https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Kağnı tekeri gibi / Gıcır gıcır gıcırdayarak / Ağır ağır döner orda zaman / Kadehler kırılsın / Meyler dökülsün şarkılar susuversin / Kum değil insandır bu kalburda çalkalanan / Zehirdir aşı kandır gözyaşı / Bir anası ağlar ağlarsa / Vallah unutur öz gardaşı / Demirle taş duvarla insan savaşı / İçerler kendi kanlarını kalay görmeyen kapta / Mahkumlar perişan mahkumlar bu zincirli girdapta.

Bu çile dolu dizelerle başlıyoruz Tatar Ramazan’ın yaklaşık doksan sayfalık destanını okumaya, Yediler çesmesinden sola dönüp, arnavut kaldırımı döşeli, iki yanı akasya ağaçlı genişçe caddedeye çıkıyoruz. Sağımız yenice bozulmuş bir mezarlık, solumuz bahçelik, bostanlık. Salyalı harap başları insanın içine acı vererek sallanan öküzlerin çektiği, çitleri buğday dolu kağnıların yanından geçiyoruz. Bu kağnıları sürenler ise ellerinde üvendireleri, çoğu iki heceli isimlerle çağırılan, buram buram güneş kokan anadolu anaları. Daha on beş dakika yürümeden şehrin dış mahallelerine varıyoruz. İşte burada karanlık pencereleri demirli, sıvaları yer yer dökülmüş mahpushane var. Türk edebiyatına Ayancıklı Ömer, Arap Kadir ve Boyabatlı Emin gibi birçok hapishane kahramanı kazandırmış olan Kerim Koracan’ın belki de en bilindik kahramanının hikayesine işte burada tanıklık ediyoruz.
Daha içeri girmeden, dışarıda oturmakta olan bir mahkum ve yanında mahpushane katibi Emin Efendi’yi görüyoruz. Bu mahkum kimseden perva etmeden içeride sekiz senedir hüküm süren Abdurrahman Çavuş’tur. Sandalyesini böyle dışarı koyabilen yegane mahkumdur. Emin Efendi pek endişelidir: “Bir sürgün geliyor Çavuş, üç mahpushaneyi kasmış kavurmuş.” Çavuş kaygısını belli etmemeye çalışarak. “Sen de hep kuşu kurt okursun, küçücük eniğin de çoban köpeği. Cigara ateşinden büyük yangınlar çıkmaz Emin Efendi. Neyse o senin ödünü koparan sürgün gelsin bakalım.” 
Irzına göz diktiği yanaşmasını öldürüp içeri girmiştir Seviş Köylü Abdurrahman Çavuş. Köylünün deyimiyle ‘bayırın deyyusu’. İri koyun postu gocuğu sırtında, burma bıyığı, koca gövdesiyle küfürbaz, zalim, zorba. Memurunu gardiyanını tekmil hükümet adamını mahpus damında temsil eden, Müddeyim Bey’in (savcı) bile hapishaneye geldiğinde elini sıktığı, dam çavuşu.Canı sokağı izlemek isterse koyar sandalyesini mahpushanenin kapısına, hiç utanmadan bakar gelenin önüne geçenin arkasına. Hele gardiyanlardan biri bir karşı çıksın vallah koyar kapıya. 
Sürgün gelen Tatar Ramazan ise tam tersidir Abdurrahman Çavuş’un. El alemin ırzında namusunda gözü yoktur. Merttir. Kalem gibi delikanlıdır. Tambur çalar, türkü okur. Hep hakkın ezilenin yanında. Kanunun, hükümetten de müdürden de üstün olduğunu bilir. Ezmez, üzmez, dövmez, sövmez mahkuma. Çile dolduranların ağası olmayı ret eder, olsa olsa yarenidir. Katidir, tok yatmaz onlar açken. Tek davası hak hukuk adalet. Yedi vilayet, yetmiş karyede, kırk yıllık hatrı olan acı kahve sohbetlerinde, adı bir eyyam dillerden düşmeyen

Tatar Ramazan.

Yazarın 1969 yılında kaleme aldığı ‘Tatar Ramazan’ toplumsal gerçekçi düşüncenin edebi eserlerde işlenmiş örneklerinden biridir. Ayrıca kitapta ‘Tatar Ramazan’ dışında sekiz öykü daha vardır. Eserin yazıldığı döneme yakın benzer eserlere örnek vermek gerekirse. Orhan Kemal’in ‘72. Koğuş’ ve Kemal Tahir’in ‘Karılar Koğuşu’ isimli eserlerini söyleyebiliriz.
Korcan’ın bizler için bir muamma olan hapishane ortamını, mahkumların, kendi aralarında ki ilişkileri ve idare ile olan çarpık ilişkilerini gösterdiği eserlerinden biridir Tatar Ramazan. Onların yaşadığı acıları, zorlukları belki de kendisi de hapishanede kaldığı için bu kadar gerçekçi bir dille anlatmaktadır. Onlarla empati yapmamızı sağlar. Okurken içimiz cız eder. Yaşananlar kendi gözlemlerinden damıttıklarıdır.

‘Jandarma düdük sesleri duyuluyordu uzaktan. Tavanda gaz lambası çatırdayarak yanıyor, duvarlara asılmış dolaplara, sıradan serilmiş yataklara sarı ölgün bir ışık bırakıyordu. Ne bir yaprak uçar gider tatlı bir rüzgarda. Ne de bir su akar toprakta şırıl şırıl. Aysız, yıldızsız, namussuz mahpushane geceleri. Saat onbiri bulunca yataklar teker teker serildi. Don beyaz, gömlek beyaz, soyununca herkes birbirine benzedi.İnsanlar uzanmış zaman salhanesinde. Kara kaplı kitaplar vermiş hükmünü. Adaletin kılıcı asılı ömrün kara tavanında.’
Olay örgüsünde yer alan diğer önemli karakterler, Kirmastılı Ağa ve Akseli Ali Ağa’dır. Kirmastılı’nın cezasının bitmesine sadece dört ay kalmıştır. Çavuş’la arayı daima yumuşak tutmak isteyen, kibirsiz, güleç yüzlü, ağır başlı bir ağadır. Yeni sürgünle de çok iyi anlaşır, hatta onun yanında saf tutar. Ramazan’ın içeride dönen dolapları anlaması uzun sürmez. Her türlü haksızlığın, sömürünün altından Abdurrahman Çavuş ve işbirlikçisi Akseli Ali Ağa çıkmaktadır. Ramazan buna göz yumamaz. 

Sarma cigara, sürgülü zincir, sabahsız gece. Sırat gibi keskin, dönülmez, değişmez, bıçak sırtı bir racon. Bir ucu ezelde bir ucu ecelde; bir yüzü acem mülküne bir yüzü garba dönük, sonu olmayan, uzadıkça uzayan karanlık mahpushane koridorları. Cezanın törpüsüdür törpüsü olmasına da, gittikçe sertleşir Ramazan’ın voltası, gittikçe hoyratlaşır. Hayra alamet değildir bu gidiş, bir başka anlamlıdır voltayı böyle vurmak. Geri adım atmaz Abdurrahman Çavuş da, zaten Ramazan geleli iyiden iyiye zayıflamıştır kumar postası. Ha kumar ha damar ne fark eder, damar da akmazsa kan hayat durur. Mapusta dönmezse kumar, mapus ölür. Kumar olsun ki sömürebilsin fukarayı. Hem Çavuşa’a sorsan haktır bu mahkumlara kumar. Bitleri bir okka çekerdi onların Çavuş olmasa. Sayesinde sırtları sabun görmüştür, karınları sıcak çorba. ‘Ne bilirler hökümet adamıyla konuşmayı, mıtteyin bey gelince enik kesilirler’. Kim konuşur onların yerine? Çavuş tabii ki.

Kanun ne kırbaçtır ne sütlaçtır, kanun kanundur. Memur memur gibi, adamda adam gibi olmalıdır. Tanımaz hakkan hukuktan başkasını Ramazan. En kralının bir bıçağa bakar fiyakası. Ne var ki Ramazan’ın istediği gibi bir düzen yoktur ortada. Abdurrahman Çavuş hükümet gibidir karşısında. İdare ile arası gayet iyidir. Hülasa Çavuş’un, Satı Dayı’yı cümle mahkumun önünde bir tokatla yere serip ‘Sana Ramazan Ağan bir mendil versin de gözünün yaşını sil! Kirmastılı Dayı’da git yarana melhem çalıversin!’ demesi. Sonrasında Ramazan’ın koğuşundaki Bekir Ağa’ya gönderdiği pusula ve söylediği sözler bardağı taşıran son damla olmuştur. Bundan sonra Ramazan ve Çavuş mahpushane bahçesinde vuruşur. Sayfalar boyunca tırmanan gerilime tanık olan bizler,  Ramazan’ın, belindeki bıçağı, yüksek topuklu çarığı ve kanlı pantolonuyla mahpushane bahçesine inişini Kerim Korcan’’ın şiirsel anlatımı ile yüreğimiz ağzımızda okuruz.

“Tatar Ramazan geliyordu. Bahçede gezinen mahkumlar ağır havayı sezdiler ve ağır ağır duvar diplerine çekilmeye başladılar. Onun ilk geldiği gün gayet güzel hatırlanır. Hava günlük güneşlikti. Ama bugün öyle değil. Boz bulutlar birbirine yaslanarak kurşundan bir tavan yapmışlardı gökyüzüne. Kuşlar geçiyordu arada bir çırpınarak. Bu kurşuni kubbe altında mahpushane bahçesindeki hava ağırdı. Ya yağmur düşecekti yer yer yarılan toprağa ya da mahpushane bahçesine kan.”

1984 yılında Ege Üniversitesi’nin düzenlediği Ulusal 1. Tiyatro Araştırmaları Kongresi’nde dinleyicilere kendini “Adım Kerim, soyadım Korcan. Adapazarlı bir saat tamircisinin oğluyum. Toplumumuzun yaptığı çağrıya; daha doğrusu kesin bir görev emrine uyarak kırk yıldır düşünce ve fikir savaşı alanındayım.” diye tanıtan Korcan kimilerine göre edebiyatımızda, gölgede kalan yazarlardan biridir. Öyle ki Tatar Ramazan karakteri neredeyse yazarın kendisinden daha çok bilinir.1992 yılında Melih Gülgen’in yönetmenliğinde beyaz perdeye de uyarlanan eserde Tatar Ramazan’ı Kadir İnanır, Abdurrahman Çavuş’u Hayati Hamzaoğlu canlandırmıştır.

“Ramazan adım adım, büyüyen gözlere basa basa yürüdü, İşte meydana getirmişti gizliden gizliye biriken meseleleri ve belki de kanlı bir çözüme bağlayacaktı. Hava tosa hazırlanan koçlar gibi, çekilmiş yay gibi gerilmişti. Dalaşa girecek azgın hayvanlar gibi soluyordu bir taraftan da. Bela kanlı bir kartal gibi avının üstüne inmeye hazırdı. Bıçaklar bilenmişti yürekler doğramaya. Soluklar tek tek, soluklar kesik kesik, soluklar ateş gibi alınıp verilmede. Yüreği kuş gibi titreten bir diş gıcırtısı. Bir bardak dopdolu zehirden bir bardak, bir damla ister. Bir bardak taşıverecek birden, Ramazan geliyordu.’

Ramazan’ın doğrudan kendisine gelmekte olduğunu gören Abdurrahman Çavuş dehşet dolu gözlerle etrafına bakınır. Ancak, bahçede bir başınadır. Yanında ne Müdür Bey vardır, ne gardiyanlardan biri ne de Aksel Ali Ağa.
Yaşar Kemal’in İnce Memed’i gibi, 1990 yılında kaybettiğimiz yazar Kerim Korcan da edebiyatımıza, zulme ve ağalığa başkaldıran Tatar Ramazan’ın unutulmaz hikayesini miras bırakmıştır.
“Ramazan elini beline götürdü ve Çavuş’a beş adım kala durdu. Bu meydanın ilk defa işittiği, dam çavuşlarını titreten narasını vurdu:”
“Kolla Abdurrahman Çavuş kendini!”

İnceleme: Fırat IŞIKGİL