https://www.yazi-yorum.net/wp-content/uploads/2020/06/hakkimizda.jpg

Genç kız ayağında parmak arası terlikleriyle kaldırımda “bir, iki, üç” diye sayıp, caddeye iniyor, sonra kaldırıma çıkıp haritasız, konumsuz yürüyordu. Vücudunu sımsıkı saran, sarı askılı elbisesinden, iri memeleri yerinden çıktı çıkacaktı. Önüne rast gelen palmiye ağaçlarını selamladıktan sonra gövdesine bir eliyle yapışıp etrafında iki tur dönüp, yola devam ediyor, yoldan gelip geçenlere gülücük, öpücük dağıtıyordu. Elektrik direğini görünce ağzındaki sakızı çıkarıp özenle yapıştırdı. Paslı dilinin damağının kuruduğunu anlayıp, ağzını şaplatarak açıp kapadı. Caddede araba, otobüs kornaları birbirinin içinden geçip dalga dalga yayılıyordu. Genç kız yaşam kepenklerini sonuna kadar açmıştı. Neşesi coşkusu zirvedeydi. Az ileride dükkânın birinin önünde kaptan su içen kediye bir tekme savurdu. Kedi can havliyle inledi. Kaldırımda yürüyen insanlar ters ters baktılar, bir adam “Ne yapıyorsun vicdansız!” diye bağırınca, kız arsız gülümsemesini herkesin üzerine savurdu. Arkasından onu gizlice takip eden annesinin farkında değildi. Kafasında kasketi, gözünde güneş gözlüğüyle tanınmamak, yakalanmamak için sıcaktan ziyade esintiden su gibi olmuştu kadıncağız. Ellisinden sonra bu kız yüzünden saçındaki aklar birden artmış yüzünü hüzün tozu kaplamıştı. Erken çökmüş, yaşıtlarının ablası gibi duruyordu. Bir yıldır girmediği, görmediği acil servis, karakol, meyhane kalmamıştı. Kızın kendisini her yerde farklı isimlerle tanıttığını, farklı davrandığını doktorun teşhis koymasından sonra öğrenmiş ve ilk kez duyduğu kişilik bozukluğunu hazmetmek bir yana tek başına bu kızla nasıl mücadele edeceğinin derdine düşmüştü. Doktor, “Gözünüzün önünden ayırmayın, tedaviye bu hafta evden devam edip görelim.” demişti. Genç kız kendini birden caddeye atıp ışıkları beklemeden arabaların arasından yılan gibi kıvrılarak karşı kaldırıma koştu, yürümeye başladı. Bu taraf daha serin olmasa da gölgeydi. Temmuzun kavurucu sıcağı, nemi şehrin üzerini örtmüştü. Soldaki dar sokağı görünce durdu, yönünü oraya çevirdi. Bira kokusu aldı. Masalar daracık sokakta iç içe geçmiş gibi karşılıklı boylu boyunca devam ediyordu. Annesi kızdan gözünü ayırmadan ışıkları bekleyip karşıya geçip ona yetişti. Bugün başına neler getireceğini kara kara düşünerek yürümeye devam etti.

Kader koca bir çığ gibi yamaçtan aşağıya akarken önüne çıkan bitkilere, canlılara fikrini sormuyordu. Kızın bir haftadır güz duygusu yaşayan içine yığılı enkaz dile gelmişti. Yaşadığı hayatta büründüğü renkler ve isimler değişiyordu. Siyahken Ayşe, beyazken Elif, pembeyken Oya oluyordu. Bugün neşeli, eğlenmeyi seven, davranışlarında sınır tanımayan, yaşamdan keyif alan Oya’ydı. Ayşe olduğunda yataktan çıkmaz, yemez, içmez, konuşmazdı. Beyaz Elif olduğunda ağlama krizleri dışında kendine ve çevreye bir zararı dokunmazdı. Sağa sola bakındı, bar sandalyesi en yüksek olan masayı seçti oturdu. Etrafına boş gözlerle bakındı, kendisini süzenleri fark etmedi. Sokak ve masalar güneşin ferinin azalmasıysa yeni yeni dolmaya başladı. Garson biraz ürkek yaklaştı, “Hoş geldiniz menümüz, buyurun” diyerek bir adım geri gitti. Kız, “Boş ver menüyü, kafana göre takıl, buz gibi bir bira istiyorum” dedi. Elinde ne çanta ne telefon vardı. Önüne gelen yemek tabağını havaya fırlatıp öylece evden çıkmıştı. Bir yan masada yalnız oturan adam gri sakalını ovuşturarak birasını içip kıza bakıyordu. Annesi sokak başında konuşlanmış, duvara yaslanmış kızın görüş açısında olmadığına kanaat getirip izlemeye başladı. Güzeldi, havalıydı, çekik gözlü, ahu dudaklı, yirmilerinde birinin herkesin dikkatini çekmesi doğaldı ama ona baktıran şey garip tavırlarıydı. Her mekândan sokağa taşan tınılar birbirine karışıyordu. Kız gözlerini kapatmış üst bedenini müziğin ritmine kaptırmıştı. Gözünü açtı. Eliyle garsona, bir tane daha, işareti yaptı. İkinci birayı da iki dikişte bitirdi. Başını havaya kaldırdı, omuzlarını silkeledi, işaret parmağını salladı. “Hayır! Yapmayacağım!” dedi. Annesi kızını gözlerken evde vurup kırmasına razı olduğunu düşündü. Sakin, içe kapanık, ümit vadeden bu kızın üniversiteyi yarım bırakmasının sebebi babasının ani ölümü olamazdı. Oturduğu yerde kendi kendine konuşup, kaşlarını çatması, sonra gülmesi, pervasız davranışlarından çok utanıyor, kahroluyordu. Genç kız üçüncü birayı yarılamıştı. Birden ayağa kalktı, bardağı yere fırlattı, masayı yandaki adamın masasına doğru devirdi. Adam irkilerek oturduğu yerden kalkıp biraz uzaklaştı, kıza bakmamaya çalıştı. Bütün gözler kızın üzerinde kilitlendi. Kız etrafa zafer bakışı attıktan sonra sokağın başına doğru yürümeye yeltendi. Garson donakaldı, ne yapacağını şaşırdı. Koşarak kızı yakaladı, ürkek bir sesle “Hanımefendi hesap?” dedi. Yüzüne yediği tokatla sarsıldı. Tokat yetmedi, kız garsonu yumruklamaya başladı. Kızın ellerini tuttu, bedenini kavrayıp sırtını kendini göğsünde sımsıkı hapsetti. Diğer bir garson yanlarına geldi, kilitlenmiş kızla garsona bakakaldı. “Ne bakıyorsun biriniz polis çağırın!” dedi. Kız kıskaçtan kurtulmak için var gücüyle “Amcam orada, bana bakıyor! Yapma! Hayır! Bırak!” diye feryat ediyor, tepiniyor, ağlıyordu. Annesi koşarak geldi, nefes nefese garsonun omzuna dokunarak “Evladım çok özür dilerim. Hesabı ben öderim. Ne olur polis çağırmayın. 112’yi aradım ben, hastaneye gideceğiz. Kızım hasta ne olur. Bırakma sakın, kaçıp gitmesin” diye yalvarıyordu. Sokaktaki uğultulu konuşma sesleri bitmiş, herkes sessizce olanları izliyor, müzik sesine genç kızın çığlıkları karışıyordu. Garson kadının çaresiz hâlini görünce arkadaşına seslendi. “Ali ara polisi iptal et!” dedi. Kadınla garson birbirlerine solmuş gözlerle bakışırken ambulans sesi duyuldu. Kadın minnetle garsona acı acı gülümseyerek “Teşekkür ederim, şu an beni bile tanımıyor” dedi.