https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

‘Bastığım toprağı mı öpüyorsunuz?’

Çehov 1895’te tiyatro eleştirmeni ve dramaturg A. S. Suvorin’e yazdığı mektupta Martı ‘dan şöyle söz eder: “Üç kadın, altı erkek karakterin yer aldığı, manzaralı (göl görünecek arkada), dört perdelik bir komedi; bolca edebi lakırdı, az aksiyon, seksen kilo kadar da aşk… Tüm dramaturji kaidelerinin aksine piyes forte başlayıp, pianissimo bitecek.” Gerçekten de bu oyunda 19. yüzyılın geleneksel olay örgüsünü tersyüz etmiş, tıpkı Martı ‘daki genç oyun yazarı Treplev gibi, yeni biçimler keşfetmiştir. Gerçek hayata öykünerek dünyevi, gündelik ve sıradanla, önemli ve ciddi olanı yan yana getirmiştir. Oyunun karakterleri kendileriyle, hayattan beklentileriyle, özlemleriyle fazlasıyla meşguldür. Hepsi de başarı, mutluluk ve bütünlük arayışındadır. Onlarda ağır basan başka bir yerde olma özlemi; fırsatların boşa harcandığına, umutların boşa çıktığına dair bir duygu Çehov’un başlıca karakteristiğidir.

Ah Nina…Onu duyumsuyorum;’’Temiz bir yürekten kopan bir çağrıda neden bir keder tınısı duydum, neden acıyla burkuldu yüreğim? Eğer bir gün hayatım sana gerekecek olursa gel ve al onu.’’

Trigorin.. Sayfa 121, satır 11, 12.. Gündüzler ve Geceler.. Yarım bir kadın, tam olmayacak bir adam’ın göğüs kafesinde, baykuş görünümüyle, aklının bir köşesine sığınmayı diliyor. Her şeyi başlatan o sayfa, o satır ve eksik parçaları birleştiren bir adam. Adında da Boris geçiyor hani. Boris Alekseyeviç TRİGORİN. Bir gölün kıyısında, tiyatroya gönül veren Nina Mihaylovna ZAREÇNAYA. Nina’nın tam karşısında ölü bir martı Konstantin Gavriloviç TREPLEV. İletişimsizlik ve farklı arayışlar çerçevesinde, acılar içinde kıvranan MAŞA.              YER: Sorin’in  çiftliği..

MEDVEDENKO: Neden hep karalar giyersiniz siz?                                                                                                                                     
MAŞA: Hayatımın yasını tutuyorum. Mutsuzum.

Her yıl binlerce öğrencinin sahneye adım atmasını sağlıyor Çehov. Nina’nın ruhu,  her yıl yeni bedenlerde dans ediyor. Yeni umutlar, haykırışlar ve ümitsizlik… Uzak diyardaki Çehov’un kalbine üfleniyor…
TREPLEV: Hayatı olduğu ya da olması gerektiği gibi değil hayalimizde canlandırdığımız gibi betimlemek gerek.                                                                                                                  
Treplev kadar masumane bir sevginin içinde; içimizdeki martıyı öldürmeden – öldürmelerine izin vermeden!- tamamlanmayacağımızı bile bile, tüm varlığımızla sevmeye devam etmek… Treplevleri görmezden gelenlerden olmayarak, sevgi’nin sonsuz evreni’nin kıyısına, karşılıksız sevgileri ile onlara da yer vermek… Nina, Senin yapmadığından bahsediyorum biraz da içimde sana karşı hissettiğim derin ve sonsuz sevgi ile Treplev’in Martı’sının kırılmasına, izin veren sana… Canım Nina’ya.
TREPLEV: Onsuz yaşayamam… Adımlarının sesi bile ne kadar güzel… Çılgınca mutluyum. (Sahneye girmekte olan Nina Zareçnaya’ ya doğru hızla yürür.)Büyüleyici peri, düşlerimin sevgilisi.

Peki ya TRİGORİN?

TRİGORİN: Çocukluğundan beri göl kıyısında yaşayan bir kız var, sizin gibi biri; tıpkı bir martı gibi seviyor bu gölü ve bir martı gibi de mutlu ve özgür. Günün birinde bir adam geliyor oraya, kızı görüyor ve yapacak başka bir işi olmadığından yazık ediyor kıza,tıpkı bir martı gibi…
Sevmenin ne denli güzel bir duygu olduğunu; sevilmenin ne harika bir duygu olacağını. Sonunun ne olacağının umurunda olmadığını  duyar gibi;  hayal kırıklıklarını saracak kadar çok Nina..
Çocukluğumda ben de martı olmak istemiştim, Nina gibi. Tiyatro yapmak, o meşhur tiradı atmak istiyordum: 

‘Kaderine katlanmasını bil ve inançlı ol.’

Sanki benim içindi; yüzyıllar önce ben söylemiştim. Yaş aldım, saklandım, ama yine aynı yerdeyim. Portakal ağacının tam altında, Çehovla birlikte toprağı eşeliyorum. Nina’nın rolünden çalarak tiradın devamını, ağacın gövdesine elimi dayayarak atıyorum:

‘İnanıyorum ben’                                                                                                                                                   

On yaşlarımda dedemin bahçesinde attığım o tiradı bir tiyatro sahnesinde atmayı temenni ederek; her okuduğumda portakal kokusu duyumsuyorum. Bir kutuya hapsolduğumu düşündüğüm her an, o son cümleyi şehrin herhangi bir tepesinde sadece kendimin duyduğunu bilerek haykırıyorum: ‘İnanıyorum ben ve o kadar çok acı çekmiyorum şimdi… Bir görevim, bir amacım olduğunu düşününce hayattan korkmuyorum…’ Ve bir gün herkese;
 
Nina gibi, Bir martıyım ben! Demek istiyorum. 

Ceyda OKTAY