“…fener, ışığıyla geceyi gündüze çeviriyor, silüetlerimizi keskin kabartmalara dönüştürüyordu. Lokomotif bizi geçti, hepimiz trenin yanı sıra koşuyorduk, kimimiz yan merdivenlere asılıyor, diğerlerimiz kapalı yük vagonlarının yan kapılarını açıp içeri giriyorduk.”
Demiryolu Serserileri, Jack London’ın, ilk baskısı 1907 yılında yapılan özyaşamöyküsel romanıdır. Amerika Birleşik Devletleri’nin ekonomik ve siyasi krizler ile boğuştuğu XIX. Yüzyıl’ın sonlarında geçer. Hikayenin başkişisi olan Frisco-Kid bir serseridir. Canadian Pacific ve Central Pacific demiryolarındaki trenlere asılarak binmekte ve ücretsiz seyahat etmektedir. Kitapta onun ve dahil olduğu demiryolu çetelerinin yol boyunca başından geçen serüvenleri okuruz.
Kendisi de bir serüven tutkunu olan, dilimize de bir çok kitabı çevrilen yazar, “Beyaz Diş” isimli romanıyla Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı’nın 100 Temel Eser Listesi’nde yerini almıştır. Eserleri dünya klasikleri arasında yer alan Jack London, amerikan edebiyatının gelmiş geçmiş en önemli yazarlarından biridir. Önde gelen eserlerine örnek olarak “Demir Ökçe”, “Martin Eden”, “Beyaz Diş” ve “Vahşetin Çağrısı”nı verebiliriz.
Orijinal adı “The Road (Yol)” olan “Demiryolu Serserileri” eserinde kahramanımız, beş parasız bir “ipsiz” olarak Sacramento’dan, Ottawa’ya; Oakland’dan Niagara Falls’a Amerika’yı baştan başa kat eder. Kitap son derece sade ve kolay okunabilir bir üslupla kaleme alınmış dokuz bölümden oluşur. Olayların ele alınışında “Kahraman Bakış Açısı” kullanılmıştır. Dolayısıyla dönemin Amerika Birleşik Devletleri’ni bir serserinin gözünden görüp değerlendirmemizi sağlar.
Kahramanımızın demiryolları ve trenlerle tanışma hikayesi, Viski Bob isimli bir serseri tarafından çalınıp Port Costa açıklarına demirlenmiş bir tekneyi sahibine geri getirme görevini alması ile başlar. O zamanlar on altı yaşındadır ve yaptığı istiridye korsanlığınıdan para kazanamamaktadır. Cebindeki son para ile yol için yiyecek alır. Kendisi gibi macera tutkunu bir istiridye korsanı olan arkadaşı Rum Nickey’i de yanına yardımcı alarak yelkenli ile denize açılır. İki serserinin zamanları boldur dönüş yolunda rüzgarın esme yönünü de hesaba katarak Sacramento’ya gitmenin harika bir fikir olduğuna karar verirler. Gittikleri yerde demiryollarında serserilik yapan bir çete ile karşılaşırlar. Serseri çetesinin konuştuğu her kelime kahramanımıza yepyeni ve serüven dolu bir dünyayı çağrıştırır. Çete elemanları “Yol” dan bahsetmektedir. Yolda; “çelik barlar”, “kör vagonlar”, “aynasızlar”, “fren memurları”, “uykucular”, “ipsizler” vardır. Kahramanımız onların anlattıklarından çok etkilenerek çeteye katılmaya karar verir. Yaptığı ilk seyahatte doğuya giden Central Pacific demiryollarına ait bir tren ile Sierra Nevada dağlarını başarı ile aşar.
Anlatılan olaylar 1890 lı yıllarda geçer. 4 Temmuz 1776 yılında George Washington ve Thomas Jefferson tarafından kaleme alınan Bağımsızlık Bildirgesi’ni yayınlayan Amerika Birleşik Devletleri (O dönem 13 koloniden ibaret), Büyük Britanya İmparatorluğu ile 1775-1783 yılları arasında yapılan Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nı kazanmış ve aynı yıl bağımsızlığını resmen ilan etmiştir. XIX. Yüzyıl’da hızla sanayileşmiş olsa da 1861-1865 yılları arasında çıkan iç savaşta dağılma tehlikesi ile karşı karşıya gelmiştir. Demiryolları iç savaştan sonra hızla yapılmış, sanayi devriminin sonucunda 1873 krizinin de başlaması ile insanlık önüne geçilemez biçimde I.Dünya Savaşı’na doğru sürüklenmeye başlamıştır. “İtiraflar” isimli bölümünde kahramanımız 1892 yılının Amerika’sının Nevada eyaletinde kapı kapı dolaşarak nasıl yiyecek dilendiğinden bahseder. Üstelik şehri, onun gibi aç gezip dilenenlerden korumak için bir kamu güvenliği komitesi kurulmuştur ve John Law isimli kanun adamı bir çok serseriyi tutuklamaktadır.
Hikayeler, çoğunlukla kahramanımızın uğradığı şehirler, hapishane ve trenlerde geçer. Kitap boyunca sürekli bir yolculuk halinde olduğumuz hissine kapılırız. “Trene Asılmak” isimli kısımda, kahramanımız, hareket halindeki trende, ateşçi, makinist ve fren memurları ile adeta köşe kapmaca oynamaktadır:
“Tren hızla ilerliyor…tam o sırada ateşçi hiçbir uyarı olmaksızın lokomotifen üzerime hortumla su fışkırtıyor…Ellerim kömür vagonuna tırmanmak ve ateşçiyi kömür yağmuruna tutmak için kaşınıyor, ama bunu yaparsam biliyorum ki onun ve makinistin katliamına uğrayacağım ve kendimi tutuyorum.”
London, hikayenin geçtiği dönemi çeşitli yönleri ile eleştirir. Adalet sistemi de onun kaleminden nasibini alır. “Enseleniş” isimli kısımda kahramanımız tutuklanır. Jürisi olmayan bir mahkeme salonunda o ve bütün arkadaşları, kendilerini savunma hakları olmaksızın alelacele, “serserilik” suçu ile yargılanırlar:
“…yargılanma hakkımdan mahrum bırakıldığım, ama suçu kabul ya da reddetmek hakkımdan da mahrum bırakıldığım bir mahkeme maskaralığından sonra hüküm giymiştim.”
Kitap dönemin hapishanelerindeki koşulları tüm çıplaklığı ile gözler önüne sermesi yönüyle de dikkat çekicidir. Anlatıcı kitabın “Mapushane” isimli kısmında Erie Şehir Hapishanesi’nde başından geçenleri anlatır. Başlangıçta, diğer mahkumlarla birlikte, kanal teknelerinin yükünü boşaltma işini yaparken, sonradan “meydancı” olur. Bu kısımda “kav dolaştırma” gibi hapishanelere özgü birtakım kavramlarla tanışır, Jack London’ın bile anlatmakta tereddüt ettiği adam hakla yöntemleri hakkında fikir ediniriz:
“Adam haklamanın ayrıntıları hakkında bir şey söylemeyeceğim. Ne de olsa birini haklamak Erie Şehir Hapishanesinin yayınlanamaz dehşetleri arasında en önemsizlerden sadece biri. ‘Yayınlanamaz” diyorum, ama dürüst olmak gerekirse “akla hayale sığmayan desem” daha doğru olur.”
Özyaşamöyküsel bir eser olduğundan, hikayede anlatılanlar, yazarın başından geçen olaylardan yola çıkılarak yazılmıştır. Jack London, serserilik günlerinde yaşadıklarının, yazar olarak başarı elde etmesinde etkili olduğunu vurgular:
“Çoğu zaman serserilik günlerimin hikaye yazarı olarak başarılı olmamı sağladığını düşünmüşümdür. Yaşadığım yerde yiyeceğimi bulmak için gerçeğe uygun hikayeler anlatmaya zorlanıyordum.”
Yazar “Demiryolu Çocukları ve Çaylaklar” isimli kısımda kendisinden ve maceraya atılma tutkusundan da bahseder.
“Bir serseri oldum, çünkü bu hayat benim içimdeydi ve kanımda beni rahat bırakmayan bir yolculuk yapma tutkusu vardı..“Yola” düştüm; çünkü kendimi bundan alamıyordum, çünkü cebimde tren parası yoktu, çünkü hayatım boyunca aynı vardiyada çalışacak şekilde yaratılmamıştım, çünkü yollara düşmek düşmemekten daha kolaydı.”
Kahramanımız yine hapishane ortamına özgü olan “takas” sisteminden bahsederken, okumaya olan tutkusunu da vurgular.
“Bir çift pantolon askısı istiyordu (bir mahkumdan bahsediyor), elimdeki askıyı payına düşen etin birazı ile değiş tokuş edebilirdim. Benim istediğim etti. Ya da belki de yırtık pırtık, kağıt kaplı bir romanı vardı. O bir hazineydi…”
Yazar Dale L. Walker’a göre “London’ın gerçek dehası kısa, 7500 ve altında sözcükten oluşan, imgelerle dolu beyninin ve üstün anlatım yeteneğinin özgürce salıverildiği, yazılarda ortaya çıkar.” Yazdığı bilim kurgu türündeki hikayelerinde yarattığı kurgu dünyaların aksine London; “Demiryolu Serserileri”nde bizleri yaşanmışlıklarından ve salt gerçekten ibaret bir dünyada yolculuğa çıkarır.
“Tepemde yıldızlar göz kırpıyor, tren virajları döndükçe bölük bölük bir ileri bir geri gidiyordu, onları seyrederken uyuyakalmışım. Gün bitmişti, ömrümün bir günü daha. Yarın yeni bir gün olacaktı ve ben gençtim.”
Kaynaklar:
1. Jack London, Demiryolu Serserileri (İstanbul: Alfa Edebiyat , 2015)
2. Vikipedi / Jack London
3. Vikipedi / Amerika Birleşik Devletleri