“Yol bir yere gitmez, o bir durma biçimidir” der ya şair, yol mu gider, hayat mı, insan mı bilinmez ama bazen giderken bazen de durduğunda önceden hissedersin acı çekeceğini. Özellikle altıncı hissi güçlü insanlar bu hali yaşarlar. Bir seferinde arkadaşımla trafikteyiz, birden sebepsiz yere “Ah!” dedi. Kendi yolumuzda gidiyorduk ve hiçbir sıkıntımız yoktu. “Kalbim acıyacak, biraz sonra kötü bir şey olacak” diye ekledi. Kısa bir zaman geçti, hedefimize vardık. Park yerini bulduk ve tam bir şey olacağı korkusundan da sıyrılmıştık ki, o hadise yaşandı. Böyle konularda çok dikkatli bir insan olmama rağmen üstelik aracın kapısını yavaşça açtığım halde kaldırımdaki beton dubaya çarptım. Arkadaşım arabasını yeni almıştı. Yüzünden canının çok yandığını anladım ama sağ olsun “Önemli değil, olacakla öleceğin önünde kimse duramıyor” diyerek kapısında bıraktığım göçüğü sorun etmedi. Ben de çok üzüldüm ama işte hayat o kadar akışkan ki, olanın önüne geçmek, daha önceden hissetsen bile tedbir almak mümkün olmuyor diyerek yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var listeme bir madde daha ekledim.
Böyle böyle uzayan o liste bana bir gerçeği her seferinde haykırdı; “Tanrı istemezse yaprak düşmezmiş.” Bu nedenle yol bir yere götürür mü, orada bırakıp düşünmeye sevk eder mi bilinmez ama insan bazen nasıl olduğunu anlamadan kendini karanlık bir tünelde buluyor bazen. Burada elbette metaforik manasıyla kullandığım “Tünel” üzerine düşünme fırsatını kısa mesafedeki komşu şehre yolculuk yaparken yakaladım. Söz konusu olan yapı, Türkiye’nin en uzun tünellerinden Sabuncubeli idi.
Dört bin metreden uzun bu yeni tünel, döne döne döne dağların içinden ilerleyen yolu kısaltmıştı. Yapıldıktan sonra birbirine bağladığı iki şehrin iklimini de yaklaştıran bu uzun tünel, kışın kazaların en çok yaşandığı, tırmanışın ve inişin zikzaklara sebep olacak kadar keskin virajlarla dolu olduğu yolun en sıkıntılı bölümüne yapılmıştı. Varış süresini de kısaltan yapı zorunlu istikamet değildi. Dağ yolu da açıktı. Ama kolay ve hızlı bir seçim olduğundan tüneli tercih edenler daha çoktu. Tabi oranın da kendince mahrumiyetleri vardı: Mesela, tünellere girince dışarı ile irtibatın kopuyor, dinlediğin müzik kesiliyor ve sadece otomatik devreye giren mecburi radyo frekansı duyuluyordu. Orada da, ciddi bir sesle işaret ve işaretçilere uyulması isteniyordu. İçerisi dağ yolu kadar aydınlık olmadığından yavaş gidilmesi gerekiyor, hız kontrolü yapılıyordu.Acil durumlar için yanlarda güvenli çıkışlar mevcuttu. Karanlık, beyaz ışıklarla savuşturulmaya çalışılmış, böylece suni bir gündüz havası oluşturulmuştu ama sonuçta karanlıkta uzunca bir mesafeyi, koca bir dağın içinden geçerek ilerlediğini hele de üzerinde, yeryüzünün heybetli kazıkları denen binlerce ağacın, hayvanın, bitkinin yuvası toprakla kaplı dağ olduğunu düşündüğünde bile irkiliyordu insan. Kapalı bir yerde ne kadar konforlu olursa olsun, açık havanın, güneşin, manzaranın ferahlığı olamazdı. Yine de tünelin içinden geçerken tek bildiğimiz, tırmanması güç ve kazası bol bir dağ yolu yerine kurallara uymak fedakârlığını göstermek kaydıyla daha kolay, çabuk ve güvenli geçeceğimiz bir yol olduğuydu. Hava alayım dersen dağ yolunu da seçebilir,epey dolaştıran yolda hız yapamasan da keşiflerle renklendirebilirdin. Ama hava şartlarına göre kaygan zemin haline gelen yolda yuvarlanabileceğin uçurumlar da çıkacaktı karşına. Virajı alamayıp arabayı devirebileceğin kısımlar da. Kısacası dağ yolunun sıkıntılarının tespiti üzerine projelendirilmiş bir tünel mevcutken riskleri azaltacağın bu yolu seçmek ya da zor yoldan gitmek çoğu zaman sürücünün kendi içsel öngörüsü ile vereceği bir karardır.
Ama bazen seçim şansımız olmaz, son çıkışı kaçırırız ve birden kendimizi tünelde buluruz. Bunu arkadaşım gibi önceden hissetsek de bir şey yapamayız. Yolda tabelaları görmüş ama üstü kapalı bir yere girip hem ruhen hem fiziken daralmak istemediğimizden, uzun, zorlu ama maceralı yoldan gitmeyi istemişizdir lakin birden bire ayrım kaçmış, tünele girilmiştir. Bu noktadan sonra geri dönüş olmayacağından yolun gereğini yapmak, karanlıktan ürküp kapalı bir yerde olduğumuzu hissedince göğü hatırlamak, yol gün ışığına hasretle devam etse de kavuşmanın elbet bir gün olacağını bilmek ve sabırla ilerlemek gerekir. İstemeden girdiğin bu yol belki de seni kurtuluşa götürecektir. Sarp ve virajlı yolda alacağın hasarlardan koruyacak ama karanlıkta güvenli seyrin bedelini de ödetecektir. Her seçiş bir kaybediştir ama seçemeyip girdiğin yolda ilerlemek de bazen seçimimizden daha kârlı bir sonuca götürebilir.
En iyisi her zaman yolun neresindeysek onun keyfini çıkarmak, akışın getireceği sürprizlere açık olmaktır.
Ve arada sırada sormak gerekir yanlış yolu seçmeden virajı bol yolda gitseydim, o zaman nasıl farkında olacaktım bu hayatın! Ne bilecektim tünelde hissedeceklerimi?
Her seçim bir kaybedişse, seçerken özenli olmalı. Seçmediklerinin de oyunun bir paçası olabileceği hatırlamalı.
Elbet bir gün tüneller biter, sarp yokuşlar geçilir, üzüntüler de sevinçlerle yer değiştirir durur. Yaşıyorsak yol bitmemiştir, tünelde, ya da bir yol kenarı dinlenme tesisinde beklerken geçsin vaktimiz, yolculuk son nefese kadar devam edecektir.