https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg
Gündönümü… En uzun gecelerden birindeyiz bugün. Geceleri ıssız ve karanlıktır buralar. Bir yere varmayan, anlamsızca biten bir sokak… Burası çıkmaz sokak…
Başımı pencereden çıkarıp sağa sola bakınıyorum. Ağır ve hüzünlü bulutlar soğuk renkleriyle gökyüzüne çökmüş, beş bir yanımı sarmıştı. Beşinci yanım kalbim… Yağacakmış gibi bekliyorlar. Bense derin hislerim yanı başımda, bir elimde koyu kahvem, öbür elimde kendini yakan sigaram, koridorun sonundaki yangın merdivenlerine doğru ilerliyorum. Pas tutmuş kolu zor bela aşağı indiriyorum. İşte karşımda beni benden alan güzide mekân…
Burası yıldızlarla göz göze geldiğimiz, rüzgârla öpüştüğümüz, geceyle dertleştiğimiz, bazen acılar bazen yalanlar bazen de sevinçlerle ara ara kapısını çaldığım yangın merdivenleri. Bu merdivenlerin baktığı sessiz yer çıkmaz sokak.
Üçüncü basamağa oturuyorum. Biraz alçakta kalıyorum sanki ve beşinci basamağı yeğliyorum sonunda. Evet, burası daha iyi oldu. Elimde kalan sigarayı ağzıma alıp tek nefeste sonunu getiriyorum ve merdiven boşluğuna doğru fırlatıp arkasından öylece bakıyorum. Pek havamda değilim ama burası bana iyi gelen tek yer. Dedim ya burası çıkmaz sokak.
Allah’ın her gecesi o, bu sokağın önünden geçer. Tam bire iki kala. Hesapladım, tam iki kala. Adı ne acaba? Tahminlerim iyi değildir ama olsun. Elif ya da İpek. Peki ya Sanem nasıl? Evet, evet. Sanem olsun. Sanem…  Bir sigara daha yakasım var. Oysa ben onu yakarken bir yandan da o beni yakıyor.
Adı dilime dolanmış, sayıklamaktayım. Onu, beni, bizi düşünüyorum. Rüzgârsa karşımda dikilmiş adını üflüyor yüzüme, serin serin. Her üfleyiş, ondan bana onlarca öpücük, yüzlerce dokunuş gibi. Saçları konyak rengiydi, gözleri mavi. Açık buz mavisi… Bu gece de kahveme bir parça ondan katıyorum. Karanlığa gömülmüş şehrim ve sokağım. Dolunaysa baş tacım, ışığını esirgemiyor, bu uzun mu uzun ve karanlık gri gecemde.
Dibinde birkaç yudum kalmış kahvemi, merdivenin bir köşesine bırakıp ceketimin iç cebine el atıyorum. Konyak şişemi çıkartıp hafiften sola sağa oynatıyorum. Eh işte! Bu gece de sıcaklık konyağın içinde saklı. Kapağını açıp kokusunu içime dolduruyorum. Birkaç dikişte dibini buluyorum. Sonra silkiniyorum. Üstümdeki tüm kötü kelimeleri döküyorum merdiven boşluğuna. Zaten benden geriye ne varsa bu boşlukta birikmedi mi? İyisiyle kötüsüyle…
Saatin bire yaklaşmasını bekliyorum, kıyak kafamla. Kolumdaki saat her gece bire tam iki kala onu gösterir bana. Aklımda o var. Saati bulanık görüyorum ama yavaş yavaş bire doğru yol aldığını seziyorum. Sokak başlarında tek tük insanlar… Üstümde bir uyuşukluk. Tam gözlerimi ovuşturuyorum ki o geçiyor. O…
Koştura koştura, yalpalaya yalpalaya ilerliyorum. Tam yanında bitmek üzereyken ayağım takılıyor ve önüne boylu boyunca seriliyorum. Tek kelimeyle rezillik! Yer yarılsa da içine girsem dediğim an. Elini uzatıyor. O minik, zarif parmaklarını… Açık buz mavisi gözleri, yüzümde. Birkaç saniye susuyorum, susuyor. Susuşuyoruz. Konyağın verdiği sertlik sözlerime çarpmış olmalı ki “Senden hoşlanıyorum ulan.” diyorum kendimden beklemediğim bir rahatlıkla. Ağzımdan çıkan her kelime sonumu getiriyor. Ve okkalı bir tokat savuruyor, Sanem. Ya da Elif. Ya da İpek. Tokadın tesiriyle mi bilmem ama ağzımdaki tüm sözcükler dağılıyor. Her biri bir tarafa saçılıyor. Bayılıyorum, yerle bir oluyorum; ben, hislerim, sözcüklerim…
Derin bir parçalanmışlık bu. Kelimeler ölüyor sessizce, umarsızca. Yağmur üzerimize ağlıyor, gök çatırdıyor. O ise ardına bakmadan yoluna devam ediyor.