Titanik
Edebiyat Öngörür ve Hep Öngörmüştür
Hepinizin bildiği gibi insanlığın gelişim dönemleri vardır. İlk dönem olan avcılık ve toplayıcılık dönemi yaklaşık iki buçuk milyon yıl süren göçebe dönemidir. Ardından tarım yapılmaya başlanınca yerleşik döneme geçilip hayvanlar evcilleştirilmiş, tahıl ve baklagillerin üretimi yapılmaya başlanmıştır. Bu dönem asırlık ağaçlar misali yaklaşık sekiz bin yıl kadar sürmüştür. Özellikle B vitaminlerinden zengin tahılla beslenme beyin gelişimini de sağladığı için bir önceki döneme göre oldukça kısadır. İnsan beyninin gelişimi, buluşlar ve keşiflerle sonuçlanarak sanayi dönemini başlatmıştır. Sanayi dönemi de yine bir önceki döneme göre çok kısa sürmüştür (Üç yüz yıl kadar).
Sanayi dönemi, sermayece güçlü (varsıl) ülkeler ve aileler oluşturan bir dönem olarak tarihte yerini alır. Sömürgecilikleri sayesinde varsıllaşan bu ülkeler ve aileler, kendilerini aynı mitolojideki Titanlar gibi dünyanın ve hatta insanların sahibi hissetmeye başlarlar. Dünya yalnızca onlar için yaratılmıştır. Tüm inançları bu yöndedir. Diğer taraftan sermaye (varlık) gücüyle hissedilen bu Titanlık, insan eliyle yapılamaz denilen birçok hayalin gerçekleşmesine de yol açmıştır. Kanımca “Muazzam dev” anlamına gelen Titanik gemisi de böyle bir ruh ve düşünce dünyasının ürünüdür.
Yaklaşık yirmi altı ay süren yapım aşamasında on yedi bin liman işçisi çalışmış, inşasına 7,5 milyar dolar harcanmıştır. 28,2 metre eni,269 metre boyu,53,3 metre yüksekliği ve on bir katlı yapısıyla kendi döneminde insan eliyle yapılmış ve hareket eden en büyük obje tanımını almıştır.
Üç sınıftan oluşan yolcuların, kendilerine ayrılmış yerlerden(sınıflardan) diğer alanlara geçmeleri yasaktı. Titanik o kadar lüks yapılmıştı ki içinde bir yüzme havuzu, bir Türk hamamı, bir spor salonu, bir tenis kortu ve biri birinci sınıf, diğeri de ikinci sınıf yolcular için olmak üzere iki tane kütüphane bulunuyordu (üçüncü sınıf yolcuların okumak neyine diye düşünmüş olmalı Titanlar).
RMS Titanik’in yapımcısı, White Star şirketi, dünyanın beş kıtasına yayılan sömürgeleri nedeniyle “Topraklarında güneş batmayan” ülke olarak bilinen Birleşik Krallık’ın bir şirketiydi.
Titanik,yirmi dokuz kömür kazanında günde altı yüz ton kömür yakıyor, bu kömürler, yüz yetmiş altı kişilik bir ekip tarafından ocaklara boşaltılıyordu. Yaklaşık yüz ton kül de bir günde denize (Atlas Okyanusu) bırakılıyor ve okyanusu kirleterek yoluna devam ediyordu.
10 Nisan 1912 tarihinde İngiltere’nin liman şehri Southampton’dan ayrılan Titanik’in rotası ABD New York’tu.
Yasal olarak gerekenden fazla olmakla birlikte Titanik sadece bin yüz yetmiş sekiz yolcuyu taşıyacak kadar kurtarma botuna (filika) sahipti. Bu sayı, ne yazık ki gemide bulunan yolcu sayısının ancak üçte birine yetecek kadar,yirmi filikadan oluşuyordu.
Yolculuğun beşinci gününde 14 Nisan 1912’de gece 23.45 sularında buzdağı, gözcü Frederick Fleet tarafından görüldü. Fleet ilk önce sadece “Buzdağı! Tam karşımızda!” diyebildi. Görülmesinden yalnızca otuz yedi saniye sonra Titanik buzdağına çarptı.
Buzdağının Titanik’te aralıklarla açtığı toplamda bir metrekarelik yırtıktan saniyede bin litre okyanus suyu asla batmaz denen gemiye dolmaya başlayarak iki buçuk saatte batışına ve bin beş yüz on yedi kişinin ölümüne neden oldu.
Kibirli Titanlar geminin batmayacağından o kadar emindi ki gözcülerin dürbünleri bile yoktu. Daha doğrusu gerek olmayacağını düşündükleri için dürbünleri kilit altındaydı.
Buzdağıyla çarpışmalarından sonra birinci sınıf yolcularının yüzde altmışı ikinci sınıf yolcularının yüzde kırk beşi ve üçüncü sınıf yolcularının ise yalnızca yüzde yirmi beşi kurtulabildi. Görüldüğü üzere yolcular varsıllık ve yoksulluklarına göre hayatta kalabilmişlerdi.
Titanik hakkında hazırlanmış bir belgesele göre Titanik radyo operatörü zengin yolcuların yüzlerce mesajını iletmekten iyice bunalmıştı. Faciadan on beş dakika önce Titanik’e30 km mesafede olan SS Californian gemisinden gelen buzdağı ile ilgili uyarıyaçok sinirlenmişti. SS Californian gemisinin radyo operatörü Cyril Evans, Titanik radyo operatörü Jack Phillips’den “Kapa çeneni” yanıtını alınca da öfkelenip yayınını kapatmış, bu nedenle Titanik’ten gelen SOS duyurusunu alamamıştı. Şayet bu duyuruya yanıt alınabilseydi Titanik’te bulunan herkes kurtulabilecekti.
Kibirli titanlar, “Tanrı bile batıramaz” denilen dev gemi Titanik’in, daha ilk seferinde bir buz dağına yenik düşerek batması ve olayın bir felaketle sonuçlanması nedeniyle sanırım büyük bir hüsran yaşadılar.
Ama ne demiştik edebiyat öngörür! Hep öngörmüştür. Mitolojide olduğu gibi Olimposlu tanrılardan Zeus’un kardeşi Poseidon, okyanusu kirleten Titanları yenilgiye uğratıp dev gemiyi iki buçuk saatte yuttu. Poseidon, Titanik’i en zayıf yerinden buzdağıyla yaralayarak, batması en az üç gün sürer bu arada mutlaka yardım ulaşır diyen, Narcissus’a (Narcissuslara) çok acı bir şekilde seslendi.
Aslına bakarsanız Titanların kibri yüzünden gemide hayatını kaybeden yolculara bir Prometheus (Morgan Robertson),Titanik’in batmasından yaklaşık on dört yıl önce yazdığı Titan adlı romanıyla olayı haber vermişti. Dev geminin bir buzdağına çarparak, yaralanıp ikiye ayrılarak batacağınıda anlatmıştı kitabında. Öyle ki yazar Morgan Robertson metninin kurgusunda batan geminin (battığı) koordinatlarını ile Titanik’in buzdağına çarptığı koordinatlar aynıydı.
Prometheus’un tüm öngörüsü ve ateşi çalması insan içindir. Ne yazık ki yararlanamayıp ölümüne battı onca yolcu. Morgan Robertson’un“Futulityorthe Wreck of the Titan” adıyla yazdığı romanda anlatılın her şey Titanik kazasında gerçekleşti. Prometheus’un çabası nafileydi (futulity).
Biri öyküde biri gerçek, büyük bir kibirle söylenen “Bu gemiyi tanrı bile batıramaz”, asla batmaz denen iki gemi, Southampton’dan New York’a doğru yola çıkıyor, aynı tarihte ve aynı koordinatlarda aynı buzdağına çarpıp kaza yapıyor ve aynı şekilde batıyor. Aynı yolcu sayıları ve aynı ölü sayısı ile. Hatta öyküdeki gibi gemiler batarken orkestra her ikisinde de aynı ilahileri çalmaya devam ediyor. Yazar Morgan Robert son zamanda yolculuk mu yapıyordu acaba demekten kendimi alamadım tam da bu noktada.
Yazımızı bizden bir Promet heus’la Hacı Bektaş Veli ile bitirelim. “Kibir bele bağlanan taş gibidir, onunla ne yüzülür ne uçulur.”
.
Kaynaklar: Wikipedia