Cinselliğin temel dinamiği bireyin ve toplumun biyolojik olarak devamlılığını sağlayan bir eylem olmasıdır. Bu eylemin yanlış bir aksiyon içinden enerji alarak harekete geçmesi; hem bireyi hem de toplumu demoralize edecek vakalar sunmasına neden olur. Bu bağlamda insanlık erdem ve ediminin tüm çeperleri alaşağı edilmiş olur. İşte bu yüzden doğru bir cinsellik algısı toplum ve birey denklemini olumlu bir yönü olarak karşımıza çıkar. Peki doğru cinsellik algısı nasıl oluşturulmalıdır?
Biyoloji açısından cinsellik, eril ve dişil bireyin bir arada olarak tensel bir harmoniyle yaşamasıdır. Peki bu harmoni sadece tensel bir terminolojiye mi sahiptir? Ruhsal olarak birbirine ait olmayan tenlerin sırf bedensel uyumlu olmalarından kaynaklı bir arada olmaları onların gerçek bir cinsellik yaşadıklarını söylememize yeterli midir? Biyolojik serüven açısından insan, hayvani bir yörüngeye sahip olsa dahi ruhsal mekanizması ve akıl bağlamında hayvandan ayrılan kişi yine de hayvani şehvetin dayatmış olduğu eylemi gerçekleştirecek midir? Homosapiens, ahlakî ödevleri ya da toplumsal şuurun dayattığı yargılamaları hiçe sayarak yaptığı davranışların sonuçlarına katlanabilecek midir? Bu soruların güdümünde kişi ve toplum iklimi kendine merkez nokta olarak nerden temellendirecektir?
Cinsellik ne kadar bireysel bir davranış olarak gözükse de asıl odak noktasını tarihsel ve kültürel hafızadan miras alarak devamlılığını sürdürür. Bu mirasın sunmuş olduğu diyagramsa, Shopenhauer ve evrimsel biyoloji bağlamında güçlü olanın ayakta kalmasını hem niceliksel hem de niteliksel olarak desteklemektedir.
Psikoloji üzerinden konumuza eğildiğimizde; cinselliğin etki alanını Freud’un yaklaşımı bağlamında kişinin ve kişiden hareketle toplumun ana mayası olarak görebiliriz. Çünkü eril bireyin annesine, dişil bireyin babasına duymuş olduğu haz aynı forma sahiptir. Sadece gösterim açısından farklı türevlerini gösterebilir. Erkek kişinin ilk cinsel teması annesi üzerinden oral yolla gerçekleşirken, dişil bireyin bu eylemi de oral yollarla, ya evlendiğinde ya da kendini tatmin yoluyla veya ilk deneyimiyle sağlanır. Peki bu deneyimlerle bireyin doğru bir cinsellik olgusuna dönüşmesi nasıl sağlanır. İşte burada bireyin cinsellik noktasında kendisine kimlik inşa etmesini sağlayan yegane ölçütlerden biri olan rol kavramı devreye girer. Rol kavramının ana temasına indiğimizde toplumsal şuurun mekanizması karşımıza çıkmaktadır. Bu mekanizmanın doğru bir sentaksla çalışması bireyin bütün varlık çeperlerinden sıyrılarak kendilik bilincinin oluşmasına dair bize notlar sunar.
Sonuç olarak; cinsellik hem birey hem de toplumsal korteks açıdan önemli bir odak noktasına sahiptir ve bu sahip olduğu nokta modernleşen dünyada değişime ve dönüşüme uğrasa dahi ana eklemini korumaktadır. Çünkü varlık daima yenilik ve yineliği bağıntısında genetiğini korumaya yönelik güvenlik ölçütleri geliştirmektedir. Bu güvenlik ölçütleri canlılığı ve yaşamsal formları korumaya yöneliktir eğer bu yapı korunmazsa insanlık denilen varlığın devamlılığı ortadan kalkacak açılımlar ve açıklamalar gün yüzüne çıkartacaktır. İşte bu bağlamda cinselliğin eğilimi doğru formalara sahip olmalıdır ki; canlılık ve insanlık kendiliğini ve sürekliliğini devam ettirebilsin.