
Hızlandıkça Azalıyorum, ölümle yaşam arasında sıkışmış, görülmeyen, görülmediği için kendini küçümseyen yaşlı bir kadının, tramvatik çocukluğunun eseri, hasarlı, puslu zihninden, rüyalarından, gündüz düşlerinin içinden geçip ölüme gidişinin kitabıdır. Varlığı görülmeden ve onaylanmadan bu dünyadan geçip gitmek istemez yaşlı kadın.
Bulutsuz bir günde okul bahçesinde alnına yıldırım çarpan, küçük bir kız çocuğudur yaşlı ana karakter Mathea Martinsen. Yaşadığı için Tanrı’ya şükretmesi gerektiğini söyler toplumsal ve dinsel olgular. Yıldırım çarpması sonucu yaralananların öldüğü istatiksel nadir olarak görülse de romanın geçtiği çevre Mathea’nın yaşıyor olmasını büyük bir mucize olarak niteler. Yaşamaktan korktuğu kadar ölmekten de korkarak-sosyal fobik kaygılar içinde- ölmekle, hakkı verilmemiş bir hayatın arasında gider gelir Kjersti’nin Mathea’sı.
Romanın anlatıcısı aynı zamanda romanın ana kişisi olan Mathea’dır; yazarın kurmaca karakterleri, yarattığı tüm dünya, Mathea’nın duyularıyla tanıtılır okura. Romanda geçen bütün mekânlar ve her şey bilinçli olarak iyi betimlenmemiştir. Mathea’nın kendi varlığı gibi, içe kapalı, şifreli bir anlatım tercih edilmiştir. Yaşlı kadının sosyal fobisini ve diğer insanlara dönük korkusunu, yaşamak ve ölmek kaygısını çok iyi göstermiştir Kjersti. Örneğin Mathea’nın takıntılı örgü kulaklıklar yapması, hayatı yalnızca TV den izlemesi bu kimliğin yansımalarıdır. Onun gizemli zihninde kısa ama çetin bir gezintiye çıkarır yazar bizi. Güvensiz, kaygılı, içe dönük, kaçınılmaz son olan ölüme koşan bir serüven…
Romanın ikinci temel karakteri kepçe kulaklarıyla tanıdığı ilk aşkı, kocası Epsilon’dur. Epsilon, hayatı, matematik, sağduyu ve olasılıklarla algılayan otistik bir bireydir. Yıldırım çarpmasından sonra okul bahçesinde tanışırlar; Mathea’yı gören ilk kişidir, o günden sonra hiç ayrılmazlar. İkisi de yaralı bir ötekidir; birbirlerinin yaralarında kendilerini gören ve ilişkilerini incitmemeye özenle gayret eden sağlam bir hayat arkadaşlığı kurmalarını sağlar bu ötekilik. Bu birliktelik Epsilon’un bilinçli seçiminin sonucudur elbette. Nitekim sembol diliyle karakterin temel yapısının ipuçlarını okura sunan bu isim, romandaki birçok güçlü metafordan biridir. Epsilon’un sözlük anlamı, mevcut içinde 0’a en yakın sonsuz değer olmasıdır. Kitabın sonlarında Epsilon’un gerçek isminin Niels olduğuna işaret ediyor yazar ama Mathea’nın dünyasında o, hiçbir zaman Niels olmamıştır.
Roman boyunca yaşamla, insanlarla gerçek bir diyalog kuramayan Mathea, Epsilon’la aşkı, birliği ve bütünlüğü bulur. Evlerinde dolaşarak, ölmeyecekmiş gibi yapan tüm insanlar arasında en ölümsüz en sonsuz olanlar, Mathea ve Epsilon’ dur. Sıfıra en yakın sonsuz değerlerdir onlar. Evlilikleri süresince çok isteseler de çocuk sahibi olamazlar. Anlatıcının utangaç, zarif söylemiyle anlattığı, Mathea’nın menstrüasyonları çok erken kesilmiştir. Bir bölümde Epsilon, oğulları olsaydı adını Aksel koymak istediğini belirtir. Mathea hemen ‘Akselerasyon gibi’ diyerek araya girer.
( Sevgili okur, akselerasyon sözlük anlamında “fetal kalp hızında artma” anlamına gelir. Kendilerini yapayalnız hisseden yaşam arzusu zayıf bu çift, yaşam tutkusu yüksek kendileri gibi olmayan bir çocuk hayal ediyor olabilirler sanki. Belki de bu yüzden Mathea ‘O zaman boyu kısa da olsa aldırmazdık’ diye noktalıyor aralarında geçen bu konuşmayı.)
Romanda zaman kronolojik bir sıra içermez, nörobilişsel bozuklukları olan yaşlı bir kadının gelip giden zamanı gibi akar. Yazar zamanı, Mathea’nın varlığının muhtaçlığına göre kurar, daha önce yaşanan olaylar onun zamanla ilişkisini anlatır okura ; Mathea’yı Mathea kılan neyse, ancak o kadardır metindeki zaman, şimdiden kopuk, ani atlamalar, şuur kaybı şeklinde. Tıpkı Balzac’ın mozaik parçalardan oluşan zaman anlayışı gibi…(Sevgili okur, zaten bu dünyada kendi içinde bütünlük arz eden bir şey var mı ki zamanda olsun. Sahi, yıldırım çarpan kişilerde hafıza sorunu, uykusuzluk, kişilik değişimi, kronik ağrı ve depresyon gibi sorunların yaygın görüldüğünü biliyor muydunuz? Peki sizi siz kılan nedir, bir düşünün bakalım, ben düşünmeye başladım bile… )
Romanın Baş Rolünde Kjersti’nin Yarattığı Dil
Eseri yorumlarken, Kjersti’nin felsefi birikiminden, dili kullanmadaki yetkinliğinden, imgeler ve metaforlardan oluşan tecrübesini metne aktarmadaki gücünden bahsetmemek olmaz tabii. Her satır, her ifade, her isim okurun zihninde adeta bir çağrışım yapıyor. Yazarın her söyleminde metnin bir düz anlamı bir de yan anlamını görüyoruz. Kurgunun psikolojik, felsefik arka planı oldukça derin ve gizemli. Okura somut bir bildirim göndermekten bilinçli olarak kaçıyor yazar. Metinleri gerçek gibi algılamaya eğimli okuru, şaşırtıyor Kjersti. Sanatsal değeri yüksek edebiyat metinleri gibi örtük ve mecazi anlamlar taşıyor Hızlandıkça Azalıyorum.
Dili, ele aldığı konuyu işleyiş biçimiyle çağdaşları arasında çok öne çıkan başarılı bir roman Hızlandıkça Azalıyorum. Norveç’te yayımlandığı yıl “Tarjei Vessas İlk Kitap Ödülü”ne layık görülmesi bir tesadüf değil elbette.
Metnin arka planında, Nobel Edebiyat Ödüllü Elias Canetti’nin yapıtlarında sıklıkla değindiği “Ölüm Felsefesi” nin etkileri görülüyor. Canetti, ölümün tanınmasının son derece tehlikeli hatta ölümcül sonuçlarının olacağı görüşündedir. Canetti’nin ölümle ilgili üç temel savından birincisi ‘İnsanın ölümsüzlük hakkındaki tüm planları yaşamda kalmaya dönük büyük bir arzu içerir’ dir. Bu sava göre, Mathea’nın hakkı verilmemiş yaşamının ardında ölümle erken yaşta tanışmış olması olabilir sanki. Onun yaşamda kalmaya olan en büyük arzusu belki de yarattığı ‘Zaman Kapsülü’dür. Ölüme karşı açılan bir savaştır ‘Zaman Kapsülü’. Eğlenceli Mathea’yı tanıma şansını yitiren dünyaya bırakılan bir mirastır bu, belki de.
‘Zaman Kapsülü Sandığı’ fikri romanın sağduyuyu temsil eden karakteri Epsilon’dan çıkar. Sağduyu ölümün kaçınılmaz olduğunu bilir; o halde ona karşı çıkmak son derece saçma değil midir? Epsilon ‘çözümsüz’ görür ölümü, onu kabul eder ancak Mathea, romanın gizli, hayalci şair kişisidir, yarattığı kendine özgü kafiyeleriyle ölüme karşı yolculuğunu, direnişini anlamlı hale getirmeye çalışır. Mathea kaçınılmaz da olsa ölüme karşı var olmanın inancındadır.
Canetti, ölümle ilgili ikinci savında ‘Yaşamda kalma ânı iktidar anıdır’ der. Ölümün varlığıyla yüzleşen Mathea anti sosyal kişiliğine rağmen yaşamın hakkını vermek için hızlanmaya karar verir, hızlandıkça azalacağını bilmeden… Burada romanın diğer metaforları devreye girerek, hızlandıkça azalan Mathea’yı okura işaret eder. Mathea hızlandıkça, dişleri dökülür, vücudundaki benler düşer. Diş ve benler başka şeyleri ifade eden taşıyıcı metafor olarak çalışır romanda. Kollektif bilinçaltımızı ve bilincimizi kuşatan dişleri kaybetme sembolünü Jung, kişinin tutunduğu bir şeyi kaybetmesi manasında bir simge olarak kabul eder. Dişleri ve ağzı kavrama ve tutma organı olarak görür Jung. Arkaik inançlarda ise dişler kökleri ve aileyi temsil eder.
( Sevgili Okur, bu bağlamda bir kişinin dişlerin dökülmesini tutunulan bir şeyin kaybedilmesi olarak değerlendirirsek, hızlandıkça dişlerini kaybeden Mathea acaba neyi yavaş yavaş kaybetmektedir? Bu kaybolmakta olan tırpanlı adam korkusu mu yoksa onu yaşamda tutan sevdikleri ve gerçeklikler mi?)
Hızlandıkça, hakkı verilmemiş yaşamının peşinden gittikçe vücudundaki benleri de dökülür Mathea’nın. Gövdemizdeki benler, sembolik dilde içsel gücümüzü ve geçmiş deneyimlerinden ders çıkararak sağlam bir gelecek inşa etmeye çalışan kararlı bir kişiliği ifade eder. Canetti, bir metninde George Christoph Lichtenber’in sözlerini onaylayarak alıntılar: ‘Bir insan için sonsuza dek yaşamanın tümden olanaksız olduğuna inanmıyorum, çünkü sürekli eksilme sona erme kavramını zorunlu olarak gerektirmez.’ Nitekim romanın sonunda da Mathea ne kadar hızlansa da dişlerinden ve benlerinden eksilse de bir türlü eli tırpanlı adama yakalanamaz. O hariç sevdiği herkes, ölümle tanışmıştır. En nihayetinde de ölümle o kadar karşı karşıya gelir ki ölüm korkusunun hiçbir ilginç yanı kalmaz. Sona erememek, onun ölümü küçük görmesini sağlayarak kendi isteğiyle ölüme gitmesine olanak tanır. Ona meydan okuyarak gider ölüme, bu yaşamdaki tüm anılarını yanında götürerek, geride ondan hiçbir şey kalmayacağını kabul ederek. Azala azala artık tükenmiştir ölüm korkusu, ona tutunacak bir ben ya da diş kalmamacasına…
( Sevgili okur, nihayet Mathea hızlandıkça, tutunduğu tüm geçmiş deneyimlerinden arınarak geleceğini kaybetti. Yazarın kurduğu bu dünyanın gerçekliği ne kadar da şüpheli! Peki gerçek ne o halde, benim algıladığım mı, senin gördüğün mü, yoksa Kjersti’nin yarattığı mı? Ayrıca Epsilon olmadan Mathea olamaz ki. Sizin de o olmadan var olamayacağınız kişiler var mı hayatınızda?
Ben düşünmeye başladım bile.
İmza
Şiirleri ve kurgularıyla savaş açan bir Don Kişot )