https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Bugün de içinde yangın var. Bugün de süpürülmemiş küllerin. Bu yangının bir sonu var zannediyordum her yangın başka bir yangını doğuruyordu ardından. Yangınını denizler söndürür zannediyordum denizlerinin de alev aldığını bilmeden. Yangınında unutulmuş bir nehre savurursun sanmıştım küllerimi. Senin için topladım hepsini, elini uzattığın ilk yerde tutuşturacağım eline tüm geçmişimi. ”Birde sen bak…” diyeceğim. ”Geçmiş mi geçmemiş mi?”  Kayıp galaksilerden entariler biçiyorum kendime. Karanlık kuyulara bir parça umut aramak için giriyor ardından kendi karanlığımda boğuluyorum. Yüreğim bir bekleme odası. Dört bir yanımda demir parmaklıklar, gardiyanın getirdiği tabildot umut oluyor bana. Yaşamak için yemek, yaşamak için beklemek… Çatlak duvarlardan sızıyor gözyaşlarım, küf kokulu yastıklarda son nefeslerimi alıyorum. Aldığım canlar için değil benden aldığınız her nefes için bir çentik atıyorum duvarlara. Ara sıra onlar yastık oluyor bana, koskoca harflerle ”neden?” yazıyorum duvarlara. O karanlık kuyulardan yankılanan tek ses dahi yok. Hiç kimsenin mi verecek cevabı yok sorduğum sorulara?
 
Adı üstünde bekleme salonu, pazartesiyken salıyı, haziranken temmuzu nasıl bekliyorsa insan yaşamın ardından ölümü de öyle bekliyor… Zaten ölüm ne kadar beklenirse o kadar gelmez… Tıpkı herkes gibi, her şey gibi… Düğümlenen kelimeleri yutkunarak tükettim hep. İki kolumun arasına yaşamayı sıkıştırdığım günlerin akşamına, ölüme methiyeler düzdüm. Sabahları tüm dünyayı kucaklarken gecesine, tüm dünyayı kalın bir urgana astım. En mutlu olduğum anlarda gülüşümü kibritlere bastım. İs kokulu gülüşlerimi, çentik atılı duvarlara astım. Tüm geceyi onu izleyerek kapattım. Gecelerin uzunluğunu ben bilirim, ben bilirim tek başına ısıtamadığın yatakları, yastığın soğuk yüzünü… Doğan her yeni güne bir nefretle uyanmamak için kilit vurduğum pencereleri ben bilirim. Birde kilit vurduğum gönlümü… Gönlümün esaretini iliklerime kadar hissediyorum. Herkesin gövdesiyle bir yere gelip benim yüreğimle bir arpa boyu yol alamamam kadar acımasız bir hayat bu. Her seferinde var gücümle tutunduğum çınar ağacından ilk rüzgarla düşmem kadar acımasız… İçerisinde eşyalar olan bir mezar benim yalnızlığım ve kendimi avuttuğum tek yanım dünya yokmuş gibi yaşamak… Kendi dünyamı kurmak karanlık kuyularda, soğuk yataklarda ve tüm geçmişimle. Ölüme, geldiğinde alacağı bir avuç kemikten başka bir şey bırakmamak benim aslım. Yüreğim bir bekleme odası, burası bizim yol ayrımımız… Ayrıldığım zaman sizden ” uzun yıllar yaşadı ama dünyaya gelmedi” diyecekler soğuk mezar taşımın başında. Benim aklımda ise yolun sonu için sakladığım tek bir soru ” Size benzeseydim eğer  mutlu olur muydum sahiden?” …