Neye hazırlandıysam adeta bir bomba gibi elimde patladı, sanki hayallerim evrenin prizine kalem sokuyordu da birden fırtınalar çarpıp vuruyordu hayallerime.
Üstüme yazılı tüm harfleri siliyorum. Yok olmaya başladığım andan beri anlıyorum ördüğüm duvarların yıkıldığını. Derin ve kalın çizgiler çiziyor insanlar umutlarımın üstüne ve bir parça tükenmeye başlıyorum.
Mürekkebin izini takip eden ihtiyar bir adam vardı. Bulutlardan bir adamdı. Her tarafı yağmurdu. Yanımdan geçti. Her yer nemli bahar toprağı koktu. Her yer çiy ve çim koktu. O bulut adam gitti incir altındaki gölgeye bağdaş oturdu.
Sarhoş bir kadın, ‘ şaire güven olmaz! Şaire güven olmaz!’’ diye bağırıyordu. Yankısı dağlardaydı. Sesi kırık bir gazeldi. Periler ve cinler şair adına susturmaya çalışıyordu.
İçindeki yaşam enerjisi ondan söküp alınmış, küçük kırıntılarla yetinmek zorundaydı. O küçük kırıntılar da olmasa ölüp gidivermişti.
Bakın azizim, burası benim gözlerim. Sizde de var bir çift, zihnime kazılı unutulur gibi değil. Ben bir süredir benimkilere bakamıyorum, bir bakar mısınız belki sözlerinize karışmıştır?
Anlatıcı sözlerine başlamadan önce yerden bir çubuk alıp yanan ateşin altını karıştırdı. Ateş şimdi daha yüksek ve daha sıcaktı, ‘’zaman’’ dedi ve devam etti.
İnsan, doğar ve ölür. Ve aslında gövdesinde en çok omurgası yorulur. Ve aslında ruhunda en çok nefsi yorulur. Doğa ve bağın mührü üzümdür. İşte bunun için ham âdem şarapla demlenir.