Yirminci yüzyılın ilk yıllarında taşrada 2000 nüfuslu bir kasaba kilisesinin papazı ve 28 yaşında, evde kalmış(!) kızının başından geçenleri anlatan roman, Orwell’ın kendi söylemiyle “pek memnun olmadığı” eseri.
Papaz, bütün patriyarkal düzenlerde olduğu gibi vaaz vermek dışındaki tüm sorumluluklarını önce eşinin, o ölünce de kızı Dorothy’nin üzerine yıkarak hayatını devam ettiren oldukça huysuz bir adamdır. Zavallı kızı ise sabahın kör saatlerinde kalkarak, kasabanın bütün esnafına birikmiş borçlarını erteletmek için türlü bahaneler bularak, kasabanın hastalarıyla ilgilenerek kilisenin yenilmez bir neferi olduğunu kanıtlamaya çalışır. Burada dogmatik ve sorgusuz olsa da Dorothy’nin kiliseye ve öğretilerine inancının samimiyeti okura geçiyor. Papaz babanın inançları ile ilgili ise bir kumar bağımlısı gibi hisse senedi alım satımı yaparak aile mirasını çarçur etmesi, kızına yüklediği sorumluluklarının altında ezildiğini bilmesine rağmen kayıtsız kalması gibi verilerden yola çıkarak papazın kilisesinin sadece gösteri kısmına yakın olduğu ve inancın örgütlediği ahlaki tutum ve davranışlardan uzak olduğu görülebiliyor.
“O bir kumar müptelasıydı. Elbette yaptığı şeyi kumar olarak görmüyordu; bu sadece hayat boyu süren bir ‘iyi yatırım’ arayışıydı. Reşit olduğunda kendisine dört bin sterlin miras kalmıştı; bu rakam ‘yatırımları’ sayesinde yavaş yavaş suyunu çekmiş ve yaklaşık iki yüze inmişti. Daha da kötüsü, her yıl o az buçuk gelirinden elli sterlin daha bulup buluşturmayı başarıp aynı yolda çarçur ediyordu. ‘İyi yatırımın’ din adamlarını başka her türlü insan sınıfından daha çok cezbetmesi ilginçtir. Belki de Karanlık Çağlar’da inzivaya çekilenlere musallat olan kadın biçimi almış şeytanın çağımızdaki karşılığıdır ‘iyi yatırım.’
Yazar bu noktada sanayi devrimi gereği kasabalara açılan fabrikalar ve işçi göçleri ile birlikte kilisenin etkinliğinin oldukça azaldığını da laf arasında söylemeden edemiyor.
Özelde Dorothy’nin bir buhran geçirerek kendini şerbetçiotu toplayan çapulcuların arasında bulması ve yavaşça hafızasının yerine gelmesi neticesinde birtakım badireler atlatarak kasabasına geri dönmesini anlatan roman, bütüne bakıldığında zorlaşan ekonomik koşulların fakirleştirdiği halkın içten içe dert üstü murad üstü yaşayan krallığa karşı hınç beslemesini ele alıyor.
Küçük mümin Dorothy’nin önce şerbetçiotu toplayıcılığından Trafalgar meydanında “sinyale çıkan” düşkünler tayfasına ardından da cimri sahibesi ve bir çakıl taşı kadar zekâya sahip öğrencileriyle Londra’da bir okulda öğretmenliğe başladığı yaklaşık bir yıllık zaman diliminde dini inancının giderek zayıflaması ve sonunda bir mum gibi sönmesi onu oldukça hırpalıyor. Sanıldığı gibi inançsız olmakla ilgili bir sorunu yoktur fakat tutunacak dalını kaybetmiştir.
“Dorothy’nin aklına o kasvetli ilahi dizesi, “Etrafımda gördüğüm her şeyde değişim ve çürüme var” geldi. Az önce söyledikleri doğruydu. Yüreğinde bir değişim yaşanmıştı ve o andan itibaren dünya birazcık daha boş, birazcık daha yoksuldu. Geçen bahar ya da ondan önceki herhangi bir baharda Tanrı’ya ilk bulutsuz gökyüzü ve yılın canlanan ilk çiçekleri için nasıl şükran sunardı! Ama şimdi görünürde şükran sunabileceği bir Tanrı yoktu ve evrende hiçbir şey –ne bir çiçek ne bir taş ne bir çimen parçası- hiçbir şey bir daha aynı olmayacaktı. “
Her ne kadar yazar eserinden pek memnun olmasa da gerek Eton College’de geçtiği tedrisat gerek imparatorluk polisi olarak geçirdiği yıllar sonucu monarşilerin putlarının baltayla parçalanması gerektiği savını taşrada evde kalmış bir kızın gözünden oldukça metaforik anlatmış.
“Hayır, daha temel bir şeydi bunu sağlayan; dünyanın kalbinde yatan ölümcül boşluğu keşfetmesiydi. Bir yıl önce bu sandalyede oturup elinde bu makasla şu an yaptığı şeyin aynısını yaptığını düşündü; oysa o zaman ile şimdi iki farklı varlık gibiydi. Yaz kokulu tarlalarda kendinden geçmişçesine dua edip kutsala saygısızlık saydığı düşünceler yüzünden kolunu çimdikleyen o iyi niyetli, gülünç kız nereye gitmişti? Bizlerin, hepimizin bir yıl önceki hali nerede? Ama yine de –sıkıntı da burada yatıyordu- o aynı kızdı. İnançlar değişir, fikirler değişir ama ruhun derinliklerindeki bir parça hiç değişmez. Tanrı inancı yok olabilir ama inanca duyulan ihtiyaç sabit kalır.”
Düzenleri, kuralları, inançları yargılamak değil sorgulamak gerekir, bu doğrudur.
Kaynakça: Papazın Kızı, George Orwell, Can Yayınları, 2. Basım, Mayıs 2017