Haruki Murakami, 1949’da Kyoto’da doğdu. Vaseda Üniversitesi’nde klasik drama eğitimi aldı. 21. yüzyıl edebiyatının en önemli isimlerinden olan Murakami’nin kitapları pek çok ödül aldı, tüm dünyada ellinin üzerinde dile çevrildi. Haruki Murakami’nin Yaban Koyununun İzinde, Zemberekkuşu’nun Güncesi, İmkânsızın Şarkısı, Sınırın Güneyinde-Güneşin Batısında, Sahilde Kafka, Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu, 1Q84, Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları, Koşmasaydım Yazamazdım, Uyku, Kadınsız Erkekler, Sputnik Sevgilim, Tuhaf Kütüphane, Karanlıktan Sonra, Fırın Saldırısı ve Rüzgârın Şarkısını Dinle isimli kitapları da Doğan Kitap tarafından yayımlandı.
Gölgesini kaybeden, kafataslarından eski rüyaları okuyan bir adam ve dünyanın sonu gelmeden önce yaşayacak sadece birkaç saati kalmış bir kahraman. Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu XXI.
Yüzyıl edebiyatına damgasını vuran, kült yazar Haruki Murakami’den bilimkurguyu masalsı bir dünyanın içinde var eden, Kafkaesk bir psikolojik gerilime göz kırpan bir roman.
‘’İnsan bir şeyleri başarmak istediğinde çok doğal olarak üç noktayı kavramalıdır. Ben bu ana kadar, ne kadar işi tamamlayabildim? Şu an hangi konumdayım? Bundan sonra ne yapmalıyım? İşte bunlar, temel sorulardır. Bu üç nokta elinden alınırsa, geriye korku, kendine güvensizlik ve bezginlik hissinden başka bir şey kalmaz.’’
Bir yanıyla mitik, şiirsel ve dolayısıyla düşsel olsa da aslında öykü bir tür distopya, bir tür karanlık roman tadında, daha en başından, adından da anlaşılacağımız gibi iki dünya, iki öykü arasında gidip gelen bir roman. Haşlanmış Harikalar Diyarı, 80’li yılların başında modernizmin iyiden iyiye sirayet ettiği Japonya’da geçiyor. Kahramanımız, Sistem ve on karşı çalışan Şifreciler tarafından ikiye ayrılmış bir dünyada “Sistem”in yetiştirdiği bir “hesapçı”.
Ona iletilen verileri, hesaplayıp beyninde “karma işlemi”ne tabi tutan değerli bir eleman, hatta kendi bilmese de, bir tür denek. beyninin sol ve sağ yarımkürelerini birbirinden bağımsız kullanma yeteneği kazandıktan sonra bu yeteneğini verileri şifrelemekte kullanabilir hale getirilmiş. O, çok az insanın yapabildiği bu işi, emekliliğinde para sıkıntısı çekmeden Yunanca öğrenebilmek ve çello çalabilmek için yapıyor. Yalnız bir adam, evlenip ayrılmış, hayatına çeşitli kadınlar girse de düzenli bir sevgilisi yok, modası geçmiş caz ve rock müzikleri dinliyor, eski Batı klasiklerini okuyup Hollywood filmlerini izliyor. Bir de elinden eksik etmediği viskisi var tabi. Dolayısıyla dedektif romanlarından fırlamış gibi.
bir gün sistem için çalıştığını söyleyen gizemli, deli-dahi kıvamındaki bir bilim adamının iş işin hayatına girmesi ve anlamını çözemediği bir karma işlemini ona yaptırması sonucu, kahramanımızın hayatı kökünden değişmeye, hikayemiz de polisiye-macera türüne dönüşmeye başlıyor beklediğimiz üzere. Bilim adamının ona hediye ettiği kafatası, başına bela oluyor elbette. Şifrecilerle, Sistemcilerin kapıştığı, yer altı dehlizlerinde karanlık karası denilen yaratıkların cirit attığı ve kahramanımız olayı çözemezse dünyanın sonunun geleceği korkusunun hakim olduğu bir hikayenin içinde buluyoruz kendimizi.
Yıkım nasıl başladıysa o şekilde aniden sona eriverdi. Ne “fakat”, ne “eğer”, ne “ancak” ne de “yine de” vardı. Yıkım bir anda tamamen sona ermiş, ortalığı derin bir sessizlik kaplamıştı.
Diğer taraftan “Dünyanın Sonu” denilen ikinci bölüm, yüksek duvarlarının ardında insanların yaşadığı, bir girenin bir daha çıkamadığı, yaşlanmanın, ölümün ve acının olmadığı bir dünyada geçiyor, burada aynı zamanda altın sarısı tüyleri olan tek boynuzlar da var, onların görevi ölen yürekleri içlerine çekmek. Bu dünya çok fantastik, buradaki kahramanımızın görevi eski rüyaları okumak, eski rüyalarsa tek boynuzların içlerine çektikleri yüreklerden oluşuyor. bu işte yardımcı olan kütüphaneci kıza aşık olmak ve şehri keşfetmek. Ancak şehirdeki tuhaflıkların ardı arkası kesilmiyor. Kapı bekçisinin aksi halleri, surlardan yayılan garip elektrik, ormanda yaşayan ve kimselere görünmeyen insanların gizemi ve tek boynuzların arka arkaya ölümleri. Kahramanımızın gölgesi ısrarcı, şehirden kaçıp yeniden birleşecekleri günü bekliyor. Ancak kahramanımız ne istediğinden hiç emin değil… Zira gölgesinin ısrarla vurguladığı şey, açıkçası onu cezbediyor: Bu şehirde her şey tıkır tıkır işliyor ama doğal olmayan bir işleyiş bu…
Tüm roman boyunca aslında kahramanımızın bu gizemli şehre dair vereceği kararı bekliyor, bu kararı merak ediyoruz. İşlerin tam içinden çıkılamaz bir hale geldiği noktada ise Murakami’nin bize vereceği ise, son derece büyüleyici, son derece şiirsel bir son…
…son olarak yüreğimi de kaybetmek üzereydim.