
Tarih boyunca insan sesi kaybolduğunda, kadın sesi daha da derine gömülür. Fakat ne gariptir ki, en eski masallarda, en kadim mitlerde, hep bir kadın sesi yankılanır en önce. Her başlangıcın kıyısında bir kadın vardır. Doğuran, adlandıran, büyüten, susturulan.
İlk sözün kime ait olduğunu bilmeyiz ama ilk çığlık kuşkusuz bir kadının bedeninden düşer dünyaya. Ve ne zaman susturulsa kadınlar, mitler devreye girer. Çünkü mitoloji, unutturulmak istenenin hafızasıdır.
Bakın Pandora’ya mesela. Prometheus ateşi çaldığında, tanrılar bu cüreti cezasız bırakmaz. Pandora’yı yaratırlar; toprağın kızından bir beden, tanrıçaların nefesinden bir ruh verirler ona. Eline bir kutu tutuştururlar. “Açma,” derler. Ama Pandora merak eder. Açtığında kutuyu, dünyanın bütün kötülükleri salınır ortaya: Hastalık, savaş, kıtlık, ölüm… Pandora’ya kızar tarih. “Bizi felakete sürükleyen kadın” derler. Oysa kimse sormaz: Pandora’nın kutusunun dibinde kalan şey neydi? Umuttu. Kadınlar ne zaman lanetlense, ne zaman suçlansa, umudu yine onlar taşır dünyanın avuçlarında. Çünkü bir felaketten sonra ayağa kalkmak, hep bir kadının işidir.
Lilith’i hatırlayın sonra. Adem’den önce yaratılan kadını. Boyun eğmediği için kovulanı. “Ben de senin kadar özgürüm,” dediği anda şeytanlaştırılanı. Cennetten sürülür, yalnız kalır, anlatılırken bile adı karanlıkla anılır. Ama özgürlük, Lilith’in isyanında ilk kez dile gelir. Dünya, ilk itirazı bir kadından duyar. Ve belki de bu yüzden, kadınların adı binlerce yıl boyunca korkuyla fısıldanır.
Felsefe ise kadını çoğunlukla suskun bıraktı. Sokrates, bilgiye ulaşmanın yolunu doğum sancısına benzettiğinde bile, sancıyı çekenin sesini duymadı. Bilginin ebesi oldu ama kadının doğuran ellerini görmezden geldi. Ne var ki tarih gösterdi ki, kadınlar sadece bedenin değil, düşüncenin de sancısını çekenlerdir. Bir fikri büyütmek, onu dünyaya getirmek, cesaret ister. Ve kadınlar binlerce yıl boyunca sadece çocuk değil, cümle de doğurdular.
Mitler, her şeyi unutur gibi yapar ama asıl unutulanı gizlice taşır. O yüzden Dünya Kadınlar Günü dediğimizde, yalnızca bir takvim yaprağına bakmayız. O gün, Pandora’nın kutusunu, Lilith’in yalnızlığını, Antigone’nin yasaklara başkaldırışını, Medusa’nın susturulmuş bakışını ve Kibele’nin toprağa kattığı bereketi birlikte çağırırız.
Ve biz artık biliyoruz: Medusa’yı yılanlı saçlarıyla canavar yapanlar, onun gözlerinin içindeki hakikati göremeyenlerdi. Çünkü Medusa, kadının bakışıdır. Direkt, karanlık, sorusuz. Göreni taş kesen bakış, aslında sadece en çıplak soruyu sorandır: “Neden?”
Bugün, Dünya Kadınlar Günü’nde, bu soruyu sormaktan vazgeçmeyen bütün kadınlar için yazılır bu cümleler. Çünkü özgürlük, bazen yalnızca sormakta gizlidir. Bazen “hayır” diyebilmektedir. Bazen yürüyüp gidebilmektedir. Ve bazen, sessiz kalıp sadece bakabilmektir de.
Biliyoruz ki, eğer bir gün dünya değişecekse, o değişim Lilith’in itirazında, Pandora’nın umudunda, Antigone’nin inancında, Medusa’nın bakışında başlayacak. Ve o gün geldiğinde, kadınların sesi bir gökyüzü gibi açılacak üstümüzde; ne susturulacak, ne eğilecek, ne kısılacak.
Çünkü kadınların hikâyesi, sadece acıların değil, direncin de mitidir. Ve artık biliyoruz: Mitler, yaşanmış olanın değil, yaşanacak olanın haberini taşır.
İşte bu yüzden, kutlamaktan öte, hatırlamak gerek bugün. Ve hatırlarken yeniden yazmak belki:
Kadının adı yoksa, kelimelerin de anlamı yoktur.
Ve şimdi, yeryüzünün bütün kadınlarına birer isim verelim.
Adı susturulanlara Lilith diyelim;
gökyüzüne bakıp “ben buradayım” diyenlere İsis;
acıdan umut çekenlere Pandora.
Saçlarını gece gibi omuzlarına bırakanlara Medusa’nın bakışını emanet edelim,
çünkü dünya hâlâ taş kesilecekse bir kadının sessiz öfetiyle kesilsin.
Ve unutmayalım:
Her çağın başında bir kadın vardır sırtında ateşle yürüyen,
ve her çağın sonunda bir kadın vardır küllerinden doğan.
Bugün, sadece bir günü değil, binlerce yılın sesini taşıyoruz avuçlarımızda.
Bir labirentin ortasında kaybolduğumuzda Daidalos’un icadı değil,
bir kadının sezgisi çıkarır bizi karanlıktan.
Ve biliyoruz artık:
Kadının adı bir gün tam anlamıyla yazılacaksa,
o isim, toprağa yazılmayacak ki silinsin,
suya yazılmayacak ki dağılsın,
bir tek göğe yazılacak,
bir tek rüzgâra bırakılacak.
Çünkü özgürlük, en çok orada,
en çok yüksekte,
en çok bir kadının sesinde yankılanır.
Ve belki de bundan sonra
her sabah bir kadının adıyla uyanmalı dünya.
Her akşam bir kadının hikâyesiyle uyumalı.
Çünkü dünya dediğimiz şey,
bir kadının avuçlarından düşen bir hikâyeden başka nedir ki zaten?