İran edebiyatı denilince akla gelen ilk isimlerden biridir Sadî Şirazî. Kendisi hem ünlü bir şair hem de İslam alimi olarak bilinir. Asıl adı Muslihiddin b. Muhlis olmakla birlikte Edebiyat ve İslam dünyasında, eserlerinde kullandığı Sadî mahlasıyla tanınır. Sadî, İran’ın Şiraz şehrinde,tanınmış bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Doğum tarihi net olmamakla birlikte beyitlerden yola çıkarak 1193-1213 tarihleri arasında doğduğunu söylemek mümkündür.
Sadî Şirazî, ilk eğitimini Şiraz‘da tamamladıktan sonra Bağdat’a gider ve Nizamiye Medresesinde alim İbni Cevzi’nin öğrencisi olur. Kendisinin tüm öğrenim dönemi yaklaşık 30 yıl kadar sürer. Kitaplardan ve hocalarından öğrendiği bilgiye bilgi katmak isteyen ve belki de her sanatçının ruhunda yoğun olarak bulunan merak duygusuna söz geçiremeyen SadÎ daha sonra yollara düşer. Hem askerliğini hem de seyehatlerini gerçekleştirdiği bu dönem de yaklaşık 30 yıl sürer. Bu dönemde Belh, Gazne, Pencab,Sumenat, Gucerat, Yemen, Hicaz, Habeşistan, Suriye, Kuzey Afrika ve Anadolu’nun birçok yerini gezer. Bazen bir derviş gibi bazen de farklı farklı kılık kıyafetlerle kimi zaman halkın kimi zaman idare adamlarının, bazen dervişlerin bazen alimlerin arasına karışır. Kitaplardan okuduklarını, hocalarından duyduklarını bir de yaşayarak öğrenir. Bilgisine bilgi katar. Çok gezen mi bilir çok okuyan mı, sorusunu dünya üzerinde her ikisini de deneyimleyen biri olarak en iyi cevabı verebilecek insanlardandır şüphesiz. Ancak onun eserlerinde karşılaştığımız durum daha çok bu bilgi hazinelerinden her türlü faydalanmaktır. Öyle ki Sadî Şirazî, eserlerinde hocalarından ve kitaplardan öğrendiği bilgi ve edebi okurlarına ve nasihat verdiği insanlara onların anlayabileceği, onları sıkmayan bir dille ifade eder. Şüphesiz onların anlayabileceği dili de onların arasına girdiği zamanlarda kazanmıştır.
Uzun süren seyahatlerin ardından 1256’da Sadî Şirazî tekrar ana yurdu Şiraz’a döner. İran toprakları bu dönemlerde yoğun bir Moğol istilası altındadır. Şiraz da aynı dönemde Salgurluların hüküm sürdüğü bir beldedir. Ancak dönemin Salgur hükümdarı Ebu Bekir Moğollarla iyi bir anlaşma yaparak kendi topraklarını çok uzun bir süre istiladan korur. Sadece topraklarını korumakla kalmayan bu hükümdar, topraklarındaki şair ve alim zenginliğini farkındadır ve kendilerine her fırsatta övgülerini ve iltifatlarını sunar. Bu sebeple Sadî Şirazî ve onun gibi birçok sanatçı ve alim yetişir bu dönemde Şiraz topraklarında. Sadî Şirazî böyle bir hükümdarın değerini farkındadır ve onun adına 1257 yılında en önemli manzum eseri Bostan’ı kaleme alır. Sadîname olarak da bilinen bu eser; Adalet, İhsan, Aşk, Tevazu, Rıza, Kanaat, Terbiye, Şükür, Tevbe, Münacaat ve Hatm-i Kitab başlıklı 10 bölümden oluşur. Bir yıl aradan sonra da aynı hükümdarın veliahtı adına Gülistan eserini okuruna sunar.
Sanatçının eserlerinin konuları genel olarak sevgi, ahlaki değerler, görgü kuralları, insan sevgisi, dostluk, tutku, ilim aşkı ve çoğunlukla Allah sevgisi olarak sıralanabilir. Özellikle insanı ele alan şiirlerin öncülerinden biri olduğunu söylemek mümkündür. Gülistan eseri bu yönüyle yıllar boyu medreselerde ders kitabı olarak okutulur. İlme olan tutkusu ise daha çok hayata geliş amacının öğrenmek kavramına dayandığına olan inancıyla ilişkilidir. İnsan en başta kendini tanır, bilir ve severse çevresindekileri de tanır, bilir ve sever. Tüm bu sevgilerin ışığındaysa asıl sevgiye ulaşır inancı, tasavvuftaki birlik inancına dayanır.
Sadî Şirazî vatanına döndükten sonra ömrünün geri kalanını dinlenmeye ve ibadetle geçirmeye ayırır. Bu dönemde hem öğrencilerini eğitmiş hem de gelecekteki insanlara bildiklerini miras bırakmak adına eserler üretmiştir. Manzum ve mensur eserleri günümüzde hala birçok insana etki etmekte ve tesirini korumaktadır.
Sadî Şirazî 20’den fazla eser kaleme almıştır. Bostan ve Gülistan bunların en bilinenleridir. En önemli manzum eserleri başta Bostan olmak üzere; Kasâid-İ Arabî, Kasâid-i Fârsî, Merâsî, Tayyibât, Bedâyi, Havâtîm, Hubsiyyât’tır. En önemli mensur eserleri ise başta Gülistan olmak üzeretakrîr-İ Dîbâce, Mecâlis-İ Pencgâne, Suâl-İ Sâhib-Divân, Akl u Işk, Nasîhatü’l-Mülûk, Risâle-İ Selâse’dir.
Sadî Şirazî’nin Gülistan’ı
GülistanSadî Şirazî’nin kaleme aldığı en değerli eserlerinden biridir. 1258 yılında kaleme aldığı bu eser manzum-mensur karışık hikayelerden oluşur. Konusuna değinecek olursak genel anlamda ahlak ve âdetleri ele aldığını söylemek mümkündür. Kitap her ne kadar hükümdarın oğlu adına yazılmış olsa da tüm insanlara ders niteliği taşımaktadır. Birçok sanatçıyı etkisi altına almış, sadece büyüdüğü çevrede değil yıllar sonra bile farklı birçok bölgede önem verilen bir eser haline gelmiştir. Bunda da okuru sıkmadan kullandığı samimi dil oldukça etkilidir. Öyle ki insanlara direk nasihat vermek yerine sunması gereken bilgileri hikayeleştirerek daha dikkat çekici hale getirmiştir. Böylece yıllardır hala okunan bir eser olmayı başarmıştır.
“Bu kitap konuşanların işine yarar, yazanların belagâtını arttırır.”
Kitabın içinde yer alan hikayeler bazen geçmişte yaşanan olaylardan bazen sanatçının kendi hayatından ilham alarak kaleme döktüğü eserlerdir. Sadî Şirazî gezdiği ve girdiği farklı ortamlar sayesinde hikayelerindeki konulara pek çok farklı bakış açıları geliştirerek birçok insanı tesiri altına alır. Bu da eserin okuyucuyu sıkmasını önler. Kendisi de eserin daha girişinde belirtir zaten:
“Gülistan can sıkılacak yer değildir.”
Eserin girişinde Sadî Şirazî, bu eseri neden yazdığını belirten kısa bir yazıya yer verir. Aklından yine türlü düşüncelerin geçtiği bir vakittir:
“Ömründen eksilir bir nefes her dem
Çok gitti, az kaldı. Uslan ey sersem
Elli sene geçti uyuyorsun hala
Şu beş günü olsun verme hebaya”
Bu düşüncelerle dünya hayatına daha fazla aldanmamaya, köşesine çekilip susarak sadece ibadetini yapmaya karar verir. Ta ki bir yoldaşının -sevdiği değerli bir dostunun- ısrarlarına dayanamayıp tekrar konuşana kadar.
“ Ukalâ gerçi sükûtu addetmiştir
Maslahat varsa fakat sözde, bırakma meskût
İki şey tîregî-i akla delâlet eyler:
Susacak yerde kelâm, söylenecek yerde sükût”
(Akıllılar gerçi susmayı edepten saymışlardır. Konuşmakta yarar varsa sen sessiz durma. İki şey akıl bulanıklığına delalet eder: Susacak yerde konuşmak, söylenecek yerde susmak.)
Konuşmasında yarar olacağı ve insanlara öğreteceği daha pekçok bilgi olduğu inancıyla dili çözülür sanatçının. Gülistan’ı yazmaya karar verir. Yeniden konuşmaya başlar ve arkadaşına bu müjdeli haberi şu satırlarla verir:
“Nideceksin bu gül demetlerini?
Gülistân’ımla süsle ellerini
Gülün ömrü, bilirsiniz ki, çok az
Bu Gülistân,müebbeden solmaz”
Sanatçının Bostan eserinden artanları da eklediği bu eser 8 bölümden oluşur. Bölümlerin belli bir sırası vardır. Mesela ilk bölüm idareci oldukları için padişahlara ayrılmıştır. Padişahların Gisişine Dair, Dervişlerin Ahlakına Dair, Kanaatin Faziletine Dair, Sükûtun Faydalarına Dair, Aşk Ve Gençliğe Dair, Zayıflık Ve İhtiyarlığa Dair, Terbiyenin Tesirine Dair Ve Sohbet Edeplerine Dair şeklinde sıralanan bu bölümlerin hepsi birbirini tamamlayıcı niteliktedir.
Anadolu topraklarında Mevlana Celaleddin Rumi nasıl Mesnevi eseriyle tanınıyorsaSadî Şirazî de İran topraklarında Gülistan eseriyle tanınır. Bu iki alim de aynı zamanlarda insanları eğitmişlerdir. Mevlana ‘ya daha fazla aşina olmamız ise yüksek ihtimalle Anadolu topraklarında yaşamış olması ile ilgilidir.
Sadî Şirazî, hayattayken ünlenen ve değer gören bir şair ve alimdir. Eserlerine verilen öneme bizzat şahit olmuş, gezdiği birçok yerde el üstünde tutulmuştur. İran edebiyatı şairleri dediğimiz zaman ilk isimlerden biri olan Sadî Şirazî, 1292 yılında doğduğu şehir Şiraz’da vefat etmiştir.
Sevde Gül KOCALAR
Kaynak:
Sadi.BütünRubaileri. Haz. H. Zekai Yiğitler. İstanbul: Dharma Yayınları, 2011.
Sadi-i Şirazi. Gülistan. Haz. Azmi Bilgin. İstanbul: Semerkand Yayın, 2011.
Şirazlı Şeyh Sadi. Gül Suyu Gülistan Tercümesi. Çev., Niğdeli Hakkı Eroğlu. İstanbul: Kurtuba Kİtap , 2011