https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

50 Kuşağı’nın Türkçesinde bugünkünden çok başka bir lezzet, bir temizlik ve coşku var. Bir dil coşkusu ve bizim modernizmimizin bir sesi, yaratıcılığı, özgüveni de var. Erdal Öz anlatırdı, yine yazılarında, konuşmalarında da vardır: Bizim zamanımızda Ataç vardı, derdi, Ataç olduğu için durup düşünmek lazım. Çağdaş Türk edebiyatı onunla kendi estetiğine kavuşmuştur. Çok büyük etkisi vardı; o kuşak da deyim yerindeyse onun paltosundan çıkmıştır. Ama o zaman tabii, Sait Faik’in paltosundan çıktık, denirdi, çünkü bilindiği gibi 50 Kuşağı’na esin veren en önemli yazarımız da oydu. O ve Alem dağda Var Bir Yılan kitabı. Ataç o zaman Saitimizi Andre Gide’in yanına koyuyordu. Bugün bizim için daha yukarıdadır kuşkusuz.

Şimdi o zamanın en yaratıcı ve ortaya çıktığı zaman gerçekten çok etkisi olmuş yazarlardan biri de Nezihe Meriç. Bozbulanık, her şeyden önce bir dil şölenidir, zevkle, dilin sesini duyarak yazılmıştır. Yazarın, (dostlarının sevgiyle Nezim diye çağırdığı) öykülerinde anlattığı kişilere yoğun bir sevgisi vardır. Daha ilk sözcükte, onları “anladığını” görürüz, yazar olarak değil, bir insan olarak onları öyle derinden anlar, kavrayış gösterir ki, öykü yazmak böylece yalnızca bir sanat olmaktan çıkar, bir aydın çabasına dönüşür. Bunun yanında, o insanların dilini de sever, onların sözcüklerini duyar duyar unutmaz, onları Türkçenin içine getirmek koymak, orada ölümsüzleştirmek ister. Bu neredeyse kendiliğinden oluşan bir sorumlu aydın tepkesidir.

Bütün bu özellikleri Oradan da Geçti Kara Leylekler’de de görüyoruz. Bu kısa anlatının nasıl ortaya çıktığını girişte açıklıyor Meriç: 1984-85 gibi, Başar Sabuncu ondan bir senaryo yazmasını ister. Meriç, senaryo yazmaya meraklı da değildir, hevesi de yoktur. Ama aklında köyden kente göçmüş bir küçük kapıcı ailesinin, özellikle de kadının hikâyesi vardır: İsmidal… İsmidal, yazları köydeki evin damını süpürüp orada yatan, yıldızlarla büyülenen, dağları izlemeye bayılan bir genç kadın iken kalkıp bir bodrum katına gelince dertlenir. Kocası Hüseyin, o dört köşe, karanlık evin niyeyse musluklarının ha deyince akmasından etkilenmiştir. Bir de tabii karısının gözünü boyamaktadır bu işe yaramaz şeylerle. Fakat sonra başka bir şey olur, İsmidal evlere temizliğe gidip gelmeye başlayınca bir yerde birinin yanında bir cep radyosu taşıdığını görür. Ve bir radyo sahibi olmayı hayal eder.

Nezihe Meriç, kent koşullarında İsmidal’ın yol almaya, değişmeye ve oraya uyum sağlamaya başlayışını anlatır. Buna karşılık Hüseyin olumsuz yönde yol alacak, sonradan hepimizin tanık olduğu o toplu “yabancılaşma”nın milyonlarca örneğinden biri olacaktır. Bu dönüşüm, iç göç dönemi hakkında pek az yazımız var. Nezihe Meriç, Tahsin Yücel’in Kumru ile Kumru’sunu örnek veriyor. Okuyanlar bilir, Önceki Kumru ile sonraki Kumru arasında, insanın canını sıkacak derecede bir kötü dönüşüm, trajik farklılık vardır…

Film olur belki diye hızla yazılıp bir kenara konan Oradan da Geçti Kara Leylekler’den bir alıntı ile bitirelim, hızla yazılan Türkçe aklınızda kalsın diye:

Bu küçük kıza, bu garibe çok acıyordu. Kız, omuzları düşmüş, sönmüş, dama çıkıp boncuk kutusunu almış, sıkı sıkı tutarak, başı yerde adamın peşi sıra, duvarın dibinden dibinden yürümüştü. Arkasında, bir göz damın içinde, iki dilim kebe, üç beş kap, bir yırtık hasır bırakmıştı. Üç beş de tavuk.