Annem “Sen uyuyana kadar yanındayım” der ve saçımı okşayarak uyuturdu beni. Elleri, saçlarımın arasında gezinmeye başladığı vakit, aklımın uçsuz bucaksız yemyeşil çimenliğinde de kelebekler uçuşmaya, kuzular otlamaya doğrulurdu.
Onun gitmesini istemediğimden, gözlerimi açık tutmak için kendimi zorlardım. Bir zaman sonra görüntüler titrer, göz kapakları birer kuzu ağırlığınca aşağı inerdi, yine de uyumazdım.
Gideceğini bilmek beni endişelendirirdi çünkü. Odamda ne çok gölge belirirdi o gittikten sonra. Annemin elini alır öper, öper, öperdim. Ve her akşam tekrarlanan bu rutin, bir çeşit ibadet gibi olmuştu: Uyku tanrısına tapınırdı annem ve beni de ona sunardı.
“Anne, ne olur biraz daha oturayım!”
“Yat dedim sana!”
Her akşam, içeride kim ve ne olmuş olursa olsun bu tapınma olurdu. Bıkmadan, usanmadan.
Güzün kışa döndüğü o akşam, ani çıkan fırtınayla savrulan çamaşırları toplarken benim saçlarımı okşama saatini kaçırdı annem. Oyuncakların gittikçe büyüyen gölgeleri arasında tek başıma uyudum.
Fırtına bir hafta devam etti. Bir hafta sonra, tertemiz, bembeyaz bir çarşaf gibi göklere savruldu annemin ruhu. Gölgeler gülüyordu. “Üşütmüştü, nasıl oldu anlamadım” dedi babam ağlayarak komşulara. Ama ben anlamıştım, uyku tanrısıydı cezalandıran.
Topladığı oyuncaklarımı dağıttım, aralarında annemin ayak izini arayarak.
Sonra boyalarımı buldum. Parmak izlerimiz vardı üzerinde, anneminkiyle benimki. Üst üstelerdi. Yaptığımız ve gülerek duvara astığımız resimlere baktım, annemin çizdiklerini aralayarak, ellerine ulaşmaya çalıştım.
Gölgelerle uyumaya başladım ve zamanla böyle olmaya alıştım. Babamın gözlerinde sarı bir hüzün vardı. O sarılık arttıkça arttı ve bir gün o da annemin peşinden gitti. Bir yılan gibi kıvranıyor, dönüyor, dolanıyordu aklım. Nedenleri sormanın anlamsız olduğunu çok sonra anladım. Bir karım ve bir oğlum oldu. Ve bu gün, odasında onu uyuttuktan sonra topladığım boyalarının resmini çekip kendi aklımın duvarına astım. Annem geldi yanıma, saçlarımı okşadı. Çocukluğumun en güzel renklerini aldı, bunları rüya sanıp gülümseyerek uyuyan oğlumun odasını boyadı. Sonra derlediğimiz mutlu günlerden bir demet yaptı, aklımın duvarlarındaki boyalara doğru fırlattı.
Kendilerinden solup başka renklerde açtı her biri. Ben de oğlumun yanına kıvrılmıştım şimdi. Annem, ışıl ışıl dönüp duruyordu içimde. Gülümsüyorduk hep beraber. Kırmızı boya dayanamadı bu mutluluğa. Arkasını döndü tüm yalnızlıklara.
Oğluma sarıldım, “Senin hayatın benimkinden renkli geçsin aslan oğlum” dedim, sonra içeri gittim, kendi işlerime daldım.