Zihnim heybeden kalabalık benim. Çok şeyi bir başkasını ararken koyduğum masada bıraktım.
Birçoğunu da otobüsü kovalarken düşürdüm.
Bazılarını da isteyerek kaybettim.
Ama unuttum işte,
acıdan öldüm dediğimde nasıl ölmediysem,
unutmam dediğim her şeyi de unuttum.
Hani gece karanlığında ıslanır ya kirpiklerin birbirine yaslanır,
o ara sarmaş dolaş olur tabela ışıkları.
Sonra açarsın gözlerini hepsi yerli yerinde işte, ben o aralıkta gitmeyi unuttum.
Günün üzerine devrilen kırılgan bir akşamüstü maviliği ve ufkun hemen yanı başında beliren göçmen kuşların suskun siluetleri var. Tik tak, tik tak, tik tak bunlar hiç bitmez kafamın içinde, sessizlik bebek yüzlü bir katil. Cam kenarında bekliyorum, gözlerim sokağın öteki dönemecinde kilitli. Yine aynı istek peyda ediyor içimde, içimden bir ses bekleme git diyor. Kalp ritmim değişiyor mum’dan süzülen ışıkla öfkem çoğalıyor. Evet evet ben şimdi gitsem, asla yanından ayrılmam dediklerimi bile umursamadığım şu elbise dolabımın raflarına yerleştirsem. Üzerime en sevdiğim siyah pantolonumu ve siyah uzun gömleğimi giysem. Mesela beni hep için de görmeye alıştığınız çiçekli eteklerimi yerlere atsam. Sarı bluzumun püsküllerini kessem. Şirin babetlerimi keçeli kalemlerle boyayıp kullanılamaz hâle getirsem. Gittiğimde rolün gereğince telaşlansan, ortalığın bu hâline şaşırsan. Düzen takıntısı olan bu kadın neden böyle bir şey yapmış diye merak etsen. Hatta buraları kim toplayacak diye sinirlensen. Evet, merak etsen, sinirlensen ama asla endişelenmesen. Ben de amacıma ulaşmış olsam. Sen dağınıklığın arasında parça parça dağılmış olan gururumu hiç fark etmesen. Eteklerimin kenarlarını süsleyen hayal kırıklıklarımdan bihaber, gelişigüzel bir kenarından tutup çöpe atıversen.
O çok severek aldığım kırmızı bluzumun yırtık pırtık olması hiç dikkatini çekmese mesela. Zaten yıllarca kırgınlığımı bile anlamayan senden, bu yüceliği beklemek ahmaklığımı çok daha takdire değer bir seviyeye çıkartmaz mı? Ya da kelimelerinle bilenmiş bıçaklarını savurarak gururuma ilk darbeni attığın, beni aldattığın o gün yapma diye arkandan ağladığımda üzerimde o bluzun olduğu aklında kalması ne kadar da mucizevi olurdu değil mi? Ben şimdi en sevdiğim renkten kıyafetlerin içinde, hiçbir plan yapmadan sadece çekip giderken sen yandaşlarınla toplanıp “İyi bilirdik” diye gülüşsen. Elbise dolabının içinde sakladığım maskelerimin kilitli olduğu şu kutuyu bulduğunda ben otobüs biletimi alıyor olsam. Senden yaka paça kurtardığım komodinin çekmecesinde duran bir kaç tebessümü, sayfalar arasında sakladığım defterimi bulduğunda da otobüse binsem. Buruşuk tebessümlerime anlam veremezken ben de otobüsün nereye gittiğini umursamıyor olsam.
Aradan saatler geçse, muavin beni uyandırıp mola verdiklerini söylerken sen de artık neredeyse tüm ıvır zıvırımı poşetlere doldurmuş, seni ne kadar yorduğumdan şikayet ediyor olsan. Ben bulanan mideme belki iyi gelir umuduyla aldığım limonatanın parasını öderken sen çorap çekmecemi açsan. Çorapların içlerinin dolu olduğunu ve dokununca ellerini kestiğini fark etmen çok da uzun sürmese. Benim onları o şekilde giydiğimi hiç düşünmesen. Bir an önce kurtulma isteğiyle onları da ayrı poşetlere koyarken, içlerindeki hayal kırıklıklarıyla sindirilmiş umutlarım, sana boynu bükük baksa, sen fark etmesen, ben de bu arada biten limonata şişesini çöpe atsam. Hatta benim çorap içlerine saklamak gibi ilginç bir karar verdiğim, bir zamanların en önemli duygusu olduğuna inandığım umutlarımın üstlerine basarak yaşadığım fikri aklının ucuna bile gelmese. Onları her gün tekrar tekrar öldürmeye çalışmam seni hiç korkutmasa.
Üşüdüğümü fark edip çantamdaki siyah kaşmir hırkama uzanırken, saklı umutlarımın gizliden gizliye seni yaraladığını bilmenin suçluluk duygusuyla sarsılsam. Sonra bunun için belki ellinci kez ahmak olduğumu hatırlatsam kendime. Hatırlatıp dursam da, benden sayısız güzellik çalsan da, ben yine endişelensem senin için. İçimde küçük taneler hâlinde bile olsa kalan, o her şeyi kendine dert edinen tarafımı yine senin için seferber etsem ama yine de gitsem.
Bu sefer temelli gitsem mesela.
Canımı acıtamayacağın, tuzlu ellerini yaralarıma bastıramayacağın kadar uzağa kaçsam.
Kaçmak korkaklıksa, korkak olsam, hem de sonuna kadar, bu da umurumda olmasa.
Harekete geçen otobüsümü fark edip koşturarak koltuğuma yerleşirken, buz kesen ellerimi de ceplerime sokuştursam. Beni seven bir kaç güzel insanın minnettarlığını da bu hırkamın ceplerine sakladığım için şükretsem. Eğer onlar olmasa ellerimin hiç ısınamayacaklarını bilerek bir gülümseme kondursam yüzüme. Ve bu sefer o gülümsemeyi acımasızca koparmasam.
Gitsem öylece….
Zeynep EŞİN