap verecekken, yanına oturan patlak gözlü, dağınık saçlı biri konuşmayı böldü.
“Ateşin var mı?”
Çakmağını uzattığında, ona bakan ateşli bir çift göz devam etti. “Aranıyor gibi bir halin var?”
“Ben aradığımı buldum! İşine bak sen!”
“Niye sinirli sinirli konuşuyorsun ki? Deli misin, nesin?”
Gitarist eline dokundu. “Boş ver yaa, eğlenmek için buradayız. Uzatma, kafayı çekmiş
işte. Halinden belli.”
Ateş isteyen homurdana homurdana arkasını döndü. Sigarasından derin bir nefes çekip kendi dünyasına çekildi.
Gitarist ağzına bir fındık atıp konuşmaya devam etti. “Değmez, keyfine bak. Sen ne kadar gerginsin öyle…”
Off! Yine sen! Niye laf anlamıyorsun? Çek gözlerini üstümden. Paran da senin olsun. O da umurumda değil artık. Etrafındaki satılıklardan biri olmaya doydum.Senin yüzünden hayatımkarmakarışık.
“Heyy! Daldın gittin. Nereye?”
“Kafam dolu biraz. Kusura bakma.”
Yeşil gözler müşterinin kaşına hafifçe dokunuverdi. “Hainler canını acıtmış senin. Kim olduklarını söyle de beraber dövelim onları.”
“Hiç başına gelmedi mi?”
“Belki de senin gibi para kokmuyorum diye bana bulaşmıyorlar.”
“Çok mu belli?”
“Hem de nasıl… Parlıyorsun maşallah. Çok da şıksın. Tarzına bayıldım.”
“Teşekkürler.Sesino kadar güzel ki… Seni saatlerce dinleyebilirim.”
Baydın yani. Duymuyor musun? Saat kaç oldu, uyusana. Bari bu saatte özgür bırak beni. Kaç yaşıma geldim, hâlâ kovalıyorsun. Anne, kırk yılda bir işime yara da al şunu başımdan.
“Şimdi neredesin, burada mısın? Neyin var?”
Tufan anahtarını cebinden çıkarıp elinde çevirmeye başladı.“Neyim olduğunu nasıl anlatsam sana acaba?”
“Daha yeni tanıştık. Haklısın, söylemek istemeyebilirsin.”
“Şimdiye kadar biriyle bu kadar özelimi hiç paylaşmadım. Neden bilmiyorum ama sana söylemek istiyorum.”
“Aaa! Demek ki beni yakın hissettin. Hoşuma gitti.”
“Bu, senden kaynaklanıyor. Bak, söyleyeceklerimi duyduğunda, bana gülebilirsin. Göze alıyorum.”
Gitarist, “Canım benim, rahat ol,” deyip sırtını okşadı.
“Öyle bir babam var ki ondan bir türlü kurtulamıyorum. Adam sanki her an beni gözetliyor. Nefret ediyorum ondan. Parasını bile gözüm görmüyor artık ama bu işin içinden çıkamıyorum.”
“Anlıyorum seni. Bunda gülünecek bir şey yok ki…”
“Gerçekten, sıradan bir durum mu bu?”
“Evet, dünyada baba parası yiyen bir tek sen misin? Keşke ben de baba parası yiyebilseydim.”
“Başına gelseydi, bilirdin ne demek istediğimi.”
“Artık eveleyip gevelemeyi bırak. Ortada olursan rol yapmazsın… Kaçaklar için daha zor.”
“Yaa, söylemesi kolay.”
“Kendim olma cesaretini gösterip bedel ödemeyi göze aldım. Sen de yapabilirsin.”
“Benden çok güçlüsün. Halletmişsin her şeyi.”
Yüzsüz! Hâlâlaf anlamıyorsun. Bırak beni takip etmeyi. Bugüne kadar güçle korkuttun. Nereye kadar? Sırıtma öyle! Sonunda alt edeceğim seni. Göreceksin gününü.
“Ya annen?”
“Pardon, ne dedin?”
“Anneni sordum.”
“Bence o da aptala yatıyor.Tabii babam bin beter. O, bir felaket. Sıkılıyorum. Bıktım oyun oynamaktan, bıktım.”
“Aslında, sende ne cevherler var ama bilmiyorsun kendini.”
“Sence, bende umut var mı?”
“Evet!”
“Sadece benim için bir parça çalar mısın?”
“Oldu. Hadi, bana gidelim. Evim burayayakın. Rahat ederiz.”
Uyandığında, muhteşem bir gecenin sarhoşluğu içinde hâlâ. Onu yıllardır tanıyor gibi. Gece gündüze ne çabuk kavuştu. Her şeyi kalbine kazıyıp haykırmak istiyor.Yaşanan bir rüya mıydı yoksa?Ağır bir kokunun sindiği, rengi bir zamanlar beyaz olan çarşafta dönüp duruyoruz. Kim bilir bu çarşafa kaç beden dokundu. Benden öncekiler de benim gibi acı çeken ruhlar mıydı? Yaşadıklarının ne kadarını kendilerine ne kadarını ötekilere itiraf edebildiler acaba? İşte bir kıl daha. Olsun, benim kılım onlara karışmayacak. Döndükçe dönüyor dünya. O kocaman zannedilen demir leblebi. İstese de kuytulara sığamayan gizemli mağara kışkırtıcıydı. Daracık bir tünelden içeri sızabilmek gerçek olamayacak kadar güzeldi. Işığı görebilmek sanki. Gittikçe de güzelleşti. Bir ileri, bir geri. Yerinde sayarken bir o kadar kahrolası, bir o kadar da çekici dünyayı yeniden keşfettik. Öze dönüş bu yolculuk. Hayal miydi yoksa? Yok, yok her şey gerçek. Mağara konukseverdi, sıcacık. Ben de ağırlanmayı biliyorum. Ağırlanmak ne tatlı, ağırlamak da heyecan verici olmalı. Anlar anları kucakladı, bedenler bedenleri. Anlar aktıkça anılar da kalp şeklinde bir vazoda biriktiler. Daha çok anılarımız olacağına inanıyorum.
Peki, bekleyen işler, toplantılar ne olacak? Gitmeliyim artık, geç kaldım. Hayır, gitmiyorum ama gitmem gerek. Olsun, gitmeyeceğim. Ne olmuş yani, ölüm mü var sonunda? Bugün de böyle olsun. Belki de artık her gün romantik melodiler dinleyeceğim. Uyumakta olan sevgilisinibakışlarıyla okşadı. Sen veben bütünüz. Sen, çok farklısın. Söyle bana, kendimi gönlümce yaşayabilecek miyim? Yalnız değilim artık, öyle değil mi? Onu öperken, gözler ışıl ışıl açılıp gülümsüyorlar.
Telefonun sesi ânı bıçakla kesercesine bölüyor. Cevap vermiyorum işte. Boşuna arama beni. Yetti artık, buraya kadar. Kendimden vazgeçmeyeceğim. Ne yaparsan yap. Ben, ben olmak istiyorum. Bırak yakamı! Paran da senin olsun. Anlasana artık! Telefon inatçı. Bedense gergin bir yay. Suskunluk,onu hedefe doğru hazırlıyor…
Sarp şefkatle sarılıyor. Konuşmadan anlaşabilmek muhteşem. Ok hedefteki numaraya saplanıyor. Kükreyen ses dövüp küfrediyor, öfke kusuyor. Tufan’ın dudaklarından tane tane dökülen sözcükler kararlı.
“Baba, işim var diyorum sana. Beni boşuna bekleme! Yarın sabah, seninle görüşeceğiz.”