Dünyanın ucunda bir gül açılmış, efil efil esen yele merhaba. Karanlığın sonu bir ulu şafak, sarp kayadan geçen yele merhaba..
Yıl 1923, aylardan Ekim… Merhaba Yaşar Kemal…
İnsan, evrende gövdesi kadar değil, yüreği kadar yer kaplar.
Asıl adı Kemal Sadık Gökçeli olan Yaşar Kemal’in öyle büyüdü ki yüreği, sanki bütün evreni kapladı. Hayatı hakkıyla hakkaniyetle yaşayan herkesi de peşine taktı. Tüm evren kalemiyle, fikirleriyle kalabalıklaştı.
Dağın öte yüzü güneşe bakıyormuş çocuklar. De hadi davranın, Güneşle sohbetimiz var. Geç kalmayalım.
Annesi Nigar Hanım ile babası Sadık Bey, Van’ın Muradiye ilçesine bağlı şimdiki adı Günseli kasabası olan Ernis köyündendi. Sadık Bey, 1915 Van savaşlarını yaşamış, Erciş yöresinin tanınmış Luvan aşiretine mensuptu. 1915 yılında Rus ordusunun Van civarına gelmesi üzerine, ailenin Çukurova’ya kadar sürecek bir buçuk senelik göç yolculuğu başladı. İlk olarak Diyarbakır’a gelen aile, Urfa’ya, daha sonra da İslahiye’ye taşındı. Aile bir süre burada ikamet ettikten sonra Çukurova’ya gitti ve oraya yerleşti. Yaşar Kemalişte burada, 1923 yılında Osmaniye’nin Hemite köyünde doğdu.
Savaşlar ve göçlerin ardından hayatın zor koşullarında dünyaya gelerek çarpık düzen başkaldırmak, doğruyu dürüstü anlatmak için belki de yeterliydi.
Hangi günü gördük akşam olmamış. Hangi insanı gördük yaralanmamış.
Şanssızdı Yaşar. Üç buçuk yaşlarında iken bir kurban kesimi sırasında halasının kocasının elindeki bıçağın kayarak gözüne saplanması sonucu sağ gözü kör oldu.
Tek gözle bile herkesten daha iyi gördü dünyayı. İnsanların içini de belki bu sayede daha iyi görmeyi başardı.
Konuşan insan öyle kolay kolay dertten ölmez. Bir insan konuşmayıp ta içine gömüldü müydü sonu felakettir.
Yaşar Kemal henüz dört buçuk yaşındayken babası, camide namaz kıldığı sırada, Van’dan göç ederken ölümden kurtarıp besleyip büyüttüğü Yusuf adındaki oğulluğu tarafından öldürüldü. Bu olaydan sonra Yaşar, on iki yaşına kadar kekemeliğe tutuldu.
Zalimliğe dayanamayıp dili bağlanır. İçine içine konuşur, içine dert yanar zalimliği… Dili açılana dek, yazıyla tanışana dek…
Dünyanın bütün kötülüklerine baş kaldır. Bazen senin iyiliğin başkasının kötülüğüne de olabilir. Kendi iyiliğine de baş kaldır.
Babası Sadık Yaşar öldürülünce Yaşar Kemal’in annesi Nigar Hanım’la amcası Tahir evlendi. Annesinin bu evliliğe razı olmasının nedeni, Tahir’in Sadık Yaşar’ın intikamını alacağına inanmasıydı. Ancak iyi bir çoban olmasına rağmen iyi bir ev reisi olamayan Tahir, kısa zamanda ağabeyi Sadık Yaşar’dan kalan mal varlığını tüketti. Servetinin çoğunu da (Yaşar Kemal’in Kimsecik adlı eserinde Salman adıyla anlatılan) ağabeyini vuran Yusuf’un öldürülmesi için harcadı. Ve Yaşar Kemal, 8 yaşına bastığında artık köyün en fakir ailelerinden biri olduklarının farkına varmaya başladı.
Tahir’in intikam sevdasında mahvolan hayatlarının izi kaleminden dökülen sözcüklere yansıdı. İçine işleyen yoksulluk bu yıllarda kendini hissettirdi, adaletsizliğe karşı dimdik duruşunun temelleri hüzünlü hayat hikayesinde gizli…
Dünyada boş olan, işe yaramaz olan hiçbir şey yok. Uğraşmak haktır. Savaşmak haktır. Dövüşmek, boş olmaz, haktır.
Sonra bir gün köye bir çerçinin geldiğini gördü Yaşar. Çerçinin köylü kadınlara istediklerini verdiğini ve bunları bir deftere kaydettiğine şahitlik etti. Bu yaptığı şeyin okuyup unutmamaya yaradığını öğrendi ve çok heveslendi. Dokuz yaşındayken arkadaşı Mehmet’le Burhanlı köyüne okuma-yazma öğrenmek için gitti ve sadece üç ayda gazete okuyacak seviyeye geldi.
Azmin ellerinden tuttu bir kere, öğrenmenin kapılarını araladığında büyülü bir dünyaya girdi. Küçük yaşta sanatının temellerini tesadüfen de olsa sağlam demirlerle attı. Hayatındaki zulme ancak ilimle başkaldırabilirdi. Artık hayatla, aklını bilgi mermileriyle doldurarak savaşacaktı.
Şu dünyada her bir yaratığın tutunacak bir dalı var, insanın yok.
Daha sonra Âşık Mecit adlı sınıf arkadaşının çıraklığını kabul etti ve ondan saz çalmayı öğrendi; ancak şansızlık yakasını bırakmıyordu. Âşık Mecit’in küçük yaştaki ölümü Yaşar Kemal için, babasının ölümünden sonra karşılaştığı en büyük acılardan bir tanesiydi.
Kimsesizlik hissi küçük yaşta sevdiklerinin, inandıklarının yitirilmesiyle içinde büyüyen bir üzüntüye dönüşse de bütün umutsuzluklarını biriktirdi, bir gün bütün insanlığa ders vermek adına…
İnsanoğlu, umutsuzluktan umut yaratandır.
Ortaokul ikinci sınıfta sınavla Türk Maarif Cemiyeti’nin yatılı öğrencisi olan Yaşar Kemal, son sınıfta hastalandığından ve kendini daha fazla edebiyata verdiğinden dolayı okulu aksatmaya başladı. Devamsızlığının üç ayı bulmasından dolayı yatılı öğrencilik hakkını kaybetti. Hayatını idâme ettirmek zorunda olduğundan ortaokul son sınıfta okulu bitirmeden okuldan ayrıldı.
Hayatın acımasız düzeninde kendine bir yer edinmeye çalışırken tutunduğu hayat dalları tek tek kopsa da bütün umutsuzluklarından umut yaratmayı başardı.
Sen aleviyle yakan bir güneş ki şahane. Ben ışığa ulaşmaya çalışan bir pervane.
1938 tarihinde ilkokulu bitiren Yaşar Kemal, bekçilik yaparken doğayı enine boyuna inceleme fırsatı buldu. El yapımı kilimler, çarşıda marangozların ve demircilerin zanaat işleri, onun gözlem alanının temeliydi artık. Bu sayede Çukurova’yla içli dışlı yaşama sahip olması, ilerideki eserlerinde kendini gösterecekti. Hemen hemen her romanında rastlayacağımız demirci, marangoz imgesi biraz da çocukluk yıllarına dayalı gözlemleri içselleştirilmesine bağlıydı. 1939’da on altı yaşındaki sanatçının ilk şiiri Seyhan, Adana Halkevi Dergisinde yayımlandı. Aynı zamanda Çukurova’nın köylerini dolaşarak Köroğlu Destanı’nı anlatıp folklor ürünleri derlemekteydi.
Umudunu; yazdıklarını okuyanlar, onu duyanlar daha da büyütüp yeşertti. Doğru bir yolda emin adımlarla ilerlediğinden belki de habersizdi. Ama içinde huzuru yazdıklarıyla anlattıklarıyla insanların kalbindeki o ince yere dokunarak buldu.
Biz umudun insanı insan yapan gücünü de biliyoruz. Bir gün insanlık umudun bilinmeyen gücünü ortaya çıkaracak. Bu yeni umut da insanları mutlu edecek.
1950’ye kadar inşaat kontrol memurluğu, ırgat kâtipliği, arzuhalcilik, pamuk tarlalarında amele başılık, pirinç tarlalarında su bekçiliği, çiftliklerde kâtiplik, Kadirli’nin Bahçe Köyü’nde öğretmen vekilliği gibi sayısı kırkı bulan değişik işlerle uğraştı. Diğer yandan da Adana’da bulunan edebiyatçı aydınlarla tanışarak kendini yetiştirmeye çalıştı. Hayatını idame ettirmeye çalışsa d edebiyattan sanattan kopmadı. Çünkü onun yolu belliydi, kalbinde yanan ateş hem edebiyat hem de insanların dramlarının dünyaya anlatma çabasıydı.
O insana güvenmeyen, bu insana güvenmeyen, her insanda bir kötülük gören, insanı insan saymayan insan değildir yavrum.
1950 yılı Nisan’ında arzuhalcilik yaptığında, Çukurova Komünist Partisi kurucuları arasında bilindiğinden 15 gün hapishanede yattı. Cezaevinden çıktıktan sonra 1951 yılında İstanbul’a geldi. Bebek hikâyesini Nadir Nadi’ye gönderdi. Hikâyeyi beğenen Nadi, Yaşar Kemal’i röportaj yazarı olarak işe aldı. 1952 yılında Sarı Sıcak yayımlandı. Müstakbel eşi Thilda Serrero’yla tanışması da bu yılda oldu. İngilizce ve İspanyolca bilen Thilda, Yaşar Kemal’in eserlerini İngilizceye çevirerek onun yurtdışında tanınmasına yardımcı olacaktı. Bir manada Thilda, Yaşar Kemal’in yabancı dili oldu. Eşi, onun romanlarını sadece tercüme etmekle kalmadı, yayınevleriyle ilişkileri nedeniyle Yaşar Kemal’in Avrupa’da daha çabuk tanınmasını sağladı.
Kocaman yüreğinde önce kendi yeşertti umudunu… Sonra karşılaştığı güzel insanlarda hem edebiyat, hem gönül yolunda attığı adımlarla daha da yeşerdi umudu… Yoksa bizlere nasıl verirdi sözcüklerinden akan bal damlası umudu…
Taze ekin, güneşli ekin kokusu başkadır. Günlerce adamın genzinde kalır. Nereye gidersen git, seni taze bir ekin kokusu yeşil yeşil kovalar.
Gazetedeki ilk röportaj dizisi olan Sünger Avcıları büyük ilgi topladı (1953). 1955 yılında kendisine büyük ün kazandıran İnce Memed’i yayımlayan Yaşar Kemal, Varlık dergisinin 1955 Roman Armağanı’nı kazandı. Yanan Ormanlarda Elli Gün gibi dizi röportajlarını da bir yandan yayımlamaya devam etti. Edebî ve siyasî faaliyetlerine devam eden yazar, dönemin en popüler haftalık siyasî dergilerinden olan Ant’ın (Doğan Özgülen ve Fethi Naci ile birlikte) kurucuları arasında yerini aldı.
Edebiyat dünyasına hatırı sayılır bir yerdedir artık. Sonunda tutsaklık, yargılanmalar olsa da yazılarında ve röportajlarında haksızın yanında olup eşitliği sonuna kadar savunmuştu.
Bir toplum, hoşgörüsü kadar güçlü, sağlam, haklıdır. Zulmü kadar zalim, zayıftır. Irkçılık ise en korkunç hastalıktır.
Sorumlusu olduğu Ant Yayınevi’nin yayımladığı Marksizm’in Temel Kitabı adlı yapıttan dolayı 18 ay hüküm giydi. Karar, Yargıtay tarafından bozuldu.
Eşitlik hak hukuk adalet… Tek dert buyken insanların haksızlığı araması zulme yönelmesi akıl almaz bir muammadır. Bunu çözmek sadece matematik değil biraz da edebiyat gerektirir. Bu gereksinimi yazdıklarıyla ömrü boyunca anlatmıştı.
Düşünmek en küçük anlamda, var olmak demektir.
Yazar, 1974-1975 yılları arasında Türkiye Yazarlar Sendikası’nın ilk genel başkanı oldu. 1988 yılında da PEN Yazarlar Derneği’nin da ilk başkanlığını üstlenen Yaşar Kemal’in birçok sanatçıyla (Orhan Kemal, Abidin Dino, Güzin Dino, Pertev Naili Boratav, Ahmet Kutsi Tecer vs.) olan münasebeti, onun sanatçı kişiliğini olumlu yönde etkiledi. Sanat hayatına ilk olarak şiir ile başlayan Yaşar Kemal, daha sonra öykücülüğe ve romancılığa yöneldi. Romanları birçok dile çevrilip ödüller aldı.
Düşündü var oldu, varlığı dünyayı kapladı, yürekleri kapladı… düşünmeyi aşıladı insana, hakkıyla var olmanın ilk gereksinimini…
Bir ülkede yoksulluk varsa, onu yazmayan yazar değil; insan bile olamaz.
Eğitimini düzenli bir biçimde tamamlama imkânı bulamayan Yaşar Kemal, hayat okulunda kendi kendini yetiştirmiş biriydi. Daha çok küçük yaşta doğaya, insanlara ve topluma karşı ruhunda uyanan ilgi, eserlerinin temelini oluşturdu. İçinde yetiştiği Çukurova’da saf, el değmemiş doğayı, karıncadan kartala kadar tüm canlıları gözlemlemiş, incelemişti. Eserlerindeki bitki adlarının tercüme edilen dilde bulunamıyor olması, eserlerini yabancı dillere çevirenlerin en çok yakındıkları konuların başında geldi. Halk kültürü açısından çok zengin bir bölge olan Çukurova’da büyüyen sanatçı için folklor vazgeçilmezdi. Folkloru kendisinin köken kültür saydı. Sadece Çukurova’yı değil, Anadolu’nun birçok bölgesini de sonradan değişik vesilelerle dolaşan Yaşar Kemal’in en büyük merakı yine buraların folkloru oldu. Halkın içinde yer alıyor, onları çok iyi tanıyor olması, sanatını en iyi şekillendiren unsurların başında geldi.
Yaşamı boyunca türlü zalimlikle karşı karşıya kaldı, bunu yazmamak insanlığına ters düşerdi, yazdı. Ve sessiz kalmamayı öğütledi kalemlere… yazmalı öğretmeli karanlıklar sözcüklerin aleviyle aydınlanmalı…
Zulmün artsın ki çabuk zeval bulasın. Anadolu da zalimler için böyle derler.
Her kitabında kişiler arasında en azından bir çocuğun bulunmasını, bazı romanlarının tümüyle çocuklara yönelik olmasını, yazar şu cümlelerle açıkladı: “Çocukların benim zayıf yanım olduğunu söylemeliyim, çocukların yapıtlarımda birinci sırayı tutması böyle açıklanabilir şüphesiz. Evet, onları çok seviyorum; çünkü doğa karşısında davranışları hep duygusaldır. Onların sonsuz bir sevgi, neşe yeteneği vardır; ama bir o kadar da korkuları.”
Çocukları gördü, korkularını gördü. Eziyetle geçip giden büyümelerini seyretti yakından ve uzaktan… yazdıklarıyla gerçek bir sevgiyle sardı yaraları, yakından ve uzaktan…
Bizler yüreğimize hiçbir zaman mutsuzluğu yakıştırmayacağız.
Yaşar Kemal’in 40’tan fazla eseri mevcuttur. Şiir, öykü, roman, anı, röportaj, derleme, söyleşi, deneme, oyun, fıkra, makale, senaryo gibi birçok edebî türde eser verdi. Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca (1977) en çok bilinen çocuk romanlarıdır. Destansı Romanları; Üç Anadolu Efsanesi (1967),Ağrı dağı Efsanesi (1970),Binboğalar Efsanesi (1971),Çakırcalı Efe (1912)
Kaleminde eski zamanların sesi, kaleminde yüzyılların nefesi… Çocukların narinliğine armağan, insanın hayallerine erişen hatırların efsanesi…
Türküler tıpkı kırk bin yıl su altında kalmış yıkanmış cilalanmış çakıl taşı gibidir.
Yaşar Kemal, romanın bir mimarisi, anlatımın bir kurgusu olduğunu, anlatımın kurguyu belirlediğini ve kendi romanlarının Anadolu türkülerine çok benzediğini ifade eder. Onun romancılığını evrensel ölçülere ulaştıran öğeler, illa insanoğlunun serüvenini gözlemden değil, yaratıcılıktan ve düşlerden çıkaran yaratma edimi ve doğanın benzersiz anlatıcısı oluşundan gelir.
Türkülerin içine işleyen duruşuyla, yüzyılların sancılarını kurgularında gizleyen bir efsanedir yüreğimizde…
İnsan çürümedikçe, şiir çürümez.
“Bugünlerde Bahar İndi” kitabında şiirlerini tanıttı, sevdirdi. İlk uzun hikâyesini askerlik yıllarında 1943’te kaleme aldı; Pis Hikâye, Bebek, Dükkâncı, Memet ile Memet adlı öyküleri de ilk hikâyeleri arasında gösterildi. 1950’den itibaren yayımlanan hikâyeler, 1952’da Sarı Sıcak adıyla bir kitapta toplandı.
Şiirlerdeki umudunu insana yükledi. Artık isteyen herkes dokunabilirdi kelimelerine, cümleleri insanları değiştirebilirdi. Sessizliğe bürünen haksızlıkları haklı çıkarabilirdi.
İnsanlarla oynamamalı, bir yerleri var, bir ince yerleri, işte oraya değmemeli.
İnce Memed: (Dört kitap): Düzene başkaldıran Memed’in ve insan ilişkileri, doğası ve renkleriyle Çukurova anlatısıdır. İnce Memed’de olaylar Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında geçer. Anadolu halkının geri kalmışlığı, cahil bırakılmışlığı, köy hayatının sefaleti ve ağaların tüm yöreye tamamen hâkim olması üzerine, bu duruma karşı bir isyan öyküsüdür.
O ince yerdeydi boğazına dayanan bıçak İnce Memed’in. Haklı isyanıyla zulmün çaresizliği içinde kalmış alın yazısında içimizdeki o ince yere hissettirmeden dokunuyordu.
Bir bahçede hep aynı çiçekten olursa o bahçe güzel olmaz. Sen, ben, o varız diye güzel bu bahçe. Koparma farklı çiçekleri, kalsın renkleriyle, kokularıyla.
Teneke (1955): İnce Memed’den sonra yayımladığı ikinci romanıdır. Bir Anadolu kasabasında, çeltikçi ağaların yönetmenliklere karşı gelerek ektikleri çeltik sıtmaya neden olur. İdealist ve genç kaymakam Fikret, tüm tecrübesizliğiyle, sıtmaya tutulan kasaba halkı adına ağalarla mücadeleye girişir. Ancak kaymakam kasabadan, ardından teneke çalınarak sürülür. Teneke idealizm ile baskın güç arasındaki mücadelenin romanıdır.
Zulm bitmiyor kalemi susmuyordu. Anlatılacak o kadar çok hikâye vardı ki yaşamı bıyunca biriken. Hangi haksızlık hangi adaletsizlik çalsa kapısını hepsini mürekkebinde ağırlayacaktı. Eşitlikten yana oluşunun en güzel cümlelerle dile getirmesi, herkesi eşitliğe inandırmaya yeterdi. Sevgi, insan sevgisi onca zulme rağmen ne güçlüydü.
Açlıktan ölümü izlemek, acıların en büyüğü.
Höyükteki Nar Ağacı (1982): İstanbul’a gelmeden önce yazdığı romanlarındandır. Yazılışından çok zaman sonra yayımlanmıştır. 1940’lı yıllarda traktörün tarıma girmesiyle birlikte ekonomik sıkıntılar ve işsizlik nedeniyle köylerinden Çukurova’ya inerek iş arayan mevsimlik işçilerin dramını anlatır.
Acıların en büyüğünü tatmış insanların dramını içinde yaşamış, yeni hayatın getirdikleriyle insan gücünün hiç sayılmasının adaletsizliğine ışık tutmuştur. Dünya değişsin diyedir hep derdi. Derdi derdimizdir.
Benim için dünya bin çiçekli bir kültür bahçesidir; bir çiçeğin bile yok olmasını, dünya için büyük bir kayıp sayarım.
Ortadirek/Dağın Öte Yüzü 1 (1960): Dağın Öte Yüzü üçlüsünün ilk kitabı Ortadirekte, uzun ve zorlu yolda verilen mücadeleler anlatılır. Çukurova’ya inmek için geçilen yol, insanoğlunun aşması gereken engellerle dolu yaşamın simgesidir.
Yer Demir Gök Bakır/Dağın Öte Yüzü 2 (1963): Üçlünün ikici kitabı Yer Demir Gök Bakır bütün mümkünlerini yitirmiş köylülerin kendi yarattıkları ermişin işaret ettiklerine bakarak hayatta kalmalarını anlatır.
Ölmez Otu/Dağın öte Yüzü 3 (1968): Dağın Öte Yüzü üçlüsünün üçüncü kitabı olan Ölmez Otu, ilk olarak 1968’de yayımlanır. Çevirisinin Fransa’da yayımlandığı yıl ise en iyi yabancı romanı ödülü alır. Yalak köylüsünün içinde bulunduğu yoksulluğu, çalışma şartlarının güçlüğünü anlatmayı sürdürür.
Engeller, yoksulluklar yitirmeler kendi coğrafyasında yaşamaya çalışan insanın yok sayılmasına, kaybolmasına kaleminin isyanı eserlerinde haykırmaktadır.
Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa, şimdi en güzel şiir; Barıştır.
“Bir Ada Hikâyesi”, Yaşar Kemal’in 1997-2012 yıllarında yazdığı dört romandan oluşan serisidir. Seri, Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana (1997), Karıncanın Su İçtiği (2002), Tanyeri Horozları (2002) ile Çıplak Deniz Çıplak Ada (2012) romanlarından oluşmaktadır. Seride mübadele ve göç olgusu ele alınmaktadır. İlk roman olan Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana’da Ege’de mübadele hükümleri gereğince Yunanistan’a göç ettirilen Rumların boşalttığı bir ada ekseninde, Balkan Savaşı’ndan Sarıkamış’a değin yakın tarihte yaşanan acıları dile getirilmektedir.
Savaş savaş savaş… Ne çok yordu insanoğlunu… Oysa şiirlerde güzelleşmek sevgiyle büyümek özgürce yaşamak vardı nesiller boyu… İnsanın insana ettiği zulmün zirvesinde savaşların yürek burkan cümlelerini insanlığa kurmuştur. Şimdi en güzel şiir; Barıştır.
Yüce dağ başında bir koca kartal açmış. Kanadı dünyayı örter.
Yaşar Kemal, Türkiye’den aldığı birçok ödülün yanı sıra Uluslararası Cino del Duca ödülü, Légiond’Honneur nişanı, Commandeur payesi, Fransız Kültür Bakanlığı Commandeur des Arts et des Lettres nişanı, Premi Internacional Catalunya, Fransa Cumhuriyeti tarafından Légion d’Honneur Grand Officier rütbesi, Alman Kitapçılar Birliği Frankfurt Kitap Fuarı Barış Ödülü’nün de bulunduğu yirmiyi aşkın ödül, ikisi yurt dışında beşi Türkiye’de olmak üzere, yedi fahri doktorluk payesi aldı. 1973’te Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterildi. Nobel’e aday gösterilen ilk Türk olan Kemal, verdiği bir röportajda “Ölene kadar da aday olacağım.” dedi.
Açmış yüce kaleminin büyülü kanadını, kanadı Anadolu’yu örter… Yetmez dünyayı örter… Nice aşıklar, nice ozanların torunu, bilgeliğiyle sarıp sarmaladı insanlığı, o koca yürekli kanatlarıyla…
Demir olsam çürürdüm, toprak oldum da dayandım.
Yazdı, Anadolu’nun toprağı oldu, toprağı taşı yazdı. Taşın insana, insanın insana ettiklerini yazdı. Bu düzen değişir, devran döner diye yazdı. Yazdı da dayandı.
Çın çın ötüyor yüreğimin kökünde şu dünyanın ıssızlığı Tanrı kimsenin başına vermesin böyle bir yalnızlığı.
1952 yılından bu tarafa hayat arkadaşı olan Thilda 2001 yılında vefat etmiştir.
50 yıllık hayat arkadaşlığından sonra dünyanın bütün ıssızlığını göğsünde eritti, sözcüklere döktü. Yalnızlığa isyanın en naif halini duyduk, yalnızlığına üzüldük. Yalnızlığımıza…
İnsan bir kere birine geç kalır ve bir daha hiç kimse için acele etmez.
Thilda’nın vefatından sonra Yaşar Kemal, 2002 yılında Ayşe Semiha Baban’la evlenmiştir.
Bahsettiği yalnızlık isyanına dayanamadı belki de kocaman yüreği, bunca hikâyeyi sığdırdığı ömründe yalnız göçmek istemedi dünyadan…
İyi insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler.
Solunum yetmezliği şikayetiyle İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’ne kaldırılan Yaşar Kemal, 28 Şubat 2015 tarihinde 92 yaşında hayata gözlerini yummuştur.
Çekip gitti, ardında koca bir insan efsanesi bıraktı. Yüzyıllarca anlatılsa okunsa bilinse doyulmayacak tat da sözcükleri düşünceleri bıraktı. Bugünkü edebiyatımınız temeline dimdik duran koca bir çınar, dallarına tutunduğumuz… Kış daha sert artık, Şubatlar daha soğuk…
Bakışlar erir. Ömürler söner. Dünya yine döner.
Dünya eserleriyle döndü, dönüyor, dönecek. İyi ki… Yaşar Kemal…
Her kitabında, her sözünde tekrar Merhaba…
Kaynakça:
https://www.evrensel.net/haber/374615/yasar-kemal-kimdir-yasar-kemalin-eserleri-neler
https://www.turkedebiyati.org/yasar_kemal.html
http://www.xn--edebiyatgretmeni-twb.net/yasar_kemal.htm
https://tr.wikipedia.org/wiki/Ya%C5%9Far_Kemal
https://yasarkemalvakfi.org/kitaplari/