https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Yerin üç metre altındayım. Gözlerden uzaktayım. Görünmez olmak için illa ölmek mi gerekir? Benim gibiler için ölmenin yaşamaktan farkı yoktur. Çünkü insanlar benim gibileri görmezden gelmeyi tercih ederler. Ölünce de toprağın altında görünmezliğimize devam ederiz bizler. Değişen sadece yerdir bizim için. Muamele aynı… Gerçek aynı… Görünmezlik… Dışlanmışlık… Bizler hep önümüzde ve ardımızda bir duvarın hamallığını yaparız. Ölünce de üzerimizdeki toprağın…

Kimse düşünmez bizi. Düşünür gibi yapıp herkes yalnızca yargılar. Nedenlere sünger çekip sonuç büyütülür ve süngüye takılır bizim insanlığımız. Oysa nedenlerdir biz insanların sonuçlarını doğuran. Ama insanlar kaçınır nedenleri ortaya çıkarmaktan. Bilirler çünkü yargılama sonunda kendileri suçlu çıkacak. İnsanlar aslında bundan kaçıyor. Kendilerinden. Yoksa bizden değil… Vicdanlarının yüksek sesinden kaçıyorlar. Oysa kimse kaçamaz ilahi adaletin iskelesinden.

 

Dün geceye kadar ben de yaşıyordum. Yaşamak denirse tabii buna, yaşıyordum. Daha doğru olur belki, en azından nefes alıp veriyordum. Çünkü kuru bir nefes alışverişin adı değildir yaşamak. Sürgit bir mücadelenin diğer adıdır. Ya da adıydı dün geceye kadar. Dün gece son düdük çaldı yerel tarihimde. Su testisi su yolunda kırıldı. Bu testiyi ben doldurmadım. Testi benimdi kabul. Ama ne testiyi ben doldurdum ne de çeşmeye ben götürdüm. Testiyi dolduran da çeşmeye götüren de…

 

Yaşamak için geçinmek gerek. İnsan eli yüzü çok düzgün bir yaşam için olmasa da derme çatma bir yaşam için bile geçinebilmek zorunda. Geçinebilmek için de paraya gereksinim duyar. E benim de temelde diğer insanlardan ne farkım var? Onlarla yalnızca ayrıntılarda farklılaşıyoruz. Bak sen şu şeytanın işine! Dilim sürçtü yine. Geçmiş zamanın ipine asılması gereken cümleyi kalkıp şimdi zamanın ipinde genişletiyorum. Buna da alışacağız artık, ne yapalım. Neyse… Diyeceğim odur ki benim de derme çatma yaşamımı sürdürebilmem için paraya gereksinimim vardı. Paraysa gökten zembille inemeyecek kadar maddi. Yaşamsa dalgaya alınamayacak kadar ciddi. En azından yaşamın ucundan tutan herkese göre bu böyle.

 

Yaşam benden zorla para istiyordu, ben de bu parayı diğer insanlardan zorla alıyordum. Ticarette aracı olmak gibi bir şeydi benimki. Dün, yaşam benden yine zorla para istedi. Damarlarımda açlık had safhaya ulaştığından sağlıklı düşünemiyordum. Bedenim tayfuna yakalanmış gibiydi. Raydan çıkmıştım yine. Çocukluğumdan beri rayında gitmiyordum ki zaten. Kimse de çıkıp beni rayıma oturtmaya kalkmadı. Bir kere çamura bulaşınca o çamur hep benimle geldi. Bazen önüme çıkıyordu bazen de arkamdan geliyordu. Sonunda ben de pes ettim. İyi olma çabalarımı bıraktım. Kötü olmayı seçtim. Zor sorular bana göre de değil. Diğer insanlarda olduğu gibi, kolay soruyu ve kolay yanıtı seçtim. Dün akşam ve her zaman.

 

Damarlarımdaki ağrı şiddetleniyordu. Acele etmeliydim. Seçeneğim pek yoktu: Ya gasp ya da kapkaç. Yaşam beni daha doğarken kapkaça maruz bırakmamış mı zaten? Benimle annemi takas etmiş. Ben gelmişim, annem gitmiş. Babam bunalıma girmiş, birkaç ay sonra sıkmış kafasına. Dedeler, nineler, akrabalar desen lanetli görmüş beni. Çocuk esirgemeye vermişler. İlk fırsatta tüydüm tabii. Sokak esirgeme açtı bana kollarını. Öyle böyle derken gelmiştim bu yaşıma. Şimdi de sokaktan kovulduk iyi mi? Yaşam bize tasdiknamemizi verdi.

 

Zulamdan bıçağımı kaptım. Alt geçidin başında beklemeye başladım. Bacaklarım durduğu yerde titriyordu. Boş midemin çukurunda yankılanan bir açlık vardı ama karnım kadar başka bir boşluk da vardı içimde. Çökmüş bir boşluk. Sonunda birini gördüm. Orta yaşlı, janti giyimli bir adam. Yürüyüşü hızlıydı, belli ki bir an önce buradan geçmek istiyordu. Elimdeki bıçağı cebime sıkıca bastırdım. Kendimi hazırladım. Birkaç adım daha yaklaştı bana doğru. Harekete geçtim. “Hey!” dedim ve önüne dikildim. Adam irkildi, adımları kararsız kaldı.

 

“Cüzdanını ver!”

 

Adam önce afalladı. Sonra toparlanıp kaşlarını çattı, beni baştan ayağa süzdü ve “Defol git lan!” dedi.

İçimde bir şeyler koptu. “Ver dedim!” Cebimden bıçağı çıkarıp parlayan ucu yüzüne doğrulttum. Kalbim çarpıyordu. Tinerin etkisiyle midem de bulanıyordu. Adam geri çekildi. Ama sonra, ne olduysa, gözlerinde bir şey değişti. Küçümsedi beni.

 

“Senin gibi kaç tane serseri gördüm ben…” dedi. Ve küfretti.

 

O an gözüm karardı. Bir an bile düşünmeden bıçağı sapladım. Sol böbreğine. Adamın gözleri büyüdü. Birkaç adım geriledi. Ağzını açtı ama sesi çıkmadı. Bende kayış kopmuştu.

Sonra bir bıçak darbesi daha… Ve bir tane daha… Adam yere düştü. Gözleri açıktı ama hiçbir şey görmüyordu artık. Nefesim hızlandı, elim titredi. Cüzdanını alıp hızlı hızlı yürümeye başladım ki şansıma(!) polisler devriyedeymiş. Gördüler tabii beni. Elimde bıçak. Bağırdılar durmam için. Dinlemedim. Koşturmaya başladım. Trafik ışıklarının oraya geldim, baktım bana yeşil yanıyor ( Belki ilk defa kurallara uydum. ) kırmızı ışıkta geçen bir araba güm diye vurdu bana. Ayaklarım yerden kesildi, hâkim noktaya çıkıp manzarayı gördüm derken hızla yere çakıldım. Ağzımdan kan geldi. Kanın sıcaklığını hissettim. Bir iki dakika sonra da bir şey hissetmez oldum. Biliyorum, layığımı buldum. Kanun dışı yaşamım kanun dışı bir hareketle ve kaderin cilvesine bak ki trafik kurallarına uymama rağmen kurallara uymayıp kırmızıda geçen bir araba tarafından noktalandı.

 

Ben de böyle olmasını istemezdim. Ne hırsız ne katil olmak isterdim ne de tinerci. Ölmek de istemezdim. Ama doğduğumdan beri ne kimse elimden tuttu ne de ben direttim iyi olmak için. Birçok yanlış bir doğru etmedi tabii. Tecrit edilmiş bir nefes alışverişten üstüne toprak atılmış bir durağanlığa tek kişilik geçiş… Yaşarken de yalnızdım ölürken de… Doğarken yalnızlığı avucuma alıp doğmuşum. Kader beni yalnızlaştırma operasyonunu başarıyla tamamladı.

 

Çok can yaktım. Çok ah aldım. Ne zaman canım yandıysa canımın acısını başka canlarda söndürmeye kalktım. Başardım mı peki? Ne münasebet! Her söndürme çalışmasında yangınım harlandı. Yangın harlandıkça başım darlandı. Derken çok can yandı, çok! Pişmanım. En son kendi canım yandı. Su testisi su yolunda kırıldı.

 

Kimse yokluğumu ayrımsamaz, sokaklar, kaldırımlar, banklar dışında. İnsanlar yok saydıklarının yokluğunu anlayabilirler mi? Nasıl anlayacaklar ki? Yoktur yok sayılan, yok sayanlar için.

 

Doğunca annemin kucağına verememişler beni. Şimdi son nefesimi sokağın kucağında verdim. Adım ne mi? Metin. Metin olunamayan bir yaşamın sahnesinde seslendirilen kırık dökük bir metin!