https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Hayatınız boyunca hedefleriniz ve bu hedefleri gerçekleştirmek için hayalleriniz olmuştur. Aileniz, işiniz, sahip olduğunu etik değerleriniz, sevdiğiniz insanlar için birtakım fedakârlıklar yapıp hayallerinizi ertelediğiniz dönemler de mutlaka vardır. Peki ya sonra bir gün, işler sarpa sarınca, umutlarınızın bittiği yerde tükenirseniz? Çevrenizdeki insanların sevgisini kazanmış biri olarak sizin için dua eden ve güzellikler isteyen bu insanların sesleri ilahi güce ulaşır ve size her şeyin bittiğini sandığınız yerde koruyucu bir melek gönderilir. Yanlış okumadınız, kahramanımız George Bailey ve onu hayata yeniden tutunmasını için görevlendirilen koruyucu melek Clarence’dan bahsediyorum.
Sinema tarihinde seyredilmesi gereken filmler listesinde yer alan, motive edici- umut verici filmler kategorisinde adını altın harflerle koruyan bu başyapıtı sizler için kaleme aldım
1946 yapımı Frank Capra’nın yönetmen koltuğuna oturduğu film, Van Doren Stern’in hikâyesinden Frances Goodrich, Albert Hackett ve Frank Capra tarafından senaryolaştırılmıştır. Ünlü yönetmen Capra duygusal ve ahlaki değerleri temel alarak, filmlerinde iyimserlik, kahramanlık gibi unsurları öne çıkararak geniş kitlelere adını duyurmuştur. Bu filmlerinden en çok bilinen filmi olan Şahane Hayat orjinali siyah-beyaz olmakla beraber zaman içinde renklendirilmiştir.
Filmin açılış sekansında Noel Gecesi George Bailey için Tanrıya edilen dualarla karşılaşıyoruz. Tanrı, George’un hayata yeniden tutunması için ona koruyucu melek olan Clarence’i görevlendirir. Peki, bu kadar çok dualarla yardım istenen kahramanımız kimdir? Bizler onu çocukluğundan itibaren tanımaya çalışan melek Clarence gözüyle flachback görüntüleriyle öğrenmiş oluyoruz. Karakterin çocukluktan kalan önemli kahramanlık evrelerinin işlendiği sekansları izlerken, bizlere melek ile ayna anda seyrediyormuşuz izlenimi vermesi, 1946 senesinde yapılmasına karşın günümüz bol efektli fakat inandırıcılığı olmayan filmlere kıyasla gayet başarılı bulduğumu söylemek isterim. Bu flashback sekanslarını dikkatli seyretmenizi tavsiye ederim çünkü filmin sonlarında bambaşka bir tabloda bu yaşanan olay ve kişilerle ilgili farklı bir gerçeklik yaşayacaksınızJ
Hayatı boyunca yardımsever, ilkeleri olan, hümanist tavırlı George bize tam bir rol model olacak şekilde yazılmış. George karakterini canlandıran James Stewart ise  “Tüm Zamanların En İyi Film Yıldızı”listesinde ilk 10 a giren başarılı bir oyuncudur. George karakterini seyrederken sanki kendi hayatınızı seyreder gibi “hayaller-gerçekler” resmi gözünüzün önüne geliyor. Bu noktada bizler, filmi tatlı bir şekilde seyrederken Frank Capra’nın mesajları, filmin fantastik temasından çıkarak gerçekçiliğe doğru akmaya başlıyor. Hayat boyu birilerinin iyiliği için, sevdiklerimiz için kararlarımızı nasıl değiştirmek zorunda kaldığımız ve fedakârca davranışlarımız karakterle kendimizi özdeşleştirmemize kolaylık sağlıyor. Filmin 1930 lara doğru uzanan hayat hikâyesinde Büyük Bunalım döneminin etkileri, kapitalist sistem ve bu sistemde ezilmeye başlanan işçi sınıfı unsurlarının bir yansımasını dolaylı olarak George Bailey’in iş hayatında yaşanan gelişme ve dialoglarda görüyoruz. Hikayedeki ana karakterimiz, değişen Amerika, değişmeye başlayacak olan insani değerlerin tam zıttı olan, yaşanılan o dönemde bu filmi bekleyenler için ütopik, umut verici bir kahraman oldu. Capra’nın da istediği buydu; hem keyif vermek, eğlendirmek hem de gereken mesajı yerine ulaştırmak.
Filmin çatışmalı karakteri ise vicdani duygulardan uzak, para ve güç hırsı içinde belli bir kesimi ezmek ve piyasayı kontrol altına almak isteyen milyarder Henry Potter’dır. Aslında yaşadığımız bu yıllarda bile görmeye ve duymaya alışkın olduğumuz bir insan profili çizen Henry Potter ne yaparsa yapsın, George Bailey bizlere her zaman insanlık dersi vermekten vazgeçmiyor. Filmin sinematografiden ziyade, konusunun inceliği, bu inceliği bizlere çok acıklı olmadan fantastik-drama şeklinde aktarması, ilişkiler temelinde mutlu sona ulaşma formülü veren bir eser olması sebebiyle önemini koruduğunu düşünmekteyim. Sinema çevresinden bazıları Capra için “çok iyi gösterdiği hayat gerçekte öyle değil” yorumunda bulunsalar da eski Yeşilçam filmlerini seyredip içimizin ısındığı,”bir zamanlar ne iyiler varmış” dedirten bir etki yarattığı için bu filmin bir büyüsü olduğuna inanıyorum.
Amerikan ailesinde ideal bir eş profili çizen Mary (Dona Reed) karakteri ise, George Bailey’e olan sevgisi, bağlılığı ve onun kararlarına hep destek olan, tutumlu, kanaatkâr, sabırlı ve sevimli bir kadın rolünde karşımıza çıkıyor. Balayı için ayrılan bütçelerini bile, banka sıkıntısı yüzünden parasını kaybetmek korkusu duyan insanlara adayan bir çift göreceksiniz. Rol modelimiz bir iken iki oluyor ve bu seferde bizleri bol çocuklu, yaşadıkları ortamı tabiri caizse gül bahçesine çeviren, son derece sevgi dolu bir aile ortamına götürüyor.
Bu kadar tozpembelik yeter diyerek hayatta kötü insanların kötü tuzakları olur düşüncesiyle sevgili kahramanımız yaşanan talihsizlik sonucu iflasın hatta hapse girmenin eşiğine gelir. Noel gecesi yağan tatlı kar tanelerinin eşliğinde bunalıma giren George Bailey bir köprüde durur ve intihar etmeyi düşünür. Sokakların kara bezenmiş hali ve özellikle köprü sahnesi sanki gerçekten bir  kar tipisinin içinde  çevrilmiş kadar canlı bir izlenim yaratmış. İşte tam burada devreye koruyucu melek girer ve eğer Bailey hayata hiç gelmemiş olsaydı neler olurdu, hayatta kim neler yaşardı bunu göstermeye başlar.”Ben olmasam ya da bir kelebek etkisi olsa” neler yaşanırdı diye bizlere farklı bir dünya gösteren filmlere çoğu kez rastlamışsızdır. Bu konunun bu filmde işleneceğini kimse tahmin edemezdi sanırım. Filmin sonlarına doğru George Bailey hiç doğmamış, dolayısıyla etrafındaki her şey ve herkes farklılaşmış haliyle bir dünya görmeye başlarız. Tabi meydan kötülere kalmış. George Bailey bu hayatı kabul edemez çünkü aslında onun varlığı çevresindekiler için, sevdikleri için özeldir. İster fantastik diyelim ister metafizik diyelim, bu yaşanılandan sonra bir izleyici olarak yorumum;
Hepimiz hayata az ama çok bir şeyler katan, ilişki içinde olduğumuz her insan için ayrı bir değer taşıyan varlıklarız. Sahip olduğumuz her şeyin kıymetini ve bizdeki özel anlamlarını hissederek yaşamalıyız.
 Bu motive edici ve bizde seratonin etkisi yaratan mesajlardan sonra filmde George Bailey eski yaşamına ne sorun yaşarsa yaşasın dönmek ister. Karakterin, ne zaman elini atsa düşen merdiven tokmağını bile öpüyor olması, yönetmenin bir tek hareketle, özlem ve şükür duygusunu bizlere nasıl etkili verdiğinin takdirlik başarısı olduğunu gösteriyor. Döndüğünde de bu zamana kadar örnek bir birey ve iş insanı olarak insanlara nasıl iyilik yaptıysa artık onun tatlı meyvesini görme zamanı gelmiştir. Çünkü George Bailey bunca zaman feda ettiği hayallerinin karşılığını sevgi dolu yüreklere girerek almıştır. Seyredenler için akılda kalması, seyretmeyenler içinse etkili olması açısından yazının sonunu filmde geçen şu cümle ile bitirmek istiyorum:
Clerance’ın bıraktığı Tom Sawyer kitabına yazdığı not “Unutma ki kimse dostu olduğu için kaybetmez. / Kanatlar için sağol – Sevgiler Clerance”