Eski usul bir güncenin ifşasıdır bu, mahremimdir. Akıl düşümü, ruh üşümesi, gönül çarpıntısıdır. En nihayetinde matbu bir hayata girizgâhımdır; yazmaya başlamama sebebe ithafımdır ve tüm anlatamadıklarıma.
Çocuk ve savaş kelimeleri yan yana durabilir mi? Peki ya şu çocuk kelimesi on altı yıllık yaşama ne kadar acı sığdırabilir? Bilmiyorum; bilemiyorum. Savaşı yaratan insan, neden içini öldürme güdüsüyle doldururken, çocukluğunu görmezden gelir?
Kendimizi bir binanın tepesinden hep beraber boşluğa bırakmayışımızın tek nedeni yarındı. Loto’nun çıkma ihtimalini, aşık olunacak insanla tanışma ihtimalini, sonsuz mutluluk ihtimalini içinde barındıran o sihirli sözcük: Yarın.
Zweig iç dünyasında yaşadığı duyguları yapıtlarına başarılı bir şekilde aktaran, özgürlüğüne son derece düşkün yazardır. Umut, onun için yaşamın vazgeçilmez kaynağıdır.
En büyük mutsuzluk yalnızlıktır. Bu o kadar doğrudur ki, en eksiksiz avuntu olan din, seni hayal kırıklığına uğratmayacak bir arkadaş – Tanrı – bulmaktan başka bir şey değildir.
Ve biz şu anda beyaz körlük salgınına yakalanmış durumdayız. Körlük, insan aklının körlüğü için kullanılmış bir metafor.
Çok az mizah var. Son iyi mizah ustası James Thurber adında biriydi. Mizahı öyle iyiydi ki, görmezden gelmek zorunda kalıyorlardı. Bu adam yüzyılın psikoloğu/psikiyatristi diyeceğiniz türden biriydi.
Bir gün beni Küçükköy’e, yanına çağırdı. Burada bir parça toprağı ve iki katlı, küçük, beyaz bir evi vardı. Bana “malikânesini” gösterip heyecanla konuşmaya başladı:
Yazmak, mecrası ne olursa olsun, sözcüklerden oluşur; sözcüklerse bedenseldir, bedenden ve nefesten oluşur, beden tarafından alımlanır, bedenle hissedilir; sözcüklerin ritimleri bedensel ritimlerdir.
Yayın dünyasında yeni sezon için geri sayım başladı. Eylülden itibaren merakla beklenen kitaplar art arda raflardaki yerini alacak. Peki yeni sezonda bizleri neler bekliyor?