İsterseniz söyleşimize edebiyat yolculuğunuz ile başlayalım. Ayhan Ün’ün edebiyatla dostluğu nasıl başladı?
Grimm Kardeşler’den Masallar’la başladı. Bu yolculuğa katılmamı sağlayan yegâne dostlarımdı bu kardeşler. Çocukluğumda beni içerisine çeken bu masallarla büyülü bir dünya keşfetmiştim ve hayal kurmanın hazzından vazgeçmeye deniyetli değildim. Doksanlı yılların Almanya’sında faşizm baskısını yakından duymama rağmen hiç hüzne saplanıp kalmadım. Aksine yaşama sevinciyle doluydu çocuk Ayhan. Türkiye’ye kesin dönüş yaptığımızda bana yeni gelen bir tür edebiyatla karşılaştım. Bu ülkenin edebiyatıyla tanışmak hüzünlü gelmişti; hüzün, melankoli ve fazlasıyla mağduriyetlerin kaleme alındığı eserler… Zamanla, kendimce bir yorum getirdim buna: toplumun o aceleciliği ve genel mizacı doğal olarak edebiyatına da aksetmiş olmalıydı.
Haliyle edebiyat gerçekleri yansıtmalı ve bu Batı Edebiyatının da yapı taşlarından biridir ama yeni karşılaştığım yerel edebiyat ya Istanbul’u anlatıyordu ya da saf hüznü (çoğunlukla ikisini birden). Neyse ki artık yayınevleri evrensel değer, estetik ve yaşam sevinci aşılayan eserlere de şans tanımaya başladılar.
Bir yazar olarak geriye dönüp yazdıklarınıza bakınca şunu da şöyle yapsaydım dediğiniz bir şey oldu mu?
Tüketim toplumu olmanın beraberinde getirdiği kimi alışkanlıklar inkâr edilemez: kısa cümleler, hızlı akan hikâyeler ve aralıksız heyecan tutkusu. Hızlı tüketim edebiyata kadar aksetmiş durumda ve kimi zamanlar yazdıklarımda ağır kaldığım kanısına saplanıp hikâyeyi hızlandırmaya gayret ettiğimi hatırlıyorum. Bugün bunu keşke yapmasaydım diyorum. Edebiyat film değildir, dizi hiç değildir. Yazar günün sıkıntı ve esintisine göre şekil almamalıdır. Okur da sürekli heyecan duymak, uzun cümlelerden ve düşünmekten kaçınıyorsa edebiyat yerine filmi tercih edebilir. Korsakov’un Şehrazat’ını hızlandırılmış olarak dinleyebilir misiniz?
Son kitabınız, binlerce yıllık bir mücadelenin en şiddetli evresini anlatıyor: kadın erkek mücadelesi. Bu konuda neler söylersiniz?
Kadın Erkek anlaşmazlığı haliyle tüm dünyanın konusu. Bu romanı kaleme almamın öncesinde de bunu irdeleyerek fikir edinmeye çabaladım. Önde gelen kadın düşünürler (JudithButler, Le Guin ve belki Naomi Wolf) feminizm kavramının da eril gücün bir ürünü olduğunu ileri sürebilirlerken bunu burada dile getirmeniz bile linç edilmeniz için kâfidir, diye düşünürken çoğu okurlarımdan hiç de beklemediğim olumlu eleştiriler alıyorum. Dünya üzerindeki gidişatın hiç de ümit vaat etmiyor oluşu beni böylesi bir kurguya sürükledi. Kurguda en şiddetli evreyi işleyerek böylesi bir sıkıntının nerelere kadar gidebileceğini yansıtmaya çabaladım ve okuyanlar bilir; tam bir cinnet hali…
Romanınızı distopik bir roman olarak tanımlayabilir miyiz?
Ben öyle tanımlıyorum. Neticede kimsenin arzu etmediği, sorgusuz sualsiz bir kavrama boyun eğdiği bir toplum biçimi var ortada.
Farklı kültürler hakkında yazmak bir yazarın en zorlandığı konuların başında gelir. Türkçe yazılmış bir romanda yabancı karakterlerin hakkını tam olarak verebilmişsiniz. Bu nasıl gerçekleşti?
Enteresandır, yabancı yazarlar bu gibi eserler yarattıklarında pek yadırganmıyorlarken yerel yazarların bu gibi girişimleri aynı ağızdan, benzer savlarla yadsınıyor. Burada mühim olan yansıttıklarınızın ne denli gerçekçi olup olmadığıdır. Sanat evrenseldir ve eğer sanat içinse ki benim için öyledir, sanata ne gibi bir katkı sağladığı ele alınabilir. Evrensel sıkıntılar sanatın motifleri arasında yer almalıdır. Almanya kökenli olmam ve Avrupa’da vakit geçirmiş olmam haliyle kurgumun coğrafi motiflerine katkı sağladı ancak ortaya koyduğum insan ilişkileri ve diyaloglar daha evrensel çizgide.
Neden roman?
Roman yazmanın bıraktığı haz ve düşler âlemini ne yazıktır ki kısa metinlerden alamıyorum. Düş ve kurgu; bunlar emek ister, uzun uzadıya düşünmeyi gerektirir ve sanırım düşünmeyi, kapılıp gitmeyi seviyorum.
Yazı ritüelleriniz var mıdır?
Yaratıcılığımın en verimli zaman dilimi sabahın erken saatleridir ama maalesef bunun için pek fırsat bulamıyorum. Bu yönümü gün içerisinde kaybetmemeye çabalayarak gece geç saatlerde yazıyorum. Kimi zaman günde dört yüz kimi de iki bin kelime kadar yazıyorum ama bunu bir kurala bağlamış sayılmam. Şevkim, yazma tutkumbu gibi sayıları ikinci plana itiyor.
Edebiyatta sahici olmaya inanıyor musunuz?
Saf bir hayal dünyası, gerçeklikten kopuk bir kurguyu kendime uzak bulmuyorum ancak yazdıklarınızın bir amacı, mesajı olmalı. Amacınız varsa ister istemez gerçekçi olmaya gayret gösteriyorsunuz ama okurun gözüne sokmadan. Son dönemde eserlerin nelere işaret ettiğini apaçık belirtmesini dileyen, tahakkümün oyuncağı olmuş, kedinin sudan kaçtığı gibi düşünmekten kaçınan edebiyatseverler toplulukları türedi. Gregor Samsa ile karşılaşsalar hesaba çekeceklerdir: neden böcek dedin, keşke apaçık anlatsaydın bizlere…
Yazmanın aynı zamanda kendine yapılan bir yolculuk olduğunu düşünürsek bu anlamda kendinizde keşfettikleriniz neler oldu?
Düş kurmanın, kurgulamanın da katmanlardan oluştuğunu keşfettim. Zihnin derinlikleri büyüleyici olduğu kadar sınırsız da. Gündelik yaşamımı kurgularımdan sapmadan yürütebileceğimi tecrübe ettim. Evet, kulağa ürkütücü gelebilir ama bu artık benim için bir yaşama şekli ve bundan hiç de şikâyetçi değilim.
Peki Ayhan Ün hangi yazarları okur?
Dostoyevski, Stendhal, Proust, Adorno, Popper, Le Guin, Hemingway. Son dönem yazarlarından bu aralar Houellebecq, Tim Parks. Evet, bakışınızda yansıyan o hiç mi yerli yazar okumuyorsunuz sualini görebiliyorum. Türkçemi Yaşar Kemal okuyarak geliştirdiğimi söyleyebilirim…
Roman veya kısa öyküler yazmak isteyen birine ilk 3 tavsiyeniz?
Edebiyat bir yaşam tarzıdır ve bu daha sonradan edinilebilir mi emin değilim. Yaratıcılığınızı besleyebilmek için:
- Konu yazmaksa asla tembel olmayın,
- Özgürce hayal edin,
- Dışarı çıkıp yaşama karışın (bu aralar maalesef pek mümkün görünmüyor) ve yaşayın.
Son olarak yeni projelerinizden bahseder misiniz? Ufukta yeni kitap bizlere göz kırpıyor mu?
Konu bulmakta hiç sıkıntı çekmiyorum açıkçası ve yazma tutkum yakamı bırakacak gibi görünmüyor. Roman yazmayı sürdürüyorum ve bu yolculuk sayesinde bir sürü kıymetli insanla tanışma fırsatı buldum. Bunun dışındaysa Yazı-Yorum Dergisi ailesine katıldım. Her ay yeni bir kısa yazı ile dergide yer alacağım. Düşünce, felsefe, inceleme ve deneme kaleme alan mecraların sayısı epey kıt ve bu dergi tam bana göre; bunun mutluluğunu yaşıyorum.
Ufukta yeni kitap, kitaplar… 2022 yılında yeni bir romanla okurların karşısına çıkabilirim ve düşündükçe heyecan duyuyorum.
Ayhan Ün;
1978 yılında Almanya’nın Mannheim kentinde dünyaya geldim ve on beş yaşıma kadar yine Almanya’da yaşadım. Gymnasium’da öğrenimime devam ederken ailem kesin dönüş yaptığından dolayı 1992 yılında memleketimiz olan Ürgüp’e yerleştik. 1996 yılı itibariyle Hacettepe Üniversitesi, Alman Dili ve Edebiyatı bölümünü okurken 2000 yılında Frankfurt Goethe Üniversitesi’nde burslu olarak “Yazarlık ve Edebiyat” derslerine katıldım. İlk romanımı 2000 yılında tamamladım (Bıyıksız Osmanlı). Uğur Mumcu Vakfı, Yazarlık seminerine katılmış ve tamamlamış olup edebiyat ile yakından ilgiliyim. Asıl mesleğim yeminli tercümanlıktır ve hayatımı Ankara’da, Dış Ticaret Uzmanı olarak sürdürmekteyim. Açık öğretim fakültesi, Uluslararası Ticaret ve Lojistik Yönetimi mezunu olup romanlar kaleme almayı sürdürüyorum. Yayınlanan romanlar: Bıyıksız Osmanlı Bay Lumumba Kadın Erkek Savaşı Zamanlarında