https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

“Açılır yelkenler uzak denizlere

Ağıtlar yakar limanda güfteler

Ne de olsa unutulmak incitir ezgileri

Kemirir gövdeyi içten ve çınarlar devrilir

Bir esrik senfoni sanki yıldızların bestesi

Rüzgârın ıslığı, suyun alkışı

Yalpalı dansı teknenin

ve kemani bir ayın som altından haresi.”

s.34

 

İlk kitabı Kırmızı Hikâyeler ile okur karşısına çıkan Öniz Ercan, bu kez bir novella olan Uzak Deniz ile karşımızda. Edebiyata şiirle başlayan Öniz Ercan’ın basılı eserlerinin öykü ve roman olması şiirden uzaklaştığını göstermiyor. Aksine her iki eserine baktığımızda hem dil ve üslup olarak hem şiirin eserlerin içine sızması sebebiyle şair yönünün baskınlıkta olduğunu görebiliyoruz.

 

“Belki de tüm bu olanlar olasılık değil, mutlak olandır.” s.25

 

Uzak Deniz içerisinde sıklıkla şiirle karşılaşmamız ve karakterlerin şiire, felsefeye olan düşkünlüğü de yazarın şiiri edebiyatının merkezine aldığını gösteriyor. Epigraflar ve metin içi alıntıların yanında kendi şiirine de roman içerisinde yer veriyor yazar.

Kant’tan Nietzsche’ye uzanan bir felsefeyi metnin merkezine yerleştirirken Aşık Daimi’den Rilke’ye geniş bir şiir ve söz yelpazesini de barındırmayı ihmal emiyor. Ayrıca hikâye boyunca ismi geçen sözleri mırıldanan şarkı ve türküler de eşlik ediyor okura.

Uzak Deniz, karakterlerin özellikle diğer unsurların çok üzerine çıktığı bir roman. Kısa betimlemeler sözü uzatmama tercihi olarak görülebilir. Öte yandan mekân tercihlerinin ve anlatımının uzun betimlemelere ihtiyacı olmadığını ve karakterlerin fiziksel özelliklerinden ziyade iç dünyasına, davranış ve duygularına daha fazla odaklanmaya olanak verdiğini söyleyebiliriz. Bunun yanında çeşitli eşyalara verilen özel isimler verilmesini de bir karakterleştirme olarak değerlendirebiliriz. Filtre kahve makinesi Carmen, çalar saat Nana, bisiklet Dora…

***

Ankara’dan Paris’e, İstanbul’dan Amsterdam’a uzanan bir mekân tercihi dikkat çekerken aslında her bir kentin basit bir mekân tercihinden öte hikâyenin kurgusuyla önemli bir ilişkide olduğunu görüyoruz. Kentler öylesine seçilmemiş, hikâyenin kurgusu açısından önemli dönemeçleri oluşturuyor. Ankara’yı Ulus Baker’le ilişkilendirerek yazdığı önsöz de ustaya bir saygı nişanesi olarak kenti daha da anlamlandırıyor.

 

“Saat 07.00. Mevsimlerden kış-bahar, günlerden pazar.” s.15

 

Sözün kısalığı birçok okur tarafından tercih edilmemekle birlikte bu tür eserlerde sözün anlamına ve okurda genişlemeyi sürdürmesine odaklanmak daha doğru olacaktır. Bu açıdan baktığımızda da Uzak Deniz’de zaman geçişleri her ne kadar keskin ve hızlı olsa da söz, bölüm geçişlerinde genişlemeyi sürdürüyor ve fazla betimleme veya uzun uzadıya bir anlatıya ihtiyaç duymuyor.

***

“Çınar rakamların gizli dünyasına, numerolojiye pek meraklıydı. Bilhassa yedi rakamına tam anlamıyla takıntılıydı. Ezgi’nin doğum tarihi 2.7.1977 ve onunki 7.2.1970, aralarındaki yedi yaş, tanışma tarihleri 7.2.1997 ve daha birçok hesapla ilişkilerinin çok özel bir anlamı olduğuna inanırdı” s.22

 

Kentler dışında hikâyenin diğer önemli noktalarından biri de tarihler ve rakamlar. Farklı yılların 7 Şubat tarihleri arasında geçişler tarihi sadece hikâyenin zaman unsurunu oluşturmanın ötesine geçerek kurgunun anlaşılabilmesi için önem taşıyor.

Mitolojik anlatıların en önemli sembollerinden biridir rakamlar. Ancak Ercan, rakamları bir inanca ya da mitosa değil, doğrudan kendi kurmacasına bağlıyor. Özellikle 2 ve 7 rakamları üzerinden numerolojiyle yakınlaşmasını karakterler üzerinden gerçekleştirirken aynı zamanda bu rakamlar üzerinden Ezgi ve Çınar’ın parçalanan iç dünyalarına uzanan yolu da inşa ediyor.

***

Aşk, özlem gibi duyguların, aldatmanın, direncin, gizemin, kaçış ve yakalanışın, daha çok da kırılışın öne çıktığı hikâyenin ana karakteri Ezgi, kırılmış ve ezilmişliğinin yanı sıra mücadeleci kişiliğiyle dikkat çekiyor. Onca yaşadığı kırılmalara rağmen hayat mücadelesinde kesinlike geride durmuyor. Doğum gününü kutlamama tercihi de yine gördüğümüz tarihlerden biriyle ve o tarihe anlam veren olaylarla doğrudan ilişkili. Ezgi’nin hocası ve eski sevgilisi Çınar Deniz ile bir çevrimiçi panelde karşılaşması ile geçmişe yolculuk başlıyor. Sık sık geçmişe dönüşlerle karakterle arasında ilişkiler ortaya serilirken merak yaratan bir giz ortaya çıkıyor ve novellanın sürükleyici bir başka taşıyıcısına dönüşüyor.

***

“Otelin çıkış kapısının ağzında yarı baygın yatıyordu. Aşık Daimi’den ses yoktu. Alevler sönmüş, insanlar sedyelerle ambulanslara taşınıyordu.” s.66

Bireysel ilişkiler üzerine bir eser olmasına rağmen yazarın toplumcu yanı da metinde kendini hissettiriyor. Toplumcu yaklaşımın en büyük risklerinden biri olan didaktik yaklaşımdan uzak durup bir yazar olarak tavrını açık biçimde gösterdiğine şahit oluyoruz. Eğitimin özelleşmesi hususunda Çınar’ın fikri ve Ezgi üzerinden tarihimizin en önemli kırılmalarıdan birisi olan Madımak katliamına gidişi toplumcu edebiyatı seven bir okur olarak romanda dikkatimi çeken hususlar oldu. Ezgi’nin Madımak’la ilişkisi bizim de romanla ilişkimizi tesis eden önemli bir bağlantı noktasına dönüşüyor. Bütün olarak bakıldığında gizem, aşk ve bireysel ilişkiler üzerine okuma sevenlerin yanında toplumcu edebiyat tutkunlarının dikkatini çekecek bir eser olarak ortaya çıkıyor Uzak Deniz.

Dil, üslup ve teknik açıdan bütünlüğüyle başarılı bulduğum çalışmanın yazara da yeni ufuklar açacağına inanıyorum. Öniz Ercan, Kırmızı Hikâyeler’de bulduğu sesini Uzak Deniz’le taçlandırdı. Bakalım devamında neler gelecek?

 

“Aynanın önünde esmer, ağır makyajlı, etine dolgun bir kadın gördü. İki kolu bilekten dirseğe burma bilezikle kaplıydı. Bir yandan türkü mırıldanıyor, diğer yandan dudaklarına alev rengi bir ruj sürüyordu. Kadının ruj sürerken nasıl olup da aynı anda türkü söyleyebildiğine şaştı Ezgi. Kabinlerden birinin kapısı açıldı. İçeriden ay parçası gibi bir ergen kız çıktı. Küçük, biçimli ellerini yıkadı. Uzun siyah saçlarını ensesinde bağlayan lastik tokayı çıkarıp bileğine geçirdi. Beline doğru uzanan gür saçlarını örmeye başladı. Saç uçlarına dört parmak kala örmeyi bıraktı, bileğinden lastik tokayı çıkarıp bağladı. Kara gözleriyle gülümsedi aynaya, kapıya yöneldi. Ezgi ardından seslenmek istedi. “Menekşe dur!” diyecek oldu, sesi çıkmadı. Kız su gibi akıp gitti.”

 

 Künye:

Öniz Ercan,

Uzak Deniz,

Alakarga Sanat Yayınları,

Şubat 2025, Roman, 103 s.