Gecenin karanlığı güneşin aydınlığı altında ezilirken, yeni bir gün daha dayanıyor kapıma. Sımsıkı yumduğum gözlerim bu gerçeği kabul etmemek için çırpınıyor adeta. Kasvetli bir his yüreğimin üzerine bir fil misali oturmuş, yattığım yerden nefes almamı güçleştiriyor. Kendime gelmeye başladıkça usul usul kıpırdanıyorum yatağın içerisinde. Bütün gece hiç dinlenmemiş gibiyim, vücudum kasılmaktan bitap düşmüş, tırnaklarım avuç içlerimde kendilerine has izlerini bırakmış. Geceden kalmış varla yok arası ince bir sızı avuç içlerimden dirseklerime oradan da vücuduma yayılarak benliğimin derinlerine kadar zerk etmekte. Bilincim açıldıkça daha fazla katlanamaz hale geliyorum günün ilk ışığına. Kalkıp perdeyi çekmem gerekiyor. Ama korkuyorum. Günün aydınlığında gecenin karanlığında dönüştüğüm ya da daha doğrusu dönüşmekten korktuğum ve bunun için direndiğim kişinin yaptıklarından korkuyorum. Artık direnmekten o kadar yorgun düştüm ki kendimi onların arasına fırlatmak ve onlardan birisi olmak istiyorum. Her defasında uğraşıyorum, deniyorum ve dışlanıyorum. Ama ne yazık ki olmadığım bir şey gibi davranamıyorum. Olamayacağım bir şey için de mücadele etmek istemiyorum. Onlarla aramdaki fark o kadar bariz ki ne onları ne de kendimi kandırabiliyorum. Gözlerinin içine baktığımda gördüğüm yalanları ne midem ne ruhum kaldırabiliyor artık. Hayata karşı yaklaşımım, olayları algılayış biçimim tek bir pencereye indirgenmiş durumda. Bakıyorum, başka şeyler görmeye çalışıyorum ama gördüklerim hep aynı. Nerede olursam olayım gördüklerim hep aynı.
Her akşam geniş bir yoldan evime doğru seyrediyorum. Arabanın içinde yanımdan geçen insanların yüzleri her daim öfkeli, bir sabırsızlık sarmış dört bir yanlarını. İçimizdeki tahammülün tükendiğini hem kendimde hem de onların bakışlarında hissedebiliyorum. Hayatın içerisinde bir dakika bile durup beklemeye, bir başkasına karşı hoşgörülü davranmaya, önceliği olana saygı göstermeye tahammülleri kalmamış durumda. Sevgi sanki onların dünyasında kaybolmuş, yerine anlamsız bir soğukluk ve boşluk hissi dolmuş. Ağızlarından çıkan her bir söz bencilliğin zehriyle kaplı ok gibi hedef arar durumda. Hedefin ne olduğu, kim olduğu kimsenin umurunda değil. Bu hedef bazen karşıdan karşıya geçmeyen çalışan bir sokak köpeği bazen de tekerlekli sandalyede ninesini hastaneye yetiştirmeye çalışan bir gariban. Yolda yürürken hiç fark etmeden ezip geçtiğimiz filiz vermeye çalışan bir çiçeğe olan duyarlılığımız kadar bile kalmamış değerimiz. Fark etmiyor artık onlar için neyin ne olduğu, sadece üzerimize basıp geçerek tatmin olmaları kafi.
Dönüp duruyor bütün bunlar beynimin içinde. Her gece defalarca kez kendime sorduğum sorular vücuduma saplanan bir hançer gibi canımı acıtıyor. Her şeye rağmen cevapsız kalan sorularım var. Anlamadığım bir dünyanın ve insanların arasında yaşıyorum. Göz yumamıyorum, başımı çevirip kendi yoluma gidemiyorum. Beni aralarına almaya çalışıyorlar ancak her seferinde onlardan taraf olamadığım için bertaraf oluyorum. Adım neredeyse mazluma çıktı. Gülüyorum, zaman zaman da ağlıyorum. Zalim olmamak için sustuğum bir noktada mazlum olup çıktığımın farkındayım. Onların yalanlarından ben utanırken utancımı kendi içime hapsediyorum. Zaman geliyor, geldiği gibi de gidiyor. Ben ve mahkumlarım bir başımıza her gece birbirimizden hesap sorar haldeyiz. Gün doğana kadar ben mahkum onlar sorguç, onlar mahkum ben yargıç, ya birbirimizi asıp kesiyoruz ya da birimizin beraatine hükmediyoruz. Sürüp gidiyor bu devinim böyle, gece gündüze doğru uzarken. Öte bir uçtan güneş doğuyor, ilk ışıkları zorla ruhuma dokunurken davet ediyor beni şeytanlarla dolu bir güne. Önce bir titreme gelip geçiyor, bütün gece soğuktan ve terlemekten tutulmuş vücudum. Başkalarının yaptıklarından ötürü duyduğum utançla koşup kapatıyorum perdeleri. Yalanlarla dolu güzel bir günü göreceğime kendi sefaletimin içerisinde vicdanımla baş başa kalmayı tercih ediyorum. Sürekli öğürmekten bir şey yiyemez haldeyim zaten. Aç karnına bir sigara iyi gider diyerek günlük rutinimi yerine getiriyorum. Günün ilk sigarasının ağızda bıraktığı o kekremsi tat bir huzur hissi veriyor. Ne de olsa yaşamaktan aldığım tattan bir farkı yok. Uzun aksak adımlarla kitaplığıma doğru yürüyorum. Bir kitabım var orada, başucu kitabı misali her sabah evden çıkmadan önce kapağına bakıp hatırladığım. Kapağında iki kişi var, birisi elinde uzun bir mızrakla beyaz doru bir ata biniyor, diğeri ise basit huysuz bir eşeğe. Uzun ince bir yol var önlerinde, ötesinde de heybetli bir yel değirmeni. Bazılarına göre bilinmez bir amaç doğrultusunda ilerliyorlar hedeflerine doğru. Yol boyunca heybetli canavarlar, acımasız düşmanlar ve aşılamaz dağlar var önlerinde. Ama gene de gidiyorlar, ilerliyorlar adım adım. İşte her sabah o resme bakıp çıkıyorum bu evden dışarı. Bir hayal belki de hiçbir zaman yenemeyeceğim bir düşman uğruna…