Öykülerin sesine birlikte kulak verdiğimiz yazı dizisinin ikinci molasını, içinde yaşadığımız dönemin en önemli öykücülerinden biri olan Behçet Çelik’ in Gün Ortasında Arzu adlı öykü kitabının, ‘’İyi Olacak, İyi…’’ adlı öyküsünde vermek istedim.
Genel olarak bir roman hakkında inceleme yapmak, özetini çıkarmak her zaman daha kolay gelmiştir bana. Ama söz konusu olan bir öykü kitabı özellikle tek başına bir öykü olunca yutkunmak, üzerinde çokça düşünmek gerektiğinin farkındayım. Çünkü öykü konsantredir. Üstelik iyi bir yazarın elinden çıkmış ise her cümlenin sırları vardır. Öykü bu sırlarını her okura vermez. Bu nedenle bir okur olarak, bu yazı dizisi ile iyi öykü yazarlarının, tek tek öykülerini incelemek, sırlarını çözmek gibioldukça zor bir savaşın içine girdiğimin farkındayım.
Gün Ortasında Arzu, öykü kahramanlarının, içinde bulunduğu mekânlarınkendilerine hatırlattığı geçmişlerine, geride bıraktıklarına ya da hayallerine dair kurgulanmış on sekiz öyküden oluşuyor. Oldukça ilginç karakterlerden oluşan bu kahramanlar, bazen gün ortasında bir kaldırım taşında oturuyor, bazen bir terasta dolunayı seyrediyor, bazen başka birine aitbir mutfakta makarna pişiriyor. Arkadaşının evinde ona emanet edilen kediye bakıyor. Aslına bakarsanız sıradan, her an karşımıza çıkabilecek karakterler gibi duran öykü kahramanlarını çok yakınımız gibi hissetmemiz ve her an içinde bulunabileceğimiz mekânların, derinlikli öykülere dönüşmesi,Behçet Çelik’ in kaleminin gücünün göstergesi. Öykülerin anlatıcısıbirinci tekilşahıs. Fakat birinci tekil şahsın öyküdeki yolculuğu ile birlikte, kahramanın geçmişte kalan,yüzleşemediği, unutamadığı ya da yeni tanıştığı birinin yolculuklarına daeşlik ediyoruz. Öykü kahramanları anlatıcının hayatına bir şekilde dokunan kişiler. Kitabın arka kapak yazısında, Asuman Kafaoğlu,bu durumu gayet güzel açıklamış okurlara. Diyor ki; ‘’Öykülerde asıl anlatılan zaman bugün değil, geçmiş; asıl anlatılan kişi kahraman değil, öteki; anlatılan mekân ise yer değil, özlem duyulan yer.’’ Üç bölümden oluşan kitabın her bölümü, Oktay Rifat, Edip Cansever ve Turgut Uyar’dan alıntılanan dizelerle başlıyor.
‘’İyi Olacak İyi’’ adlı öykü, kurgusu ve alt metni ile bir okur olarak beni en fazla etkileyen öykü oldu. Öykümüzün kahramanı, yaşamın sorunlarına cevaplar arayan fakat bulduğu cevaplar ile eylemlerini aynı düzleme oturtamayan kişilerden. Aslında sık sık karşılaştığımız, sıradan olan biri. Eşimiz, sevgilimiz, dostumuz belki de kendimiz. Patron oğlu olmaktan utanç duyan, eskiden meydanları mesken tutan fakat tutunamayıp geri dönen,kendini eleştirdiği sistemin içinde bulan biri. Bu kahramanın, tepetaklak olup geri dönmek zorunda kalışını anlatmak için,yazarın öyküye dâhil ettiği ‘’yarasa,’’ oldukça zekice düşünülmüş bir sembol. Tepetaklak olmak için çok büyük fırtınalar gerekmiyor. Yapmam dediğimizi yapmamız,prensiplerimizden vazgeçmemiz, üstelik döndüğümüz yerde huzur bulmamız, bir yarasa gibi baş aşağı asılı kalmamıza yetip artabiliyor.
‘’İyi Olacak İyi…’’ adlı öyküile, kahramanın, bu geri dönüşü sonucunda, geçmişinde hayatına dokunanlarla hesaplaşmalarına, aslında kendi ile yüzleşmesine tanık oluyor okur. Bir asma katta tüneyen yarasa misali, çevresini seyrederek hayatının sıfır noktasına ulaşmaya çalışıyor ve geçmişinde kalan kişilerin, varoluşundaki etkilerini hatırladıkça, bu kişileri sorgulamaya başlıyor. Bazen babası, bazen eski bir dost, bazen abi bildiği ama en çok da eski sevgiliyi hatırlıyor ve sorguluyor. Her sorgulayış kendiyle yüzleşmesi aslında. Kendi ile hesaplaşmasını bitiremedikçe, geçmişinde kalanları eleştiriyor.Oysa, eleştirinin en büyüğünü kendisine yapıyor. En çok kendine kızıyor. Öyle değil midir zaten? Eşimize, dostumuza, kızarız da onların yüzünde yansıyanınbiz olduğumuzu anlamayız. Kızdığımız kişiler aynadır bize. Ne kadar inanıyoruz karşımızdakine. Neden inanır gibi gözüküyoruz? Her şeyin iyi olabilmesi için herkes içindekileri kusmalı mı? Ya da her şeyin iyi olabilmesi için mutlak bir hafıza kaybımı gerekli?
Belki de hayat gidip, görüp dönmekten ibarettir…
Belki, yanında en mutlu olduklarımız birlikte susabildiklerimizdir ya da sayfalarımız hep boştur da biz farkında değilizdir.
Anlatıcının, birinci tekil şahıs olduğu öykünün çatışması, geçmişte kalan kişilerle, anlatıcının çatışması gibi gözükse de, asıl çatışma kahramanın, hayatının sıfır noktasını bulma uğraşısı. Öykünün teması ise, geçmişle hesaplaşma.
Oldukça sade, süssüz bir dil ve kısa cümleler ile yazılan öykülerin derinliği, satır aralarına gizlenen anlamlarında saklı. İç monolog tarzında yazılan ve bulmaca gibi kurgulanmış bu öyküler,okurun kendisi ile hesaplaşmasına neden oluyor. Behçet Çelik öykülerinde karanlıkları okurun önüne seriyor.
***
1968 doğumlu yazar, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun. Çeşitli dergilerde öykü ve yazıları yayınlanan Çelik, Yazılı Günler ve Virgül dergilerinin kurucuları arasında.Oldukça başarılı bir yazım hayatı olan Behçet Çelik, 1989’da Akademi Kitabevi Öykü Başarı Ödülünü, Gün Ortasında Arzu isimli öykü kitabı ile 2008’de Sait Faik Hikâye Armağanını, Diken Ucu adlı öykü kitabıyla 2011’de Haldun Taner Öykü Ödülünü kazandı.Kaldığımız Yer adlı öykü kitabı, Erendiz Atasü’ nün Kızıl Kale adlı kitabı ile birlikte 5. Türkan Saylan Sanat Ödülüne layık görüldü. Öykü kitaplarının haricinde deneme kitaplarıda olan yazarın son kitabı Belleğin Girdapları adlı romanıdır.