“Nigrôdhâ
koskoca bir ağaç görüyorum
ufacık bir tohumda
o ne ağaç ne tohum
om mani padme hum”*
Asaf Halet Çelebi
Hem rahatsız edici, hem umut verici… Bir kitapta ikisi bir arada olur mu derseniz, “Günler, Aylar, Yıllar” adlı kitapta olmuş, derim. Dünya edebiyatına adını yazdırmış Çinli yazar Yan Lianke gerçeklerle kurguyu harmanlamış aynı zamanda da alegorik bir kalem, metaforlar kullanarak bunu başarmış. 1958 doğumlu olan ve Pekin’de yaşayan Lianke’nin çalışmalarında bolca kullandığı hicivli yapı ve ülkesinin siyasetini sakınmadan eleştirmesi en ünlü eserlerinden bazılarının Çin’de yasaklanmasına neden olmuş. Lianke, bu noktada kullandığı eleştirel edebiyat tarzına gelen yorumlar için Avustralya’da yayınlanan The Age gazetesine şöyle demiş: “Çin’deki durum çok karmaşık. Örneğin, 60’lı ve 70’li yıllarda kıtlığın üç yılı boyunca tüm Çinli yazarlar sessiz kaldı ve bana gerçeği ifade etme görevlerini yerine getirmemiş gibi geliyorlar.”** Yine de 2014 yılında ülkesi için bir ilk olan Franz Kafka ve 2016 yılında Man Booker Uluslararası Ödülü’nün sahibi olabilmiş, kendi ülkesinde de prestijli bir ödül kabul edilen Lu Xun ve Lao She Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüş. Günler, Aylar, Yıllar’ da yazarın 2002 yılında kaleme aldığı, Lu Xun Edebiyat Ödülü’nü kazandıran kitabıdır.
“Büyük kuraklığın olduğu o yıl, zaman kavrula kavrula küle döndü; gün, yakalamaya çalıştığınızda kor gibi elinize yapışıyordu,” ** *cümlesi ile başlayan bu novellanın ortaya çıkmasına yazarın çocukluk yıllarına rastlayan kıtlık ve kuraklık itmiş.
Roman Çin’de Balou dağlarının arasında bir köyde geçer. Kuraklık ve kıtlık nedeniyle köyün insanları evlerini terk etmeye karar vermişlerdir. İhtiyar adam ise onlara katılmaktan son anda vazgeçer. Yağmur duasına benzer bir Çin inancına göre güneşe döndürülerek havlaması için zorlanan ve ışınlar nedeniyle sonunda gözleri kör olan köpeği ile birlikte kalmaya karar verir. Köylüler şaşırır:
“Ya sen ne yapacaksın?
-Benim tarlada bir tane mısır filizi çıkmış.
-Bir mısır filizi seni açlıktan kurtarabilir mi ihtiyar?
-Yetmiş iki yaşındayım, üç gün boyunca yürürsem yorgunluktan ölürüm zaten. Öleceksem kendi köyümde öleyim bari.”***
İhtiyar adamın gitmesine engel olan şey hem toprağına olan bağlılığı hem de bu açlık ve kuraklığın içinde Balou tepesine ektiği bir mısır fidanın üzerinde gördüğü bir tutam yeşilliktir. Zaman kavramı bu fidenin etrafında dönecektir artık. Onu susuz bırakmamak, köylüler dönene kadar bir koçan mısır haline getirmek İhtiyar adam ve köpeği Kör için bir varoluş amacı haline gelmiştir. Böylece ikilinin zorlu mücadelesi başlar.
“Göğü açlıktan öldürebilirsin, yeri açlıktan öldürebilirsin ama beni, bu yaşlı adamı açlıktan öldüremezsin.”***
Güneş ışınları yakıcıdır, kuyulardaki su gitgide azalmaktadır ve aç kalmamak için zorluklarla buldukları darı, mısır taneleri tamamen bitmiştir. Beslenmek için avladıkları sıçanlar bile terk etmiştir köyü. Artık tek soru kalmıştır akıllarında. En son olarak ihtiyar mı hayatta kalacaktır köpeği mi?
” Kör, dedi ona, ikimizden biri diğerinden önce ölecek, hayatta kalan öleni buraya gömmeli. Bunları söyledikten sonra köpeğin sırtını okşayıp gözyaşlarını sildi ihtiyar.”***
İhtiyar Köylü ’nün Köpeği Kör ile kurduğu ilişkide kim insan kim köpek birbirine karışır. Onlar birbirini gözüne bakarak anlaşan iki canlıdır. Aç kaldıkları dönemde hem birbirlerini hem de ruhlarını besleyen iki arkadaştır onlar.
“Ağlama, dedi ihtiyar, öldükten sonra eğer bir sonraki hayatımda bir hayvan olarak yeniden doğarsam, sen olarak doğmak isterim, eğer sen de bir insan olarak yeniden doğacak olursan, benim oğlum olarak doğabilirsin, böylece birlikte yaşamaya devam edebiliriz.”***
Kuraklık ertesi yılın hasat mevsimine kadar devam edip, ondan sonra yağmur yağdığında ekim mevsimi gelir. Köylüler de köylerine geri dönerler ancak ekecek tek bir mısır tohumu dahi bulamazlar.
“Köylülerden biri ihtiyarı hatırladı birden. İhtiyarın bir yıl önce tarlasında bulduğu o mısır fidesini korumak için nasıl da koskoca dağ silsilesinde bir başına kaldığını hatırladı. Bütün köy ihtiyarın tarlasına koşturdu, uzaktan bakınca o bir nokta üç dönümlük arazinin ortasında derme çatma bir barakanın bir başına durduğunu gördüler. Barakaya vardıklarında ihtiyarın kendi elleriyle çapaladığı alanın sanki ekim yapılmış gibi yemyeşil olduğunu gördüler. … Köylülerin bu yeşilliğin içinde fark ettikleri ilk şey daha geçen sene olgunlaşmış olan o mısır sapıydı.”***
Metin, yaşadıkları yer ve zaman kadar sadedir, yalındır. Yapılan tüm incelemelerde ,kurak, olarak tarif edilir. Konuşmalar akıştadır, hiçbir noktalama işareti ile bölünmez. İhtiyarın doğa ile hemhal olması yazıda da doğallığını koruyarak kendini göstermiştir.
İhtiyar adamın doğa ile verdiği mücadele mağara insanlarına kadar geriye giden bir hikâyedir. Aynı zamanda bir isyan manifestosudur. Tıpkı Camus’un “Başkaldıran İnsan,” kitabı gibi. Bu kitap başkaldıran insanların toplumu ne şekilde etkilediğini; var olana ve olmayana karşı niçin başkaldırmak gerektiğini felsefi dille merceğe alırken, Lianke’nin novellası ise isyanı, her okuyanın anlayabileceği şekilde ve bir mısır fidesinin merkezinde birbirine muhtaç iki zayıf canlının umudunu baz alarak anlatır. İhtiyar adam ve kör köpeğinin var oluşlarını kanıtlamak için kıtlığa, yoksulluğa ve yoksunluğa savaş açması ise bize Köroğlu’nu anımsatır. Anadolu’da yaşadığı dönemde zulme karşı savaş açan, “ var olmak için başkaldırıyorum” diyen Köroğlu’nu.**** Bu yüzden Lianke’nin eseri de aynı başkaldırı gibi zamansız ve evrenseldir.
“Günler, Aylar, Yıllar” kör bir köpeğin, sıçanların, kurtların, insanın yani doğanın hikâyesidir. Umudun, vazgeçmeyişin, çalışmanın, mücadelenin, dostluğun hikâyesidir. Kalanların ve gidenlerin hikâyesidir. Tek yeşil bırakmamak için adeta birlik olmuş çağın insanının suratına atılmış bir tokattır. Hayvanları katletmeye çalışanlara karşı bir manifestodur. Okuyunuz, okutunuz isterim.
- * Asaf Haset Çelebi’nin SİDHARTA şiirinden. ( niaghadra: Ağaçlarının üstünden fışkırarak yere inen köklerin, tekrar ağaç olmak üzere yükselmesiyle ortaya çıkmış, pek çok ağaçtan oluşmuş tek bir ağaca verilen isimdir. Om mani padme hum: Sanskritçe ‘lotus mücevherine selam’ anlamına gelir. Buda’nın, aydınlığa ulaştığı anda, lotus çiçeğine söylediği ilk sözdür.)
- ** T24 Nur Aydın
- *** Yan, LİANKE, Günler Aylar Yıllar, Jaguar Yayınları,
- **** Köroğlu ve Camus, Dergi Park