‘‘Eğer sesler duyuyorsam; Kutsal Meryem karşıma çıkıyorsa ve meleklerle şeytanlar bana eşlik etmekten hoşlanıyorsa ne yapabilirim!’’
TANRININ KAÇINILMAZ LANETİ: DET SJUNDE INSEGLETYEDİNCİ MÜHÜR
İzlediğimiz filmler, kendi monologlarımızı, başka bedenlerle harmanlayarak karşımıza çıkarıyor çoğu zaman. Kült filmlerin varoluşu da bu bakış açısıyla izleyemediğimiz ve belki de ilk izlediğimizde algılayamadığımız, varoluşsal kaygımızın bir ürünü. Kült filmler deyince de akla ilk gelenlerden olan Ingmar Bergman, kendi iç dünyasını olağan karmaşasıyla beyaz perdeye aktarmayı başarmış sayılı yönetmenlerden.
Filmlerinde işlediği her bir konuyla Bergman, insanın kendi içinde çözümleyemediği tüm soruların cevabını, öz yaşamından çıkararak dış dünyanın karmaşasıyla uyum sağlamaya çalışmıştır. Özellikle de dinin insan yaşamındaki yerini, insanların sorgulamaktan kaçındığı inanç sistemini ve inanç kavramının özünü yitirmeyerek; Tanrının adil dünyasında yaratılmış olan adaletsizliklerin ve kötülüklerin doğuşunu, 1957 yapımı Yedinci Mühür filmine aktararak sorgulamıştır.
Film, 14 yüzyıl ortalarında yaşayan şövalye Antonius Block ve silahtarının uzun yıllar kutsal topraklarda Haçlılar adına çarpıştıktan sonra, vatanları olan İsveç’e dönmesiyle başlar. Asıl konuysa, döndükleri vatanlarında vebanın ‘kıyamet günü’ habercisi gibi canlar alması ve insanların ölümden kaçmaya çalışmasıdır. Film’e adını veren Yedinci Mühürse İncil’de geçen bir alametin ifadesidir; insanların yedinci mühür korkusu ölümü, ölümde tanrıya yakarışı doğurur. Filmin en etkili sahnesi ise; en başında verilen ve ara ara serpiştirilen şövalye Antonius Block’ ın Ölüm ile oynadığı satranç sahnesidir. Block, yaşam ve tanrı üzerine düşünmek, yaşamı boyunca kendi içinde kaybolduğu düşüncesiyle sorgulayamadığı soruların cevabını bulabilmek adına ölüm ile satranç oynayarak vakit kazanmaya çalışır.
‘‘-Hazır mısın?
-Bedenim korkuyor, ama ben korkmuyorum.’’
Babası Protestan bir papaz olan Bergman, Antonius Block üzerinden; tanrının varlığının ve yokluğunun kendi içinde bilinip ve bilinmezliğindeki şüpheciliğiyle, ölümden sonraki yaşamın ve kimine göre yeryüzündeki tek yaşamın devamına, dine inanmanın doğruluğu ve yanlışlığının sorgusunu yaparak aktarmayı başarmıştır. Film, insanın hamurunda olan inanç açlığında; yüzyıllardır, peygamberleri ve kutsal kitaplarıyla varlığına inanılan tanrısıyla; ölüm gelene kadar sorgulamayan-sorgulamak istemeyen- insanların bilinmeyen kapının ardındaki tanrıyı arayışının ifadesi.
‘‘İnsanın duyularıyla Tanrıyı kavrayabilmesi o kadar imkansız mı? O neden yarım vaatlerin ve görülmeyen mucizelerin ardına saklansın ki! Kendimize inancımız yoksa başkasına inanç nasıl duyabiliriz? Benim gibi inanmak isteyen ama yapamayanlar ne olacak? Ya inanmayan, inanamayanlar? İçimdeki Tanrıyı neden öldüremiyorum? Onu kalbimden atmak istememe rağmen alçaltıcı ve acı verici şekilde içimde yaşamaya devam ediyor. Neden her şeye rağmen bu gerçeklikten kurtulamıyorum?’’
İnsanın hatta insanların, yaratılışın getirdiği mutlak son olan ölümle yüz yüze geleceği düşüncesi, hep korkutucu olmuştur. İnsan köşeye sıkışmaktan -ya da sıkışacağının- endişesiyle, yaşamın getirdiği güzel ve kötücül düşüncelerin farkında olmadan, bir inancın peşinde koşmaya devam etmiştir. Kimi zaman bu Tanrının varlığına sıkı sıkıya inandığı; fakat kimi zamanda inandıklarının sorguladığı korkusuyla yaşamış ve günümüze kadar devam ede gelmiştir. İnsanın doğası gereği bilme ve yolunu belirleme ihtiyacı; bazılarının kafasında hep bir soruyken, bazılarının da felaket gününe ya da ölümle dans edecekleri o günde akıllarına takılacak bir soru olmuştur.
‘‘Korkumuzdan bir imge yaratır ve sonra o imgeye Tanrı adını veririz.’’
İnsanların yaşamlarının ölüm gelene kadar, kendi gözlerinde yaşanmamış sayılması, 14. yüzyıldan çıkıp şu an içinde bulunduğumuz çağda yaşayan her bir insan için de bilinmeyen bir humma.
‘‘İnanç yaşaması zor bir yüktür. Ne kadar yüksek sesle çağırırsan çağır, karanlıktan sıyrılıp hiç gelmeyen birini sevmek gibi.’’
Bergman’ ın gözüyle insanın ham maddesinde yer alan; tanrı-ölüm-din olgusu’nu kaçınılmaz sona yaklaştığımızı ve ölümle satranç oynama ihtimalimizin var olup olmadığını bilmeyerek, kendi içimizde sorgulayamadığımız yaşamı, kendi kafamızda yarattığımız sorulara Antonius Block yardımıyla cevap arayabiliriz.
E tabi kaçınılmaz sonu unutmadan.