Ne zor şeydir ortasını bulmak. Her şeyin. Ama söz konusu sanatsa, hele ki temaşa sanatıysa, iki misli zordur. Bir tarafta izleyicinin beklentileri, diğer tarafta sanatçının tam olarak sahnelemek istedikleri durur öylece. Şüphesiz seyirci olmazsa tiyatronun anlamı olmaz ama sırf seyirci istiyor diye de metne, derinliğe, anlatıma ve de tekniklere boş vermek öyle kolay mıdır bir oyuncu için? Hiç sanmam. “Kıyıya Oturmanın Böylesi” adlı oyunu izlerken bu soruların arasında sıkışıp kaldım dersem yalan olmaz. Kendimi defalarca Merve Engin’in yerine koydum doğru kararı verebilmek için ve ilk itirafım gecikmeden geldi: “Ben olsam asla bunu başaramazdım. Kesin çuvallardım ortayı bulmaya çalışırken.”
“Kıyıya Oturmanın Böylesi”, her şeyden önce çok cesur bir oyun, adeta bir meydan okuma. Çünkü kafasında “Biraz gülelim, değişiklik olsun bizim için” düşüncesi olan seyircisine Commedia dell’Arte örneği sunma hedefinde. Hatta daha doğru bir ifadeyle, 16.yy. da Giovanni Gabriel tarafından Commedia dell’Arte’nin ufak değişikliklerle Commedia Gabriellina adı altında sunulan şekliyle izleyicisini bekliyor “Kıyıya Oturmanın Böylesi.” Bu stilde, oyunu tek bir oyuncu çeşitli masklar ve aksesuarlarla anlatır. Oyuncu birden fazla karakteri yorumlarken seyircisini de oyuna dahil eder ve seyircilerden gelen tepkilere göre doğaçlamalarda bulunur. Bu açıdan ana metne sadık kalmak kaydıyla, her oyunda farklı ilaveler, yorumlamalar ve espriler doğar. Bu da sahnelenen oyunun yaşayan ve zaman içerisinde gelişen tarafıdır. Yani bu teknikle sahnelenen bir oyunu her izleyişinizde bir öncekinden ciddi farklılıklar ve sürprizler bulmanızdan daha normal bir şey yoktur.
“Kıyıya Oturmanın Böylesi” konu olarak şaşırtıcı değil; ilk umulanı yani bir aşk hikâyesini anlatıyor. Evlilik hazırlığı yapmakta olan Lelio ile Flaminia ile başlayan öykü, Lelio’nun babasıyla birlikte iş için İstanbul’a gitmek üzereyken, fırtınada kaybolmasıyla çıkmaza giriyor. Sonrasında iki sevgilinin arasına farklı ve renkli engeller girmesiyle, izlerken şaşırıp kalmadan edemediğiniz bir oyun çıkıyor ortaya. Sahneyi muazzam kullanan Merve Engin, iyi bir anlatıcı olduğu kadar merak uyandırma konusunda da oldukça kurnaz. Bu karmaşık olay örgüsü içerisinde kullandığı maskların yardımıyla kılıktan kılığa girmekle yetinmiyor, aynı zamanda sesten sese geçerek oyuncu zenginliğini kolayca yakalıyor. Bu kıvrak zekayla bir sürü Commedia dell’Arte karakterini çaktırmadan öğretmesi de, oyunun ve oyuncunun şapka çıkartılacak başarısıdır bana göre.
Yazımın başında belirttiğim noktaya gelirsek; günümüz izleyicisinin tek kişilik komedi oyunlarından beklentisi genellikle stand-up tarzı oluyor ne yazık ki. Mevzu tiyatro bile olsa, anlatıcının yapacağı şakalar ve hicvedeceği günlük hayattaki aksaklıklarımız, gülmek için yeterli olabiliyor çoğu zaman. İşte bu noktada, çok öğretici ve ziyadesiyle tiyatral zenginliği olan bir çalışmayı, interaktif hale sokarak orta yolu bulmayı başarmış Merve Engin. Elbette seyircisinin büyük kısmının Commedia dell’Arte ve Commedia Gabriellina hakkında en ufak bir bilgisi yok. Ama gülmek için ellerini kollarını bağlamış, hazır vaziyette bekleyen izleyicilerini sıkmadan, tüm öğeleri doğru kullanarak ve ana karakterleri çaktırmadan öğreterek mükemmel biçimde yapıyor bu işi. Enerjisini seyirciden alıyor, onların ufak katılımlarından doğaçladıklarıyla da sahne ile seyirci arasında samimiyet kuruyor. Oluşan bu yakınlık sayesinde, oynanan metin zenginleştiği gibi oyunun olmazsa olmaz karakterlerinin seyirciye olan yabancılıkları da kısa sürede sona eriyor. Yani “Kıyıya Oturmanın Böylesi”, sadece gülmemiz için tasarlanmış bir oyun değil. Bir açıdan “For Beginners” kıvamında konuya giriş, başka açıdan da Rönesans tiyatrosuna ait bir sözlük kıvamında.
Geri plana göz atacak olursak uzun bir uğraş görürüz ki, bu da bir saat on beş dakikanın nasıl geçtiğini anlamadığınız oyunun hızını ve şiirsel dengesini gayet iyi açıklar. Antonio Fava ile 4 yıl süren atölye yolculuğundan sonra doğan “Kıyıya Oturmanın Böylesi”, oldukça sadece bir dekora sahip. Birkaç masa, çok az aksesuar, on bir adet mask sonrası boş kalan sahnenin tamamı Merve Engin’e ait. Ayrıca oyun boyunca hiç müzik kullanılmaması da ayrı bir detay. Olabildiğince sadece ekipman destekleri ile oyunculuğun ve anlatıcının gücünün ön plana çıkartıldığı bir oyun. Bu sayede Merve Engin de kabiliyetlerini özgürce konuşturabiliyor. Ama hepsinden önemlisi, ilk dakikadan itibaren diyaloğa girmeyi başardığı seyircisini oyuna dahil ederek ilerleyen her dakikada sahnede büyüyor. Bir yerden sonra tanıttığı karakterleri benimsiyorsunuz ama bir sonraki esprinin nereden geleceğini asla kestiremiyorsunuz. “Kıyıya Oturmanın Böylesi”, sürprizlerle dolu ve çok yüksek tempolu bir oyun olma özelliğini biraz da buna borçlu. Merve Engin’in düşmeyen enerjisine ve seyircisini bir şekilde avcunda tutma becerisine.
Özetle, sadece gülmek ve iyi vakit geçirmek için değil, tiyatro tarihinde önemli yeri olan bir türü öğrenebilmek adına da gidilmeli bu oyuna. Hikâyenin sonunda ne olacağından ziyade, Merve Engin sesini oynatarak nasıl bir kılığa bürünecek diye düşündüğünüz dakikaları asla unutmayacaksınız. Anlatıcı sahnede yürüyor, koşuyor, zıplıyor ve hatta boylu boyunca yere uzanıyor. Ama sesi; sahip olduğu yüzlerden de masklardan da çok daha zengin. Bu sayede kalabalık bir görsel ziyafet sunuyor.
Eşine az rastlanır bu deneyimi ıskalamayın derim. Sahneyi kendiyle paylaşma cesaretini her oyuncu gösteremez, kendini on bir parçaya bölmeyi ise çok az oyuncu başarabilir. O yüzden Merve Engin mutlaka seyredilmeli. Naçizane önerimdir. ‘’Kıyıya Oturmanın Böylesi,’’ akla ilk gelenden nasıl farklı olur, izleyin de görün efendim.