“Kalpteki sevginin bir kutsallığı vardır.”
Film, 1800’lü yıllarda yaşamış olan John Keats’in Bright Star/Parlak Yıldız adlı şiirinin var oluş hikâyesini anlatıyor. İngiliz şair Keats’in yaşamının son yıllarını dokunaklı bir anlatımla gözler önüne seriyor. Muhteşem doğa manzaralarıyla bezeli bu romantik film, 1818 yılında, Londra’nın hemen dışında geçiyor. The Piano filmiyle tanıdığımız Oscar ödüllüyönetmen Jane Campion’un yorumuylaizliyoruz. Şair John Keats’i Ben Whishaw,sevgilisi Fanny Brawne’yi Abbie Cornish veCharles Armitage Brown’u,performansıyla en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülünü kazananPaul Schneider canlandırıyor. Filmle ilgili en ilgi çekici şeyin müzikleri olduğunu da söyleyebilirim. Filmin başında bizi Mozart’ınSerenad’ı karşılıyor, daha sonra ses orkestrasıylamüzik şöleni devam ediyor. Filmin genel müzikleri iseMark Bradshaw’a ait.
“Şiir sadece şiirsellikten ibaret değildir. O, var olmuş en şiirsellik dışı şeydir.”
Film, şiirsel bir ahenkle ilerlese de, şiirsellik dışı bir düzene ya da kafiyeye veyahut şiirsel bir mübalağaya sahip olmayan gerçeklere sırtını dayıyor. Kendine hayran bırakan şiirin, nasıl ortamlarda, ne şartlarda oluştuğunun iki saatlik güncesini ekrana taşıyor. Bunu yaparken şairinin hikâyesini ve dramatik sonunu bizlerle paylaşmayı ihmal etmiyor.
“Dün gece bir rüya gördüm.Ağaçların tepesinde dolanıyordum,dudaklarım güzel bir şahsiyetle bitişik…Bir asır kadar uzun.Ağaçların çiçeklerle dolu tepeleri altımızda çoğalıyordu.Ve bizde bulutların hafifliğiyle onların tepesine uzandık.Peki, kimdi o şahsiyet?Gözlerimi kapatmam gerek,çünkü hatırlamıyorum.Şimdilik sadece ağaçların tepelerini hatırlıyorum.Dudaklar kadar fazla değil. Kimin dudakları? Benim dudaklarım mı?”
Keats’in yaşamına ve filmin içeriğine biraz değinecek olursak: Babasını, çok küçük yaşta, elim bir kaza sonucu kaybeden Keats, ardından yaşadığı kayıplarla ve yalnızlığın dayanılmaz yüküyle yaşamının sonuna kadar şiir yazmaya devam eder.
Kardeşi Tom’un yaşamla arasındaki tek bağ olması ve veremin Tom’u Keats’den alması; bağın kopmasına ve Keats’in karamsarlık içinde kaybolmasına neden olur.
Komşusu Fanny Brawne’nın, kaybolan Keats ile karşılaşması, Endymionla gerçekleşmiştir.Endymion, Yunan mitolojisindeçobandır ve ay tanrıçası Selene ile büyük bir aşk yaşamıştır. Keats’in kendi yorumuyla oluşturduğu yeni eseri, yaşadığı dönemde sert eleştirilere maruz kalmışsa da Fanny Brawne, eleştirilere kulak asmayarak, Keats’in büyüsüne çoktan kapılmıştır.
“Bir şeyin güzelliği sonsuz neşedir. Hoşluğu artar, asla ve asla hiçliğe gitmez. Her şeye rağmen güzelliğin maskelerinden biri, Karanlık ruhlarımızdan, kasvetli ruhlarımıza karışıyor.”-Endymion
Filmde yer verilen bir sahneye değinecek olursak: Keats,Fanny’le karşılaşmadan evvel, kadınlardan ve aşktan kaçtığını dile getirir.Aslında bu uzaklığın filmi izlerken de görebileceğiniz bir tarafı vardır: Korku. “Durdurabileceğim korkularım olduğu zaman, kalemim dökülen beynimi toplamadan, yüksek kitap yığınları ve karakterle olgunlaşmış tahıllarla dolu, bereketli ambarlar gibi seyrettiğim zaman gecenin o yıldızlı yüzünü koca bir aşkın büyük bulutlu sembolleri.”
Brown ve Keats’in şiir üzerine tartışmaları, şiir sevmeyenleri sıkabilir; ancak Jane Campion’ın şiirin içeriğini, Keats’in bakış açıyla ele alması, dönem filmi sevenler için ayrı bir hoşluk katmıştır.
“Şiir sadece şiirsellikten ibaret değildir.”
Ayrılığın kısa zamanda iki sevgiliyi bulması, Keats’in daha çok üretmesine,Fanny’nin Keats’e daha çok bağlanmasına ve iki sevgili üzerinden ruhsal bunalımın başlamasına neden olur. Şiirlerinde işlediği melankoliye kayan bu durum, mektuplarında adeta umudu olan bir adamın umutsuzluğa direnişidir.
“Parlaktan daha parlak,adilden daha adil bir sözcük istiyorum.Neredeyse ‘Birer kelebek olup, sadece yazın üç günü yaşasak!’ diyecek durumdayım.Seninle geçen üç gün, sensiz geçecek elli yıldan daha fazla keyif verir insana.”
“Yürüyüşlerimde kara kara düşündüğüm iki şey var:Senin güzelliğin ve ölüm saatim.Bu düşüncelerin ikisi de aynı anda aklımda olabiliyor.Bana hissettirdiğin böyle bir aşkı daha önce bilemezdim inanmazdım.Ama eğer beni bütünüyle seveceksen, yine de bir ateş olabileceğini düşün. Nemlendiğinde katlanabileceğimizden fazlası olmayacak.Ve aldığımız hazla ıslanacak.” –Bay Keats Mektuplar
Keats, ölümünün yaklaştığı son saatlerde bile “başarısız”bir yazar olduğunu düşünmeye devam etmiştir. Dönemin önemli yazarları ve şairleri tarafından şiir anlayışı eleştirilmiş,hatta kendisine “Başarısız bir yazar olarak ölmektense, başarısız bir doktor olarak ölmek daha iyidir.” önerilerinde bulunanlar olmuştur.Kısa denilebilecek yirmi beş yıllık yaşamına, üç koca şiir kitabı sığdırmakla birlikte,yaşadığı duygusal birliktelikle kalplerde yer edindiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
CEYDA OKTAY