Sadık Hidayet… Yaşadıklarının ağırlığından, sanatçı ruhuna sığamadığından, belki diğer insanlar gibi yok sayamadığından, bir şeyleri dışa vurma arzusundan ya da ne kadar dışa vursa da asla anlaşılamayacağını hissettiğinden onu böyle karamsar biliriz. Bazı sanatçıların yaşamın ağırlığını taşıyamama yönlerinden o da payını fazlasıyla almıştır. Hayatını ve eserlerini okurken birçoğu geçer zihnimizden. Biraz Kafka buluruz, biraz Dostoyevski. Biraz Rilke’ye rastlarız, biraz Zweig’ı anımsarız. Okudukça anlamaya çalışırız. Onu ve onun gibilerin iç alemlerini bütünüyle anlamanın imkansızlığıyla yüzleşiriz. Yüzleştikçe daha çok tanımak isteriz.
Sadık Hidayet, Modern İran Edebiyatının önde gelen isimlerindendir. 17 Nisan 1903 Tahran doğumludur. Özellikle edebiyat alanında tanınmış, itibarlı bir ailenin çocuğudur. Liseyi bir Fransız mektebinde okuyan Hidayet, sarayın 1925’te Avrupa’ya gönderdiği gençler arasında yer alır. Önce Belçika’da mühendislik okumaya başlar ancak içindeki edebiyat tutkusuna bir türlü söz geçiremez. Okulunu yarıda bırakıp kendini Paris’in edebiyat kokan sokaklarına bırakıverir. Daha ilkokuldayken kendi el yazısıyla dergiler çıkarsa da ilk edebi eserlerini Paris’te yazmaya başlar.
1930’lu yıllarda Tahran özlemi ağır basar ve memleketine geri döner. Ülkesinde yaşadığı bu dönem içinde Budizm’e olan merakı nedeniyle bir süre Hindistan’ı ziyaret eder. Kör Baykuş eserini 1936’da burada kaleme alır ve kitabın ilk baskısı burada çıkar. 1950’li yıllarda ülkesinin içinde bulunduğu politik olaylar iç dünyasını bir kabusa çevirmiştir ve uzaklaşmak için yeniden Paris’in yolunu tutar. Ancak girdiği bunalım onu öylesine sarmalamıştır ki başbakan olan eniştesinin öldürülmesi, onu intihara iten son neden olur. Eniştesinin ölümünden yaklaşık bir ay sonra Paris’te hava gazlı bir daire bulur ve yerleşir. 9 Nisan 1951’de dairedeki tüm delikleri kapattıktan sonra gaz musluklarını açar ve intihar eder. Gayet düzgün giyinmiş, saçlarını taramış ve cebinde bir miktar parayla bulurlar yazarın cansız bedenini. Tam burada aklımıza Stefan Zweig düşer. Ölmeden önce yazdığı son eserlerinin küllerini bulduğumuzda ise Kafka’yı anarız. Ancak Hidayet eserlerini yakma işini Kafka gibi yakın arkadaşına bırakmamış kendisi halletmiştir. Bu yüzden okumamızın artık mümkün olmadığı eserleri de onunla birlikte gömülür gider.
Hidayet’in başyapıtı olan Kör Baykuş eserinin 1961 Almanca basımında yakın dostu Bozarg Alevi’nin kaleme aldığı son söz, eserin sonraki basımlarıyla günümüze kadar gelerek Hidayet’in hayatı hakkında aydınlanmamıza yardımcı olur. Alevi’nin anlattıklarına göre Hidayet oldukça iyi bir gözlem yapan, fedakar, inandığı doğruların peşinde koşan ince zekalı bir insandır. İnsanlara korku salacak kadar kandan ve irinden bahseden yazar; değil insandan, hayvandan bile kan akmasına dayanamamaktadır. Çocukluğunda kurban bayramında et kesilmesinden etkilenen Hidayet; ölene dek et yiyememiş, hatta vejetaryenlik üzerine inceleme-araştırma yazıları bile yazmıştır. Eserlerindeki karamsar yönüne rağmen insanlara karşı oldukça sempatik ve sevecen yaklaşmaktadır. Yapıtlarında sıkça karşılaşılan afyon kullanımı yazarın önemli zaaflarından biridir. Alevi’ye göre özellikle hayatının sonlarına doğru muhtemelen intihar etme düşüncesiyle afyon kullanımını giderek arttırmıştır.
Yazar kültürüne aşırı bağlılığıyla da tanınır. Geçmişe ait birçok Farsça eseri ve yabancı dillerde önemli gördüğü eserleri döneminde kullanılan Farsçaya çevirmeye büyük önem vermiştir. Kendi eserleri de bugün birçok dile çevrilmesine rağmen kendi ülkesi İran’da hala yasaklıdır.
Klasik İran edebiyatında sıkça rastlanan ana karakterin sultan, padişah gibi ışıltılı, özentili hayatları olan kimseler olması ilk olarak Cemalzade‘nin eserlerinde değişime uğramıştır. Cemalzade eserlerinden daha çok sıradan insanların sade hayatlarına yer vermiştir. Sadık Hidayet, Cemalzade’nin bu yönünde oldukça etkilenmiş ve kendi anlatım tarzıyla İran Edebiyatını farklı bir boyuta taşımıştır.
Hidayet’in eserlerinde genel olarak korku konulu fantastik bir anlatım hakimdir. Çoğunlukla yalnız karakterlerin karamsarlığı, kendisine ağır gelen yaşam ve ölüm kavramları arasında savruluşu üzerinde durur. Yazarın ölümden sonra hiçliğe inanışı muhtemelen bu konular üzerine sık yazmasında etkilidir. Onu intihara sürükleyen nedenlerden biri de bu olabilir. Diri Gömülen, Alacakaranlık, Üç Damla Kan, Aylak Köpek öyküleri, Kör Baykuş ve Hacı Aga romanlarıdır. Bunlar dışında inceleme-araştırma yazıları ve derlemeleri de bulunmaktadır.
Gelelim yazarın başyapıtı olan Kör Baykuş eserine: Asıl adıyla “Bûf-i Kûr”. Fransız eleştirmen AndréRousseaux, Hidayet’i döneminin en önemli yazarlarından biri olarak kabul ederken bu eseri için şu ifadeyi kullanır: “Bu roman, yüzyılın edebiyat tarihinde bir aşamadır.”
Eser özellikle gerçeklikten oldukça uzak olmasıyla İran Edebiyatında oldukça farklı bir yere sahiptir. Öyle ki eserde kişi, zaman, mekan kavramları gelişen olayların oldukça dışında kalır. Kişiler sürekli değişirken yazar, verdiği ufak bir ipucuyla sizi kişilerin aslında birbiriyle aynı karakterler olduğu düşüncesine saptırır. Anılar, rüyalar, hayaller, asıl zaman(ki var olduğu şüpheli) birbirine girer. Sakin bir akışın içindeyken kendinizi aniden bir korku kurgusunun içinde bulursunuz.
Kör Baykuş adını asla bilmediğimiz ana karakterin aklından geçenleri yazma çabasıyla başlıyor. Bunu yapmasının asıl nedenini kendisini gölgesine tanıtmak olarak açıklıyor. Karakter bu gölge meselesinden kitabın sadece başında ve sonunda bahsediyor. Kendini diğer insanlardan farklı gördüğü ve çevresindekilerden soyutlandığı için zihninden geçenleri birilerine anlatmaktan çekiniyor. Bu yüzden yazıyor. Onu yalnızca yazdıklarını okuyan gölgesinin anlayabileceğine inanıyor. Yazdıkça belki de zihnindekiler gölgesine hapsoluyor ve romanın sonunda karakter gölgesini bir baykuşa benzetiyor. Sanki baykuş eğilmiş ve göz ucuyla yazdıklarını okuyor.
Başlarda ana karakteri kalemdan denilen kutuların üzerine hep aynı resmi çizen bir ressam olarak tanırız. Bu resimde bir servi ağacı, ağacın altında ise elinde bir testi ile oturan ve sürekli kahkaha atan bir ihtiyar vardır. İhtiyarın yanından akan derenin diğer tarafında siyah entarili, ihtiyara güzdüzsefası uzatan genç bir kız bulunmaktadır. Eserin devamında ise bu resimde belirtilen tüm detaylar akış içinde hiç beklemediğiniz yerlerde karşınıza çıkıverir. Genç kız bir bakmışsınız tüm güzelliğin timsali olarak anlatılırken bir bakmışsınız adamı hasta eden bir kahpeye dönüşmüştür. Karakter roman boyunca hep kadına ulaşma çabasındadır. Bu öyle bir çabadır ki onu bir ölüme sürükler, bir öldürmeye. Karakter bir anda –belki hastalıktan- sürekli durduramadığı bir kahkahaya tutulur. Olaylar zamanla mı olur anlamak oldukça güçtür. Başta da belirttiğimiz gibi romanda zaman kavramı ve karakterleri yakalamak neredeyse imkansızdır. Öyle ki karakter kendisinin sürekli çizdiği resmin tüm detaylarıyla aynısını bir testinin üzerinde görünce bunu yapanın geçmişte yaşamış ve kendisiyle aynı acıları çekmiş bir başka ressam olduğuna inanır. Siz ise bunu çizen de o değil miydi diye şaşar kalırsınız.
Sonlara doğru karakterin sürekli attığı kahkahalar yüzünden aklını yitirip yitirmediğini anlamaya çalışırken bir düşünce dolanıyor zihninizde. Nasıl yani, kitap boyunca duyduğumuz o kahkahalar aslında ihtiyarın değil de yazarın mıydı? Yoksa ihtiyar aslında yazar mıydı? Belki de yazar ihtiyara dönüşmüştü.
Aslında tüm bu soruların cevaplarını pek de aramadığımız, böyle kabul ettiğimiz bir roman Kör Baykuş. Karakterin iç dünyasına girmemize yardımcı olan Hidayet‘in özellikle derin, karamsar ve korku dolu iç tahlillerinin etkisinden çıkmanın oldukça zor olduğunu söyleyebiliriz. Peki, ya bizler aslında karakterin -belki de yazarın- yazdıklarını arkasından okuyan, o baykuşa benzeyen gölgeysek? Ancak onun anlamamızı hem ümit ettiği hem de gizemini asla çözemeyeceğimizi bildiği dünyasında körsek?