https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Bir lanetim var. Sabahın beşinde, doğduğum andan itibaren peşimi bırakmayan bir lanet, bir uğursuzluk benimle beraber gelen. Şans ve şanssızlık… Hissedebilmek bir şanstır. Şanssızım, çünkü her şeyin fazlası onu zehirleyip tersine döndürür. Şifa iken zehir hâline getirmesi gibi. Bazı kadim uygarlıklarda sürüngenin zehrinin kışın şifa, yazın maraz getirmesine inanıldığı gibi bir şeyin ikilik barındırması gibi… Cömertlik ve cimrilik, sevgi ve nefret, his ve hissizleşmek… Fazla hissetmek de bir nevi hissizleşmektir ve belki de bu maraz, bir lanetim olduğuna inanmaktır.

 

Bunları düşünerek geçtiğim yolun iki tarafında iki ayrı dünya uzanıyor. Bir tarafımda akıp giden trafik, öteki tarafımda uzanan derin bir orman ve tam ortada ben. Kar atıştırıyor ve gecenin ayazı, pusu sisi çöküyor şehre. Yanımdan arabalar geçiyor. Farları gözümü alıyor. Egzoza farların ışığı vurdukça yükselen dumanlarla uzun kış akşamlarının geldiği anlaşılıyor. Hem telaşlı hem ıssız bir şehir önümde uzanıyor.  Hemen yolun diğer tarafına ise karanlığın içine gömülmüş, sağlam, kararlı ve karla kaplı sessiz bir orman yerleşmiş.  Kar taneleri hızını artırıyor ve rüzgârla birlikle keskin bir soğuk, etrafı kaplıyor. Bir yanımda telaşlı trafik, öbür yanımda ıssız orman uzanıyor. İki ayrı dünyanın tam ortasında yürüyorum. Ne trafiğin parçasıyım ne de ormanın sakini… Ben kaldırımdaki bir yabancıyım. Ardı ardına düşen taneler, sokak lambalarında, araba farlarında ışıltılı konfetiler gibi parlıyor. Ormanda ise aynı kar taneleri derin ve sessizce ağaçlara konuyor, toprağı örtüyor. Kar taneleri düştükleri her yere yakışıyor. Ben ise bu kaldırımda eğreti şekilde yürüyor ve ardımda bir çift ayak izi bırakıyorum.

Biraz sonra ormanın derinlerinde bir ses duyuyorum. Tam büyük çamın yanından geçerken derin başka bir dünyaya aitmiş gibi bir ses. Bu ses, görebiliyorum ama sen beni göremezsin, der gibi; buranın hâkimiyim ve buraya aitim, der gibi yankılanıyor.  İki kez daha seslenip susuyor. Bu duyduğum bir baykuşun sesi olmalı. Lanetli olduğuna inanılan biri daha burada! Gece boyu bizi gözleyip uğursuzluk bulaştırmak için mi, yoksa bir koruyucu olduğu için mi orada olduğunu anlamıyorum. Belki de gecenin kötü ve karanlık gölgelerinden kaçını başımızdan def ettiğinden kimse bahsetmiyordur. O hep orada bekçilik yapıyor ve ben bu ormana aitim diyor. Ben de bu kaldırıma aitim! Kar taneleri ardı ardına inerken şehre ben kaldırımda yürüyorum. Bir tarafımda akan trafik bir tarafımda duran orman ve ben birazdan oradan geçmiş olacak bir çift ayak izi hâlini alıyorum. Bulutlar aralanmaya başlıyor ve dolunayın park ışığı kar tanelerine değdiğinde derinden boğuk bir baykuş seslenişi daha duyuyorum.

Bu laneti kırmalıyım! Sadece hatırlamalı ve hissetmeliyim. Hani en büyük lanetim sandığım hissetmekten korkmanın, içimden geçmesine izin vermeliyim. Bu sefer, orman tarafına uzanan patikaya dalıyorum. Her adımda yoldaki trafiğin sesi uzaklaşıyor ve ayaklarımın altında ezilen karın gıcırtısını, dallara konan kar tanelerinin çıtırtısını daha net duyuyorum. Ormanın büyüsüne daha çok dalıyorum. Şimdi sadece ay ışığı vuran dalların ve üstüme yağan tanelerin ışıltısı var.

İşte onun boğuk seslenişini tekrar duyuyorum. Bu sefer daha net, daha yakından… Baykuşun nefesi sanki yanı başımda ve ben nefesimi tutuyorum. Tüm o laneti içimde hissediyorum. Hissetmeye izin veriyorum. Baykuşun sesi yaklaştıkça düşüncelerim ürperiyor ve gözlerimi kapatıyorum. Yere düşen kar tanelerininin çıtırtısı… Beş dört üç iki bir… Gözlerimi açıyorum. Tam karşımdaki dala konmuş bir baykuş, büyük sarı gözlerini bana dikmiş bakıyor. Uzun uzun… Çevresindeki her şeyi sanki kendine çekiyor ve beraberinde içimden yükselen korkuyu, üzerimdeki laneti gözlerine doğru sürüklüyor. Hareket etmiyorum, gözümü bile kırpmıyorum tıpkı baykuşlar gibi. Silkeleniyor. Kısa bir uğultu çıkarıp, kanatlarını açıp göğe yükseliyor, ormanın derinliklerinde tıpkı bir hayalet gibi sessizce süzülüp kayboluyor. Lanetimi de yanına alıp götürüyor.

Saatime bakıyorum tam on ikiyi gösteriyor. Uzaklardan havai fişek sesleri duyuyorum. Yeni bir yılı kutluyorlar. Müzik sesleri, patlayan şişeler, krakerler, konfetiler, rengârenk ışıklar, yükselen duman… Tüm bunları, orman emip içinde yok ediyor. Baykuşun sessiz süzülüşünü gördüğümden beri içimde bir hafiflik hissediyorum. Bu orman artık korkunç gelmiyor. Ay ışığı vuran dallarda oyuklarda gulyabaniler yerine hayatlar var, bir şeyleri parçalamak için pusuda bekleyen yaratıklar yerine, ormanın koruyucuları var ve baykuş… O lanetli değil, laneti yok edici, gecenin gözeticisi…

Kaldırıma yöneliyorum. Bu gece yolculuğumda, kanat sesleri duyulmayan bir baykuş gibi adımlarım hafif… Ardımda bir çift iz bırakıyorum.