https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Boyu pek uzun sayılmazdı. Tıknaz vücudunu yağan yağmurdan sakınmak için daha bir ufalmıştı sanki. Yüzünün sol tarafından sağ tarafına doğru düşmüş bir tutam saçı eliyle düzeltmeye çalışıyordu. Kahverengi pantolonundan, eskimiş ceketinden ve elindeki kemençeden başka hiçbir şeyi yokmuş izlenimi uyandırmıştı bende. Yağmurun dinmesini beklemek için hemen yanı başında müzik yaptığı dükkâna oturup demli bir çay söyledim. Sokağın ortasından, kenarlarından ve bin türlü yerinden gidip gelmekte olan insanlar dikkatimi dağıtsa da ben büyük bir gücümle onun ellerine odaklandım. Kırış kırış ellerin arasında duran kemençenin pek hali kalmamıştı çalınmaya, oldukça eski bir şey olmalıydı. O, yağmurun altında kamburunu çıkararak ve zaman zaman ceketinin içine sokarak korumaya çalıştığı kemençesinin yanında dünyadan oldukça uzak ve dünya ya bir o kadar yakın görünüyordu. 
Camus’un yabancısındaki yabancıyı bulmuş gibiydim. Yağmur dindiğinde yavaşça oturduğu kaldırıma doğru elimdeki bir bardak çayı dökmeden götürmeye çalışarak ulaştım. Sanki bu anın önceden yaşanacağını biliyormuş gibi yana kaydı. Yanına oturup elimdeki yarısı dökülmüş çayı uzattım. Buruşmuş yüzünü bana döndürüp yoldan geçen insanları işaret etti.
‘Nasıl da telaşlılar… Ne saçma!’
Yabancılaşmış ve kendisi dışında her şeye şüpheyle bakarken biraz da hiçlik denen kavramın içine girip yüce bir düşünür gibi yaşamıştı belki de hayatını.
‘ Kitap okur musun? ‘ dedim ona.
‘Okurdum, hapiste, çok okudum ama biri vardı ki pek severdim.‘ diyerek karşılık verdi
‘ Hangisini?’
‘Albert Camus bizim İzzet , öğretmen İzzet pek severdi. O vermişti bana. Hala saklarım’
Ardından bana doğru keskin bir bakış fırlatıp devam etti 
‘Yabancı… İkimiz gibi’
 Yanılmamıştım. Bu tesadüf denilemeyecek kadar güzel bir andı. Bu yabancıda benden bir parça vardı.
‘ 6 sene kaldım hapiste. Her gün bu kitabı okudum. Her Allahın günü; ama insan unutmaya hevesli bir canlı. Yine de unutamıyor işte, hepsini ezbere bilirim. ‘ Ardından kitabın en sevdiğim kısmını söyledi
‘İnsan bilmediği şeyler hakkında daima abartılı düşüncelere kapılır.’
Oyunu ben devam ettirmeliydim. 
 ‘Çıkar bir yol yoktu ve kimse hapishanelerdeki akşamların nasıl olduğunu tasavvur edemezdi.‘ Yavaşça yanından kalktım.  O da benimle ayaklandı ve eğilerek beni selamladı. 
Şovumuz bitmemişti yüksek sesle devam etti. Bu sefer cümleleri sadece benim için değil yoldan geçenler için de yoğun, düşündürücü ve tehditkar olacaktı.
‘‘Umut, bir yolun dönemecinde, var hızla koşarken, birden yetişen bir kurşunla yere serilivermekti.’
Birkaç dakika süren bu oyunun kazananı yoktu. Büyük bir keyifle şapkasının içine atılan paraları toplayıp avucuna aldı. Sesli saydı. 9 lira 75 kuruş. Bir tane de 5 lira vardı…
Bütün bir günün toplamı 14 lira 75 kuruştu.  Ellerin tutuşmuş halde çaldığı müziğin karşılığını aldığını düşünüyordu belki de.Memnun olmuş gibiydi, ben değildim. Ama ona gülümsedim. Ve insanlarla arama kurduğum seddi yeniden çektim ruhumun bahçesine. Eve gidene kadar Yabancı’dan hatırladıklarımı tekrarladım. İlk işim gidip kitabı elime almak ve birazda kemençeci adam gibi okumak olacaktı. 
 
ALBERT CAMUS kimdir?
Albert Camus, 20. yüzyılın en güçlü yazarlarından biri olarak görülmektedir. Pek çok ünlü kişilik gibi o da yoksulluk içinde büyümüş, hayatın gerçekleriyle küçük yaşta tanışmış ve genç yaşta hayata veda etmiştir. Hayatın ne kadar anlamsız olduğu ama anlamlı bir şekilde yaşamakta bir sakınca olmadığı yönündeki görüşleriyle akıllarda kalmıştır. 1918 yılında ilkokula başlayan Albert Camus, öğretmeni Louis Germain’in de desteğiyle burs kazanmış ve 1923’te liseye başlamış. Daha sonra ise felsefe okuyacağı Cezayir Üniversitesi’ne girmiş. Üniversite yıllarında yalnızca felsefe ve edebiyatla değil futbolla da ilgilenmiş, hatta okul takımında da oynamış. Ancak 1930’da vereme yakalanmasının ardından, istemeyerek de olsa futbolu bırakmak durumunda kalmış. Bir yandan çalışan Albert Camus, bir diğer yandan da eğitimine devam etmiş ve bir dönem ara verdiği eğitimini 1936 yılında mezun olarak tamamlamış. Franz Kafka’nın kara saplanmış bir odun parçası olmak istemesi gibi, Albert Camus da taş olmak istemiştir. Çünkü ne kadar basit ve küçük bir yaşamı olursa o kadar mutlu olacağına inanmıştır. 1957’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan ikinci en genç ve ilk Afrika doğumlu yazar olmuştur. 1960’da ise kendisinin deyimiyle “en absürt ölüm şekli” ile hayata veda etmiştir.  Albert Camus, Yabancı adlı romanında, hayatı yaşamaya değer görmeyen, ölümü bile rahatsız edici bir doğallıkla kabullenebilen, etrafındaki insanların düşünce kalıplarından uzak bir karakterin birinci ağızdan hikayesini anlatıyor. Hiç olmak boyutuna ulaşmış kahramanımızın hikayesinde biraz da kendimizi bulmamız an meselesi. 

HATİCE HAMARAT