Yıllar önceydi, bir arkadaşım, kendini karanlık bir kuyuya kapatmıştı. Oraya indiği zamanlarda üzülür, yardım etmek içinkendime bahaneler bulur, illa ki…
Köprüler yolun devam etmesini sağlarlar bir yerden diğerine akışın aracısı olurlar ve nedense insanların da köprü olabileceğini belki de tek amaçlarının bir köprü olmak olduğunu aklımıza getirmeyiz.
Dar zamanlardayız ama geniş gönüller sürmek muradımız. O vakit, zamanda, mekan da açılır ve olduğumuz yer adeta esen rüzgarın saçlarımızı okşadığı, dalgalarla sarıp sarmalanmış yeşil ve ferah bir adaya dönüşür çünkü.
Türkçede ardı ardına gelen farklı anlamlara ama eş seslere sahip kelimeler bazen benliğimde öylece asılı kalır. Yaz hakkında yazmak gibi. Yaz’ı yazsak desem Yaz ve yazma eylemi peşisıra hem bir ikiz gibi benzer hem de farklı anlamlarla parlar.
İnsan çok olasılıklı bir varlık. Bazen bilinmez bir karanlık, bazen gürül gürül bir ırmak. İçimiz ne kadar geniş. Her şey sığıyor. Sevgi, öfke, aşk, özlem, huzur, kıskançlık, nefret, intikam, arzu…
Hiç düşündün mü, Hezarfen Galata’nın merdivenlerini tırmanırken nasıl hissediyordu? Neler düşünüyordu kim bilir. Kalbi yerinden çıkacak kadar heyecanlıydı belki de. Halbuki hesabını kitabını yapmıştı öncesinde.
Şimdi ki zamanla değil de gelecek zamanla yaşamayı öğreti haline getiren, mutluluğu geleceğin içine saklayan, bir sisteme kurban ettik umutlarımızı. Mutsuzluk korkumuz yüzünden büyüttüğümüz sistem, umutlarımızı gelecek beklentisinin içine hapsetti.
Sen içimin bir teselli aramadığını anladığında israf olmadı söylenecek hiçbir sözcük. İçim apartmanını övdüğünde güzelleşmeyecektim zaten bazen çirkinde olmak gerek çünkü ama kimseye anlatamadım.
Hepimiz birer vücuda sahibiz ve bunun en önemli kısmı da aslında hayatımıza en çok anlamı katan yüzümüz, burada oluşan ifadeler tepkiler. Ama karşımızdakinin yüzüne bile bakmaktan aciziz.
Çok uzun bir süredir kendime gözlerimi kapatmış haldeyim. Göreceklerim ile baş etmeye mecalim olmadığından mı, yoksa mecalimin varlığına artık yorgun düşmüş olmamdan mı bilmiyorum.