Şiirleri kısa sanırlar ya, aslında büyük ve ciddi bir yanılgıdır bu. Pek çok şiir birilim ki, içlerinde upuzun hikâyeler saklıdır. Okursunuz şiiri, satırlar biter ama düşünceleriniz yolculuğuna hiç durmadan devam eder. Ezberleyince ruha geçermiş şiirin büyüsü derler. Ben pek çok şiir ezberledim, ruhum hep güçlü kaldı.
kaplumbağalardan öğrendim gitmenin ağırlığını
yeryüzü içime kaçtığında
çok sevmelerin pencerelerinde
omzuna yıldız düşmüş bir geceyi bekledim
perdelerdeki kuşlarla beraber
hep ölü uyandım sabaha
Müjde Paralı Van Gorp
Şiirleri zamanın tüm kaygılarından arındırılmış bir rahatlıkta kolayca damlıyor insanın ruhuna. Kadını tüm uzuvlarıyla hissedilebilir kılmakta üstüne yok Müjde Paralı’nın. Bütün iklimlerden bir parça kopartıp, erkeğin ancak gölgeleri takip ederek keşfedebildiği kadını, adım adım yaklaştırıyor kapıya. Kapı hemen açılmıyor tabii. Kadın öylece kalıyor olduğu yerde, bekliyor ama nefesinin gürültüsü duvarlara çarpıp doluyor erkeğin kulaklarına.
“Mesela gel bir bahar havasında. Güneşin sıcaklığını da senden bileyim, ağaçların koyulaşmış yeşilini de. Ve sırf martıları dinlemek için dizinin dibine girip durduğum deniz, o gün sessizliğe bürünsün derin bir matem havasında. Dalgaları kucağından düşürüp bana bakarken gevelesin ağzındakileri. O mavilik sende gizlenebilir, yaşadığım şehir iki dudağının arasına tutunup gitmeye hazırlanırken. Bir valiz al eline. Yüzünde burada kalamamanın verdiği kırmızılıkla birlikte, elini salladığın yerde olmam için gülümse. Mesela gelmişsin, uzun süre kalmışsın ve gitmeyi hiç istemiyormuşsun gibi.”
“Kurşun kalemle yazıyorum silmek için kendimi” diyor Müjde Paralı. Tek bir cümle, bıçak kılığına bürünüp kesmeye kalkışıyor derimizi. Kan yok ama acı var. Şiddet yok ama duygular yaralı. İmgelerin evimizin bir köşesinde süklüm püklüm oturmasına razı gelmemiş gönlü. Onları alıp şiirlerinin kalbine pompalanan kana dönüştürüyor şaire. İlk okuyuş cümlelerin kıvrımlarını ayırmakla geçiyor. İkincisi anlamın üste çıkıp, her cümleyi teker teker öpmesiyle sona eriyor. Ama bitmiyor. Üçüncüsü insanın kendini dinlemesi ve şiiri tekrar etmesiyle zirveye çıkıyor. Orada bir yerde sevdiğimiz, unuttuğumuz, küstüğümüz, barıştığımız ve en çok da anlamazdan geldiğimiz insan var. Onu hemen tanıyoruz.
O evde
Ne fesleğenleri kurutabildim
Ne kendimi
Maviye boyadığımız duvarlardan bir gökyüzü
Açılmadı kapımıza
Hep ters döndü kilidinde anahtar
Ben o evde
Ne şenlik sofraları kurabildim ömrünüze
Ne uzun bir sevişmeye açtım
Gecenin şarap kadar kırmızı ağzını
Müjde Paralı Van Gorp
“Hiç çıkmamış gibi suyun altından, sırılsıklam olmuş tenine tutunarak hafifletiyorum göğsümü. Boğazımda takılı duran yusyuvarlak bir kelime, şiir olsa düşer ama onu sana bulaştırmak için daha iyi bir fikrim var, konuşmak yerine. Kafiyemizi kendimiz bulduk. Yavaş yavaş başlayıp duramayacak kadar hızlandığımız bir akşamüstü, dört duvarın arasına sıkışıp kaldı mutluluklar. Kâh gülümsemekle yetindin kâh avazın çıktığı kadar bağırdın kulağıma. Ama en güzel tarafı, duvardaki saatin hareketsiz kalmasıydı. Pillerini çıkarmıştım ansızın gitme diye, sen odama gelmeden biraz önce.”
Buram buram kadın kokan dizeleriyle, şiirde görselliği üst seviyeye taşıyor Müjde Paralı. Etiyle, kanıyla tenini düşürüyor yaprağa kadın ama ruhunu da bulaştırmadan geçmiyor. Yaşadığı şehir bir yana, içinde var olan evlerden birinin kapısına dayanıyor okur. Ama o kapıyı açmak hiç de kolay değil. Adı üzerinde. Katlı kapı. Aç aç bitmiyor. Cesareti yanında, ruhu hep ayakta olana. Müjde Paralı Van Gorp’u keşfetmeden terk etmeyin bu şehri. Keyifli okumalar diliyorum.