“İşaret Çocukları” şiiri Abdurrahman Cahit Zarifoğlu şairimizin görüp şahit olduğu zulmet hayatı kapalı bir anlatım fakat sade bir dille okuyuculara sunmuş olduğu hem romantizm hem de realizm çizgisinde yazmış olduğu, muhtevası zengin imgeli olan uzun soluklu bir şiirdir.
Ayrıca diğer şairlerimizden farklı olarak yer yer daha önce hiçbir şairimizin kaleminde yer almamış imgeleri de görmek mümkündür.
Şiirin girizgahında yer alan ilk üç mısrada şairimiz baba kelimesiyle şiire başlamış çünkü şairimizin babası öz oğlu olan Abdurrahman Cahit Zarifoğlu’yu ve karısını şairimiz henüz çok küçükken bırakıp kaçan biridir.
Buna rağmen burada şairimizin babasına duyduğu kallavi bir özlem anlatılmaktadır.
Şair bu özlemi, müslüman olan sokaklardan geçerdi babam demeye getirip; bu günlerin tekrar geri gelmesini arzu etmekle birlikte tekrar yaşamayı da dilemiştir.
Üçüncü mısrada küçük fakat hoş bir imge görüyoruz.
‘Başında Yağmur Halkaları’ mısrasında babasının başında sarık olduğunu ve bu sarıkın şemsiyenin yerini alarak, babasını yağmurdan koruduğunu söylüyor.
İkinci bentte yakışıklı ve naif kalpli şairimiz olan Cahit abimiz, bu sefer annesine olan sevgisini ve annesinin psikolojik olarak nasıl bir hayatın içinde olduğunu dile getiriyor.
İkinci bentte yer alan ‘Anam Yeşil Hırkalar Görürdü Düşünde’ mısrası annesinin kurduğu rüyalarının yemyeşil ormanlar olduğunun burhanı yani kanıtıdır.
Nitekim bu hayatta bir insana nefes aldıran iki renk vardır. Biri mavi, diğeri yeşil. Şairimiz ise şiirine yeşil rengi uygun görmüştür.
Daha sonra annesinin gençlik yılları anlatılıyor.
Şair aynı zamanda annesini yüceltmekle birlikte yine hem İslamcı kimliğini hem de şair kimliğini ortaya koyarak; “Göğsünden Dualar Geçermiş” imgesiyle annesinin dua eden biri olduğunu söylüyor.
Üçüncü bentte ise şairin kapalı anlatımı devam etmekle birlikte helal yoldan ekmek kazanan işçilerin varlığını görmek mümkündür.
Bu işçilerle birlikte cami avluları ve havuz sularında çocukların bulunduğunu görüyoruz.
Akabinde muazzam bir imgenin çocuk motifiyle zenginleştiğini görüyoruz.
Şair diyor ki : Bu çocuklar umudu, neşeyi görmeden asla bu umudu ve neşeyi babalarına götürmezler.
Daha sonra nineler yemekle uğraşıp bu yemekleri akşam vaktinin işçi saatine vurduğu an işçilere götürdüğü söyleniyor.
Dördüncü bentte ise başı ve yüreği Şahbaz yani iri, gösterişli Akdoğan denilerek, kadınların uzun simsiyah saçlarında erkeklerin hayat bulduğu vurgusu yapılıyor.
Ki insanoğlunu da var eden sevmekten çok sevilmek duygusu değil midir?
Beşinci bentte ise bismillah demeden, sularda yıkanılmadığını ve ‘Zaman Dert Getirdi Sulara’ mısrasıyla şiirdeki imge sayısının gittikçe artmasıyla birlikte, işçilerin son üç mısrada nasıl çalıştıkları dile getiriliyor.
Şiirin ortasına yani şiirin altıncı bentine baktığımız zaman; şair, babasının bıraktığı işi artık annesinin devraldığını, daha önceki yıllarda kavgaları ayırırken kana bulanmış bir kamış ile kara ocağa bir takım işaret adlarını koyduğunu söylüyor.
Yedinci bentte anneden babaya giden bir şairi görüyoruz.
Hemen onun gerisinde hatırlarsanız anneden bahsettim.
Yedinci bente dönecek olursak, ikinci ve üçüncü mısrada devasal güzellikte olan iki imgeyi görmekle birlikte, babasının bambaşka şehirlere gittiğini söylüyor.
Sekizinci bentte ise ‘Ormanlara Tepeden Eğilen Toprak Evlerde’ adlı mısradan yola çıkarak şairin neleri anlatmaya çalıştığını öğrenebiliriz.
Şairimiz sekizinci bentin tamamında kadınların hangi müşküllükler yani zorluklar içinde neler yaptıklarını, nasıl bir kasvet içinde olduklarını anlatıyor.
Son bentte ise şair; anne, baba ve işçileri bırakıp, artık kendisinin ne halde olduğunu dile getiriyor.
Aydınlık dolu günlerin, elinden nasıl kayıp gittiğini anlatıyor.
Şairimiz Abdurrahman Cahit Zarifoğlu’nun yazmış olduğu bu şiirde birinci bentin üçüncü mısrasında, ikinci bentin üçüncü ve dördüncü mısrasında, beşinci bentin beşinci mısrasında, yedinci bentin ikinci ve üçüncü mısrasında, son bentin iki ve beşinci mısrasında, özellikle sekizinci bentin altıncı mısrasında yer alan imgeler şiire can vermekle birlikte bu şiir sessiz ve naif bir başkaldırışın şiiri olmanın yanı sıra toplum için yazılmış bir şiirdir.
Yasin okunan tütsü tüten çarşılardan
Geçerdi babam
Başında yağmur halkaları
Anam yeşil hırkalar görürdü düşünde
Daha ilk güzelliğinde
Alnını iki dağın arasına germiş
Bir devin göğsüne benzer
Göğsünden dualar geçermiş
Çarşılar ellerinde ekmek iğneleri
Cami avlularına açılan
Havuz sularına kapılan çocuklar
Görmeden güneşin bütün renklerini
Götürmezlerdi dükkan da ki babalarına
Ocaktan akan kaynar yemekleri
Nenelerinin koyduğu avuç taslarına
Başı ve yüreği şahbaz
Kaleleri ağırlayan kadınların
Süslerini kemerlerini
Başlarını ağırlaştıran
Ağır siyah şelale saçlarını
Tutunca gençleşirdi erkekler
Sonra insan o ki denizde
Küçük ve büyük nehirde
Bedeni ıslatan afsunlu suda
Önce niyet sonra yıkanırdı
Zaman dert getirdi sulara
İçinde eski balıkların yattığı kayalar
Savaşan insanların elinde
İnce yontulup taşındı balta mızrak şekline
Anam kanları kuruyan
Kavga ayıran bir kargı elinde
Kara ocağın taşlarına
İşaret koydu çocuklarını
Belinde gezdiren babamın
Beyaz yazılarla kazandığı adları
Yüreği korkuyla kuvvetlendi babamın
Unutup genç gelen günleri
Zamanın sürerken çektiği günleri
Çetin bilmecelerle
Sürdü atını şehirlere
Yün ören at güden kadınlar
Ormanlara tepeden eğilen toprak evlerde
Küçük pencereli karanlık dar odalarda
Uzaktan uzayıp gelen kurt seslerinin
Uzağa çekilip giden
Ayazda donan gülmeler içinde
Ormanlarda süt emziren anne
Unuttu gittikçe uzayan çocuğunu
Hep kaçarmış şehirlerin
Demir dağlarına
Uyuyunca toprak beşiğimde
Sahipsiz kalan
Ellerimden kayan aydınlık günlerim.