Hayatıma girenlerin misafir olduğunu çok geç öğrenenlerdenim. Önceleri memnuniyetsiz yüz ifadeleri ya da anlamsız bitişlerle karşılaştığımda ev sahipliğim mi iyi değildi diye endişe ederken bir sabah güneşle beraber aydınlandım:
Kalmaya gelmemişlerdi. Gidecek yolları vardı. Misafirliğin iyisi üç gün olanıydı. Beraber gez-toz, ye-iç, iki gece dinlendir konuğunu, üçüncü sabah yolcu et ve ortalığı topla. Ev senin, kimseye evi sahiplenme hakkı ve dolayısıyla yükümlülüğü de verme.
Peki dilimize Arapça’dan geçen “Misafir” kimdi? Sözlükler, yolcu, yoldan gelen, yola giden, seyyah manasında olduğunu doğrulayınca Türkçesi’nin de “Konmak” tan türetildiğini hatırladım. Kuşlar konar ama sonra uçardı. Kelimenin hatırlattığı gerçek geçici bir süre beraberlikti. Bu durumda hayatımıza girip çıkan insanları doğru isimlendirdiğimizde üzülmemiz, yorulmamız gerekmezdi.
“Hayat kısa, kuşlar uçuyorken” insanlar da gelirler ve giderler. “Herkes gider mi her şey biter mi?” diye soruyor ya Cem Adrian, evet istisnasız herkes gider ve sonunda her şey biter. Ve hayat bile bitiyorken bu sona erişlerin esamesi bile okunmaz.
Bitmiyorsa bu uçucu kelimeye yanlış sıfatlar yüklediğimizdendir. Belki de bunun sebebi yetişme şartlarımızdır. Malum kültürümüzde misafire önem verilir. Konukluğunda rahat ettirilmesi için tüm imkanlar seferber edilir. Onlar için odalar, tabaklar, bardaklar, yorganlar yastıklar ayrıca hazır bekletilir. Hatta konuklarımızı ağırlarken giyeceğimiz kıyafetler bile başkadır. Hayatımızın rutini dışına çıktığımız, daha özenli davrandığımız zamanlardır. Çoğu vakit de yorucudur, en sevdiklerimizle zevkli zamanlar geçirilse de. Bir dizi hareketle toparlanmayı gerektirir.
Üç günlük dünyada, gelip biraz da biz de oyalanan misafirlerimizden özellikle de çok kıymet verip özen gösterdiklerimize bu kısa vakitte doyamayıp gidişlerine üzülebiliriz. Ama gitmeleri gerektiğini fark edince işler değişir. Özellikle bu farkındalıkla onların ardından da tıpkı öncesinde yaptığımız hazırlıklara benzer bir gayreti bu sefer kendimiz için göstermemiz gerektiğini anlarız. Misal ruhumuzun pencerelerini açıp içimizi havalandırmak, dağınıklığı toplamak, kırılıp dökülenleri süpürmek silmek gerekir. Akşam olup perdeleri çekince de ışık ayarlarını yaparak gölgelerle yaşamaktan kurtulmak lazım. Tabi bu dönem de epey yorucudur. Fizik bedenimiz kadar ruhumuz da yıpranmıştır. Pencere kapı açılıp cereyan yaptırılırken şarkılara eşlik edilebilir:
“Bence talih, bence şansın, bir de aşkın adresi yok, gideni boş ver, gelene hoş geldin de başka çaresi yok” inleyişindeki derinliği de anladığımızda kendimize daha kolay döneriz.
Her ne kadar bu şarkıda aşktan bahsedilse de misafirlik elbette aşkla sınırlı değil. Nice dost, arkadaş bildiklerimiz, yoldaş sandıklarımız kimi zaman eften püften sebeplerle kimi zaman büyük olaylar çıkararak giderler hayatlarımızdan. Bir vakit düşünürüz neden böyle oldu diye.
Ömür boyu dostluk sözü çoğu zaman lafta kalır. Çünkü insanlar değişir, farklı yollara sapar, yeni insanlarla yolları kesişir. Yarenlik şekilleri başkalaşır. Yaşamak yolda olmaktır. Ailemizde bizimle beraber büyüyen kardeşimiz bile farklı bir yolda ilerlerken bizden uzaklaşır. Dolayısıyla son halimizi misal o vakitler kalem dostluğu yaptığımız biri kadar anlamayabilir. Aynı frekansı paylaştığımız sürece güzel dostluklara imza atılır. Sonra yine hayat sayfası değişir.
Bunlar çok hızlı ve üst üste olduğunda ev sahibi yorulur. Bazen de umutsuzluğa kapılır. Ama unutmamak gerekir ki, çoğu zaman gidenin yerine hem de tam vaktinde hep birisi, belki de daha iyisi gelir.
İnsan elbette eskiye dair özlemler yaşayabilir. Ama uzmanlar özlenenin kişiler değil o kişilerin bize hissettirdiği duygular olduğundan bahseder. Öyleyse aynı duyguyu hissettiren bir başkası da olabilecektir. Bu farkındalık insanı boş ve çaresiz beklemelerden dolayısıyla o yorucu umuttan uzaklaştırır.
Gidene izin vermeli, yolu açmalı. Hatta arkasından bir tas su dökmeden uğurlanmalı, güzel vakitlere “İyi kiler”den çiçekler sunarken yüzde kocaman bir gülümsemeyle el sallanmalı.
Yol üstünde yeni karşılaştıklarımıza şans verip kucaklamalı, hayatlarımıza misafir olduğunu/olduğumuzu unutmadan, unutturmadan bir zaman yarenlik yapılmalı.
Ama her gün bir vakit sadece kendimizle kalmalı, evimizde, içimizde, sessizlikte.
Herkesten sonra vardığımız/döndüğümüz son durakta/evimizde/ çemberin kapanışını izlemeli. Kendimizden başlayan yolun yine kendimizde son bulmasının, ouroborosumuzu gerçekleştirmek için hayatımıza yansıdığını fark etmeli. Yani kahramanın sonsuz yolculuğunun bizim sayfamıza düşen aydınlığında gelmiş, gelecek, veda edilmiş konukları selamlamalı.