Hayatımı yazdım, roman oldu, demeyi çok isterdim ama değil. Romanda kendi yaşantımdan kesitler, izler var elbette ancak bunlar bir kurmaca düzlemine oturtulduğunda ister istemez değişikliklere uğrar.
Çocukluğumdan beri iyi okur oldum. Ama yazmaya geç başladığımı düşünüyorum. Daha gençken yazdığım ve ortalığa çıkarmadığım kötü şiirleri saymazsak ilk öykülerimi 30’lu yaşlarımın başında yazdım.
Yazarken romanın çok içinde yaşadığım için o his satırlara sızıyor olabilir. Yani bendeki adrenalin artışını okur hissediyordur diye düşünüyorum kimi zaman.
Müzisyen kimliğinin yanı sıra yazar, yönetmen, oyuncu ve ressam Mehmet Güreli ile keyifli bir söyleşi yaptık, bizlere kapılarına açan Mehmet Güreli’ye teşekkür eder, sizlere de keyifli okumalar dileriz.
Sorgulatan bir yazar Lüset Kohen Fins. Sıkı bir okuyucusu olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki, onun romanlarında tutkulu bir aşkı okurken kendinizi felsefenin yokuşlarında tırmanırken bulur,
“Küçük General” için, ilk bakışta, politik bir roman demek mümkün. Etrafımıza şöyle bir baktığımızda ve sizin de kitabın girişinde belirttiğiniz gibi ‘’Çalışma hayatım boyunca karşıma çıkmış olan apoletsiz generallere cevabımdır.’’
Söz uçar, yazı kalır. Ben her edebi metnin mutlaka yarına kalacağını düşünüyorum. Ben tüm yapıtlarımı yarına kalsın diye yazıyorum ve gelecekte daha iyi anlaşılacağımı düşünüyorum.
Ele almaya çalıştığım şeylerin, insana dair birtakım evrensel durumları işaret etmesi önemli benim için. Bunları yazıya dökmeye başladığımda ise tanıdığım bildiğim bir ortamdan faydalanmayı mantıklı buluyorum yazarlığım adına.
Ben aslında hikâye anlatmayı seviyorum. Kendimi de hikâyeci olarak tanımlıyorum. İnsan, hikâyesiyle var. Öte yandan öykü neyi gerektiriyorsa ona göre yazılmalı; durum ya da olay.
Genç öykücülerimizden Ezgi Polat ile Can Yayınları’ndan çıkan kitabı ”Susulacak Ne Çok Şey Var Aramızda” hakkında detaylı bir söyleşi yaptık.