Günahkâr mıyım ben şarkı söylediğim için veya dans ettiğim için? Tenimin bir kısmının gözüktüğü eteği giydiğim için? Duyduğum sözler iltifat değildi ben kırlarda koşarken ya da kahkahalarla gülerken. “Kızlar yüksek sesle gülmez, genç kız oldun koşma artık, ayıp ayıp utan kendinden…” Tabii neden utanmayayım ki kendimden mutluyum diye! İlk duyduğumda bu sözleri yaşım bir elin parmağını geçmiyordu. Sonra devam etti bana karşı adını koyamadığım garip davranışlar. Sebebini asla anlamlandıramadım babamın benden neden uzaklaştığının, annemin o taşlı pembe eteğimi giymeme neden artık izin vermediğinin ya da neden artık Ali ile oyun oynayamayacağımın. Ali ve Ali’nin mavi misketleri… Onları kazanmak için verdiğim çabayı ve bilyelerin birbirine değdiğinde çıkarttığı sesi asla unutamam. Fakat ne kadar kazansam da Ali o bilyeleri bana hiçbir zaman vermedi. Hep bir bahane bulup hevesimi kursağımda bırakırdı. Hakkım olanı alamamak üzerdi, sinirlendirirdi. Fakat artık bir önemi yok, onu en son gördüğümde yediğim küfürlerden sonra o mavi misketlere yanaşmaya cesaret bile edemedim. Ben anlamadım ki benden ne istediklerini! Giydiğim kıyafetlerde insanları rahatsız edecek ne vardı ya da sürdüğüm ojenin bir erkeğe ne zararı dokunurdu? Söylediğim sözler onlarınki kadar can yakmazken neden sadece beni susturdular? Benden neden korktular? Bir gün sordum: neden dedim. Neden bana hep bir şeyler buyuruyorsunuz, bilincim iradem yokmuş gibi. Günah dediler, sen bilmezsin… Allah görüyor, seni cezalandırır. Yanarsın… Beni yaratan tanrıysa bilmiyor mu bedenimin her parçasını, bu kadar istemiyorsa insanların birbirinden etkilenmesini ona göre yaratsaydı ya? Veyahut izin vermeseydi zihinlerindeki tiksinç düşüncelere. Tanrı taraf mı tutuyor yoksa? Kimdi bu yaratıcı? Varlığı şüpheli olanın nedir benle derdi? Neden kendi değil de insanlar hep söylüyor kuralları? Duymak istiyorum neyin gerçekten doğru neyin gerçekten yanlış olduğunu. O hiç konuşmadı benimle. Lakin babam da hiç susmadı. Cehenneme gideceğimi bana tanrı değil babam söyledi. Günahın ne olduğunu açıklamadan yaptığım her hareketi yaftalayan yine babamdı. Her sorgulayışımın cevabını sert bir tokatla verdi. Allah değil babam cezamı kesiyordu hem de dediği gibi diğer dünyada değil, bu dünyada. İşte o zaman anladım her insanın kendince tanrısı olduğunun. Benimki ise babammış. Yanlış yaptığında cezalandıran, nasıl yaşaman gerektiğini söyleyen… Ben tanrımı buldum. Sonra da kaçtım ondan. Kaçmak için kitaplara sığındım. Onlarla gezdim, okyanuslar aştım; süper kahraman oldum, arkadaşlar buldum. Dünyayı kitaplarımla keşfettim, kendimi onlarda buldum. İnsanlar her ne kadar başımı eğmeye çalışsalar da ben yine onların yazdığı kitaplarıma eğdikçe kafamı, gözlerimi gökyüzüne diktim. Her çevirişimde yapraklarını, çıkan melodiyle dans ettim. Özgürlüğün ne olduğunu buldum. Kitaplarımdaki savaşçı kadınlarla, hayatını dümenini elinde tutan kadınlarla… Annem oldular, kız kardeşim, en yakın arkadaşlarım oldular hepsi birer birer. Değerimi ölçenin giydiğimin değil de düşüncelerimin olduğunu öğrendim. Her erkeğin sizi sadece dişilikten ibaret görmediğini yine onlar bana gösterdi. Onların tanrıları kendileriydi. Bana söylenen yalanların doğrusunu bulmuşken nasıl durabilirdim ki! Geri istiyorum özgürlüğümü, anne karnındaki rahatlığımı, nefes almayı… Geri istiyorum zaten benim olan her şeyi. İçimde öfkeyle harmanlanan bir ateş var. Bir boşluk var içimde gittikçe büyüyen. O boşluğu okuduğum kitaptaki şu güzel sözlerle doldurdum. “Beni buraya sıkıştıran kelimeler değil günahımdı. Yazılı ayetlerim: bilme ağacı. Bu doktrinle devam edecektim: “Buraya hayatı yazmaya başlamadan önce kendi kurtuluşum için mücadele etmeliydim.” Artık bütünüm. O sözler, ‘mücadele etme’ bütün bedenimi sardı bir anda. Kendim için, özgürlüğüm için, başkaldırı… Dünyaya, mavi misketlere, pembe eteğime, babama… Gözümden iki damla yaş düştü bu güzelim satırları bitirdiğimde. Gözyaşım kurumadan sayfada, karşı çıkmaya karar verdim zaten içimde ölmüş olan o tanrıya. Sırt çantam, en sevdiğim kitaplarım, birkaç parça elbise… Çıktım öylece kapıdan bir daha geri dönmemek üzere. Koştum uzun zamandır hasretini çektiğim kendime. Onlar gibi sayıp söverek değil, kendim gibi gidiyorum bu evden; sessiz ve meraklı. Artık özgürüm, tanrı olmaya da niyetim yok. Sadece insan olacağım, mutlu, bilgiye aç bir insan…