https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

İyi misiniz?” Bu soru yüzümüze gözümüze değdiği an, durgunlaşıyoruz bu aralar. On gündür doğru düzgün uyuyamayan bünyeme her gece yatması için mazeretler bulsam da, sık sık kâbuslara yenik düşüp fırlıyor yataktan. Ve biliyorum ki yalnız değilim. Yakın zamanda ülkenin üçüncü büyük kentinde yüz yılı aşkın süredir yaşanmamış ölçekte büyük bir deprem meydana geldi. Ben de dış kaynaklara göre 7.1 olarak ifade edilip hissedilen şiddetin 8 olduğu depremi yaşayan biriyim. Enkaz altında kalan, sevdikleri can veren, evleri yıkıldığından çadır kentlerde bulunan depremzedeler kadar olmasa da, şehrin geri kalanıyla beraber bu korku dolu günleri atlatmaya çalışıyorum. Uzmanların bunun henüz beklenen İzmir depremi olmadığı, Ege Denizinde gerçekleşen kırılmanın buradaki fayları da tetiklediği, şehrin içindeki fay kırıklarından gaz çıkışının tespit edildiği yönündeki açıklamaları ile tedirgin olmaktayım. Ve işte bu noktada“İyi misiniz?” sorusu ile her karşılaştığımda susuyorum.

 

Kendime sormaktan korktuğum sorunun cevabını elbette biliyorum.2020’nin sırtına yüklediğimiz kötülük çuvalı 2021’de peşimizi bırakır mı bilinmez ama bir yandan pandemi şiddetli bir yayılma eğilimi içindeyken, ülkenin hatta dünyanın her alanda çalkantılı bir zamandan geçtiği de gün gibi aşikârken yeni yıldan umutlu olmak ancak romantiklik olur. Ne zamanlardan geçtik, yılbaşlarında, maç çıkışlarında otobüslerde, garlarda, meydanlarda nice insanını patlamalarla kaybeden memleketin toprağı da yorgun olmalı ki, intikamını, alt üst edilen dengesini ani felaketlerle hatırlatan tabiat eliyle alıyor. Seller, depremler, kuraklık, ürünlerin yetişmemesi, orman yangınlarıderken on yıla yakındır ülkede yeni yıllar buruk kutlanıyor. Kadın cinayetleri, maden kazaları, işçi ölümleri, mülteci sorunları, adalet arayışları ile her yer yangın yeri. Neye üzüleceğimizi şaşırdığımız bunca acı ile çevrili iken bir de beklenmeyen bu afet hepimizi derinden sarstı. Ülkenin birçok bölgesinde büyük depremleri yaşayanlar seyrettikleri görüntülerle travmalarını hortlattı. “İyi misiniz?” sorusu usulen bile sorulduğunda yürek yakar oldu.

İşte ben de uzun süredir hiçbir açıdan iyi değildim. Koronadan kaybettiğim yakınlarım oldu. Depremden önce de, üst üste gelendertleri karşılamaya çalışmaktan yorgundum. Ama işte hayattan boğuluyordum, nefes alamıyorum derken gerçekten nefes alamamayı, toprağı insanı güvende hissettirmeli derken yarılıp içine aldıklarını, şehir şehir gezerek çalışmaktan dolayı evsiz kaldım diye yakınırken gerçekten evsiz kalacağımı düşünmemiştim.

 

7.1 şiddetindeki depremi yaşarken çok sallandık ama içinden çıktığım afetin önce çok da farkında olamadım. “Bu sefer gerçekten öldük, her şey devriliyor bu nasıl deprem, neden bitmiyor” diye düşünürken tavana değip geri gelen ağır avizeye bakarak kitlenip kaldım. Hala büyük resmin farkında değildim. Elime sadece içinde yazılarımın olduğu külüstür bilgisayarı alıp asansöre binme saflığını göstererek binadan oğlumla beraber dışarı çıktım.Sokaklar insan kaynıyordu ve binalar birbirine çok yakındı. Hızla yürüyüp toplanma yeri olabilecek bir alan aradım.Karşıma ilk çıkan bir cami oldu. Bahçesindeki banklarainsanlar külçe gibi yığılmıştı. Her zaman dolu olan şarjım aksi gibi boştu. Gözüme musalla taşının kenarında bir priz çarptı ve telefonu taktım.Uçak modunda şarj olurken musalla taşının üzerinden gelmiş geçmiş nice insanı düşündüm. Gidecek hiç boş alan olmayan şehir merkezinde, cami bahçesine sığınanlar telefonlara sarılmıştı. Korkuyla yaşadıklarını anlatıyorlardı yakınlarına. Duyduklarımla irkildim. İzmir’de rastlanmayan şekilde binaların yıkıldığından, enkaz altında kalanlardan bahsediliyordu. Telefonlar kilitlenmiş, siren sesleri başlamış, eşimin çalıştığı bölgenin tamamen yıkıldığı söylentisiyle dona kalmıştım. Sadece internet araması yapılıyordu. Bir zaman sonra oğlumun telefonundan eşime ulaştık, ağlıyordu.Önceki gün peynir aldığı, o gün de girmekten park sıkıntısı ile son anda vazgeçtiği marketin olduğu bina ve hemen yakınında her gün aracı park ettiği Rıza Bey Apartmanı önünde yer bulamadığından birkaç apartman aşağıya park edip girdiği büroda yakalanmıştı depreme. Öyle bir sarsıntıydı ki bu, kitaplıklar dolaplar tabak çanaklar, duvarlar her şeyin yere indiği güçlü bir deprem. Neyse ki bitti deyip aşağıya indiklerinde ise daha kötü bir manzara onları bekliyordu. Yükselen toz bulutlarının arasında insana kendini bir distopyanın içinde hissettiren, kıyamet senaryolu filmleri andıran, çaresizliğin en büyüğü ile karşılaştıran bir can pazarı. Bir dakika önce karşında gördüğün altmış daireli bir apartmanın yerinde olmayışı. Çığlıklar, elleriyle insanları enkazdan çıkarmaya çalışan tamamen amatör insanlar, zamanın aleyhe işlediği o noktada profesyonel desteklerin trafiğin kilitlenmesi sebebiyle afet noktalarına olaydan yarım saat geçmesine rağmen ulaşamaması, telefon hatlarının tamamen kilitlenmesi, bir bölgenin haritadan silinişi, bir gün önce yeni yaşını kutlayan bir cumhuriyete taze acıların yazıldığı bir gün…Eşim, olaydan iki buçuk saat sonra trafiğin açılıp beş yüzmetre ilerideki evin yakın bir noktasına gelebilmişti. Bu arada ben yemek yaparken depreme yakalandığımdan ya açık ocak bıraktıysam korkusuyla, aslında bırakmadığımı bildiğim halde,en azından tedbiren dairelere giren gazı kapatırım düşüncesiyle eve geldim.Zaten dışarıda geçen iki saatte üşümüştük. Depremlerde en çok kadınların ne giyeceğim diye düşünürken ve evden alacakları eşyalara eşya eklerken öldüklerini bildiğim halde gözü karartıp artçılara rağmen eve girdim. Oğlumu korumak için binaya sokmadım ama biraz sonra kan ihtiyacı anonsuna koşarak yanıt verdiğini öğrendim. Pandeminin en ateşli haliyle görüldüğü hastanelerden birindeiki saat acilde kan verme sırasında bekleyen ve bu esnada şarjı biten oğlumu arama telaşı beni iyice yordu. Üç kişilik bir ailenin dar bir alanda bir türlü buluşamaması ile yeni bir korku yaşadım. Ama sonra böyle duyarlı bir çocuk yetiştirmenin kıvancı ile üzerime gelen soğukkanlılık sayesinde pişirdiğim yiyecekleri paketleyip tencereleri yıkayıp yeniden evden çıkmamla devam eden o akşam unutulmazdı. Her taraftan yükselen siren sesleri, üzerimizde dolaşan helikopterler, AFAD araçları, itfaiye, ambulans sesleri, çöken karanlık, düşen sıcaklık, yüzlerinde korku dolu insanlar arasında sokaklarda dolaşış. Ananemin “Kendini temiz tut ölüm gelir, evini temiz tut misafir gelir” felsefesini hatırlayıp en olmadık zamanda, depremde dahi uygulayacak kadar ne yapacağını şaşırma… Ne zaman döneceğimiz belli olmayan evden bir an önce değil de bulaşık yıkayarak çıkma gayreti… O kara günün üzerinden on gün geçti bir daha girmedik eve, ne zaman gideceğimizi de bilmiyoruz. Hava çok soğuk olunca gecenin ilerleyen saatlerinde bir yakınımın evine gittik.Çatı katında oturuyordu başka semtte yaşayan kızı da gelmişti. Beraber olmak insana dayanma gücü veriyormuş, yalnızlık yıkıcı böylesi zamanlarda. Geceyi birlikte geçirdik, artçı depremler çok şiddetliydi. Tam sabaha doğru içim geçmişti ki 5.1 şiddetinde yeni bir depremle sarsıldık. Günlerce ayağımı uzatıp yatamadım, gayri ihtiyari hep cenin pozisyonda durmuşum. Gerginlik sonrası dayak yemiş gibi bir yorgunluk ve enkaz altındakiler için sessiz bekleyiş… Beş yüz metre ilerindeki binalar yıkılmış. Dün orada olan hayatlar yok. İki yavrucak kurtuldu sevinci yanında yiten anneler, babalar, evlatlar, kardeşler, dostlar, yani insanlar, kaybolan hayatlara karışan sizi hiç unutmayacağız nidaları… Kalanların ağır kayıplar, yaralanmalar yanındatravmalarla yüklenmesi, bunlarla ilgili hiç bir hukuki sürecin sonuç getirmeyeceğini bilmek ve çadırlarda, hastanelerde hayatı bir dakikada dağılmış acılı insanlar… Bir kaç günde bin altı yüz artçı sarsıntı kaydedildiği bilgisi, kırk dört tanesinin dört ve üzeri olup hissedilmesiyle o büyük depremdeki korkuyu yeniden tetiklemesi. Geceye kadar televizyon ve internetim olmadığından anlatılanları korkunç bir masalcasına dinlemiştim ama televizyonda şehrimin gerçekten yıkıldığını görünce bir kez de ben yıkıldım.

 

Hepimiz zaman zaman hayatımızı derinden sarsan o bir dakikalık depremleri metaforik olarak yaşarız. O andan sonra ne biz ne de hayatımız bir daha aynı olmaz. İşte zaten bir süredir öylesi metaforik yıkıntılar arasında dolaşırken gerçek manasıyla yıkılmış toprakların üzerinde olmak, her haber, her görüntü ile o 7.1 şiddetindeki (6.6 diye resmi kaynaklarca verilen rakama o depremi yaşayan kimse inanmaz) depremle yeniden sarsılmak.

 

O gece hiç aranmadığım kadar arandım, soruldum. Yurtdışı- yurt içi bir sürü dostumun sesini telefon kulağıma dayandığında duydum. Enkazları izlerken “İyi misiniz?” sorularına “Hayattayız”diye cevap verdim. İyi değildim, hiç birimiz değildik. Bir süre sonra konuşamaz oldum. Telefonları açmadım. Hikâyelere ben ve yakınlarımın iyi olduğunu yazdım utanarak. O gün arayanlara hala dönemedim. O günden beri kalemi kâğıdı da elime almadım. Kitap da okuyamadım, çizim de yapamadım. İki gün boyunca sadece duvarları ve tavanı izledim, elim kolum yüzüm her yerim şişti. İnsan kendini güvende hissetmediği zaman özellikle de toprakla ilgili sorunlarda toprağın üzerinde kalabilmek için genişlermiş. İçim daraldıkça nefessiz kaldım, dışımda genişliğime genişlik kattım. İşte o açıdan bakarsak hala hayattayım, toprağın üzerindeyim.

 

“İyi misiniz?” sorusunun beklenen ilk karşılığı budur sanırım ama bu kısa ve derin sorunun cevabı tek; iyi değilim, iyi değiliz. Hatırımı sormak için bu soruyu bana yönelten bir arkadaşım sayesinde bu gün, bu satırları yazdım. Üç gündür, kesintisiz şekilde, kıvrıldığım koltukta Nuri Bilge Ceylan filmleri izliyordum. Sessizlikti dileğim sanırım, diyalogu az filmlerle içime döndüğüm bu zaman iyi gelmiş olmalı ki, bu gün kâğıt ve kalemle dertleşebildim. Şimdi iş için şehir dışına çıkmış olsam da, rüyalarımdan depremle uyandığıma göre hala travma sonrası stres bozukluğu hali devam ediyor.

 

Elbette zamanın her şeye ilaç olduğunu, hayatın devam ettiğini, ülkenin her yerinden yağan yardımlarla beraber yetkililerin iyi çalıştığını biliyorum. Hukukçu olarak dava süreçlerinden umutlu olmasam da, yavaş yavaş yaraların sarılacağına inanıyorum. Gelecekten umutsuz değilim. Ama bilirim ki, insanın hayatında kırılma noktaları vardır. İşte bu deprem de kim bilir kaç kişi için öyle bir nokta oldu. Yeri doldurulmaz boşluklar oluştu hayatlarda. Bir yandan da vazgeçemediğimiz küçük bir biblonun, eşyanın kölesi olmuş yaşamların gereksizliği gözler önüne serildi. Onsuz yaşayamam dediği kaç şeyden koptu insanlar! Önem vermemiz gerekenin hayat, canlar, canlarımız olduğu gerçeği yeniden yüzümüze çarpıldı. Gidenler gitti, bize yeni bir şans verildi. Bunu iyi değerlendirmeli, bu kötü dünyaya rağmen iyi bir insan olma çabamızı sürdürmeliyiz.

 

İşte hali pür melalim budur! Peki, ben de size aynı soruyu sorsam ve yanıtları ile kendinizi baş başa bıraksam yaşadıklarınızdan öğrendiğiniz şeyler hanenize neler yazdınız depremden sonra. Sahi hiç sordunuz mu kendinize, “İyi miyim?” diye?Lütfen “İyi değilim” deme hakkınız olduğunu unutmadan dertleşin. Bakalım siz size neler söyleyeceksiniz?